Yıl:1 Sayı:5  OCAK 2001

Editörden
Künye
Kültür - Sanat

Röportaj

Adres Çubuğu
Arşiv

Anasayfa

 


İZLENCE


Mehmet HARMANCI

   

SİNEMASKOP YAZILAR

gölge ve görüntü

Bir siluet. Bir kadın silueti. Başından omuzlarına dek uzanan siyah örtüsü yüzünün aydınlığını daha belirgin kılmış. 

Örtüsü ile yüzü kontrast halinde. Rahlesine hafif kamburlaşacak kadar eğilmiş:

Kur'an okuyor. Casiye'yi yani.

Işık rahleyi, Kur'an'ı, kadını ve çağı ışıtıyor.

Bir film sinopsisi olarak tasarlanmışken kameraların algı gücünü aşarak evreni sarmalamaya niyetleniyor.

Çevredeki karanlık koyuldukça/koyultuldukça kadının yüzü ile örtüsü arasındaki kontrast belirginleşir. Örtü yüzü örtemez oldukça yüz görülemez olur. Rahledeki ışık sarmaladıkça evreni, evreni görebilene aşk olsun.

Filmin sonu gelmez ama herkes anlamıştır; aşk, ışk, ışık aynı kaynaktan ve umutla yontuldukça güçlenir arıldıkça durulur. Duruldukça/durulaştıkça çözer her yoğunlukta karanlığı.


gökten çalınan ateş

Film çağdaş bir ejderin kavurucu hikâyesini anlatmak üzere çekiliyor. İlk plan şöyle: Koyu karanlık. Zifir. Yön duygusunu bile kaybettirecek denli karanlık anlaşılan. Kuyudan çıkarcasına bir yer altı çarşısından, pasajdan fırlayan adam otobüse yetişmek telaşıyla dışarı adım attığı anda dışarının berhava olduğunu, yönün kendini yitirdiğini görecek. İşte tam bu anda bin yıllar önce ateşi çalınmış bir ejderha sanki çıngı kusarmışçasına pasajın damında eli çarklı bir işçinin[ki bu sırada devasa bir banka tabelasını oraya sabitlemeye çalışmaktadır] elindeki zımparanın kızıl kıpkızıl çıngılar çıkarırken birden elden kurtulup karanlığa karıştığı görülecek: hiçbişey görülemeyecek sanki.

Kopuşun sesi duyulmayacak da çarkın arzla teması tabiatın en korkutucu dinozorlarından biri yavrusun kaybetmiş de ararmış gibi bir sesle ürkünç hâlde işittirilecek.

Gün doğunca görecek ki herkes, her ışıktan nur yağmazmış ve göğe çakılan tabela, ejderhanın ışığıyla yakılamazmış.


cemalım cemalım

Önce dağlar görünür, genel planda, bütün ihtişamıyla. Öyle görünür ki, insanın aklına dağlarla ilgili ne kadar türkü yakılmışsa hepsini getirir.

Ardından derinden cılız başlayıp giderek güçlenen ve yaklaşan nal sesleri.

Epeyce sürer bu sesler ve çevrinip duran kamera dağların arasında izleyeni sersemletecek kadar dağları ezberletir.

Sonra atın toynakları sonra diz kapakları:bütün süspansiyon ayarlarını afallatacak kadar mükemmelim dermişçesine, sonra göğsü, kasları. Sonra yeleleri, sonra birden Cemal görünür.

Başında sarığı, sırtında cepkeni, cebinde yağlığı, diğerinde kösteği, bacağında poturu, ayakları çarıklı ve dualarla örüldüğü nakışlarından belli, damatlık, dizlerine kadar çektiği yün çorapları en nihayet dalında filintası.

Sonra yine dağlar sonra at sonra yine Cemal bulutlar, bulutlar, bulutlar, ara ara kayalar bakarken kayalara kayan gözlerimize kamera, sokarcasına zoomlayarak kayalıklar arasındaki namluyu işaretler ve karışır görüntüler. İşte tam o anda mavzer sesi: üzengiden sıyrılan ayaklar baştan düşen sarık bu sefer zoom beyaz bir güvercin kanadına yöneltilir.

Bu sahne o denli ağır bir çekimle yapılır ki, gören o kanat hiç düşmeyecek sanır.

Atın nal sesleri, mavzer sesi, yere düşen filintasının çatırtısı; Cemal görünmez, kanadın yere düştüğü görülmez.

Sonra dağlar
                 Yine dağlar
                                Hep dağlar

Fonda çıldırasıya Ali Ekber Çiçek'in bağlamasından 'Cemalım' türküsü inlemeli.

Yazarın izniyle Hece Dergisi'nin 48. sayısından alınmıştır.

 

 
Film çağdaş bir ejderin kavurucu hikâyesini anlatmak üzere çekiliyor. İlk plan şöyle: Koyu karanlık. Zifir. Yön duygusunu bile kaybettirecek denli karanlık anlaşılan. Kuyudan çıkarcasına bir yer altı çarşısından, pasajdan fırlayan adam otobüse yetişmek telaşıyla dışarı adım attığı anda dışarının berhava olduğunu, yönün kendini yitirdiğini görecek.

  

Anasayfa l Editörden l Künye l Kültür - Sanat l Röportaj l Adres Çubuğu l Arşiv l E-Mail