Yıl:1 Sayı:5  OCAK 2001

Editörden
Künye
Kültür - Sanat

Röportaj

Adres Çubuğu
Arşiv

Anasayfa

 


BİR İSTANBUL, BİR ANILAR, BİR İNTİHAR...

Hamide İLMAZ


Bahçe kapısından geçiyorum, ortancaları mavi pembe suskunluğundan. Arkama bakıyorum. Günlerdir, haftalardır, aylardır arkama bakıyorum. Demirleri paslanmış, kahverengi bahçe kapısından eğilmesini rica edip gözlerimi dolmuş durağına mühürlüyorum.

Yoksun, hiç olmadın. Dört basamak çıkıp, beyaz boyalı ahşap kapımı açıyorum. Elimden yere düşüyor çantam. Odamı havalandırmadan daha, biraz ileri gitmeni rica edip kanepeme uzanıyorum. Bugün de yoksun. Yarın gelebilirsin, şimdi arayabilirsin. Tüm kainatı eşit ölçüde dinleme terbiyesiyle eğitilmiş kulaklarımı telefonun sesine emanet ediyorum. Üzerime hasret yapışmış. Ellerime yapışmış özellikle. Lavaboda ellerimi yıkamalıyım bu hasret yapışkanlığı, başka türlü çıkmaz. En iyisi bir duş almalıyım. Aynamda seni yemek yerken izlediğim Hacı Abdullah'ın kalabalığı var. Beyoğlu'ndan kitap seçiyoruz seninle. Ve bir tane alıyorsun bana. Anı kalsın diyorsun. Hatırlayabilecek kadar anı.

Bir çift yürek, yazarını bırakıp Aborjin akşamlarında, havalanıyor Gebze akşamlarıma.

Her zamanki sıradanlığıyla bu temmuz günlerinin, servisten inip evime yürüyorum işte... Neden çatalıma taktığın o mısır tanesi yine benden önce gelmiş evime...

Bazı günler abdest alıp başımı kapatıyor ve Hacı Teyze'me çıkıyorum. Kırmızı kapaklı elif cüzüm elimde Arapça öğreniyorum. Bana yere koyma diyor elif cüzü. Kutsal şeyler yukarıda durmalı. Seni düşünüyorum, kutsallığını.... Adını Arapça olarak nasıl yazabileceğimi düşünüp yanlış okuyorum bütün kelimeleri. Sonra o yüksek balkondan Adliye Caddesi'ne göz kırpıyorum. Ölsem gözlerin hazır mı gömülmem için? Ah yarım kalan bir hayatın elleri yapışıyor olmasa arkamdan, bir gençlik ağlamasa, sen haykırmasan.

Oyalayıp Adliye Caddesi'ni süratle soruyorum: Bu kelime "vücira" mı? Hacı Teyze yıllarca uzağımda benim. Sarılıp sinesine çocuklar gibi ağlamak istiyorum. "Vücide" diyor.

Ortancalar yeminli, sır vermiyor, sardunyalar suskun, menekşeler ağlamaklı...

Minel aşkı ve minel halatihi
Ya habibi
Ya ruhi
Ya kalbi
Gönlümün efendisi
Sabahımı nur eden Mekke güneşi

Bu öyküyü biliyorum.

Aynamda o iri kedi -belli Üsküdar balıkçıları besliyor onu- ayaklarıma sürünüp geçiyor cami avlusuna. Cesur bir bakış fırlatıyor ürkek yüreğime. Eğilip mendil satan yaşlı amcaya "kaça bu mendiller?" diyorsun. Fiyat bahane hava soğuk burnumuz akıyor. İki tane alıyorsun. Elinde beni beklerken aldığın, yaprakları dökülmüş, jelatine hapis, ömrüme hapis, bana hapis bir gül. Üsküdar soğuk. Soğuk Üsküdar...

Ah Üsküdar... Aynadan neredeyse görünmüyorsun.

İçimizi ısıtsın diye yol kenarındaki herhangi bir cafeye girip çay söylüyoruz. Bana bakıyor gözlerine düşeş oturan bir yürek. Ben utanıp tahta masaya bakıyorum. Çayım ellerimin heyecanına yenik düşüp üzerime dökülüyor. Ben gülüyorum düşeşlerin gülüyor.

Kalkıyoruz ve vapur bekliyoruz bu beyza kentin öbür yanağından öpmek için. Durup durup "üşüyor musun?" diyorsun. Üşümüyorum, ayaklarımın altı tanıdık olmadığım bir ateşle yanıyor. Ellerim alev. En kuytu köşesinde oturup vapurun saçlarımdan konuşuyoruz. Ben karşımızda yarım ekmek yiyen vapur çalışanlarını izliyor, dudağımı ısırıyor ve ülkemin adaletsizliğine sinirleniyorum.

Boşver saçlarımı, onlara çoğu zaman bakmıyorum bile.

Büyük bir sihirin beni kuşattığı gibi kuşatıyorsun beni. Ölmek en iyisi bu sihirin içinde, ölemiyorum.

Aynamda Taksim susuyor. Bir zamanlar burada sıcak yürekleri, kara kışta iki insan dans edecekti. Oturup meydanda yağmur zamanı kaçışan insanları izleyecekti. Taksim, Taksim olalı böyle bir aşk görmemiş olacaktı.(?) Gözlerin hiç yek bakmayacaktı. Aynamda Taksim olmayacaktı.

Guruba karşı Kız Kulesi'ne bakarken elini omzuma atıp en çok bu anı hatırlayacağımızı söylediğin vakti hatırlıyor olmam lazımken, merhaba dediğimiz anı hatırlamam lazımken, ya da "iyi ki geldin bu gülü senin için aldım ama saklamaya çalışırken yaprakları döküldü" dediğin anı hatırlamam lazımken, neden çatalıma saplayarak bana uzattığın, haşlanmış sarı mısır tanesi hatırlayıp yutkunuyorum.

Bir çift yürek havalanıyor Gebze akşamlarıma.

Seni anlamıyorum.

Üstü riya, altı ölüm kokan şu koca dünyayı anlamıyorum.

Durup dinlenip Karacaahmet oluyorum, Karşıyaka oluyorum İstanbul içlerinde...

Ölümden korkmuyorum.

Ha hayifin imnel meneyi
V'el mut mecelu nızir
Lin yun min şeddet hanayi
V'el hed zihdanel kadir...

(ölümden korkan adamın ölümü birden bire gelir. Benim bir sevgilim vardır ki yanağı deniz gibi dalgalanır.)

Temmuzdu dedim ya, insanlar yanıyordu. Düşler yanıyordu. Aşklar yanıyordu. Ben yüreği kış güneşine aldanıp ayaz yemiş, bahara hasret, umutlarını yamayan avare, ellerim cebimde, sırtımı üşüten bu kuvvetli sıcaklarda, yüreğim çarparak bir sesi dinliyordum.

 

 
Aynamda o iri kedi -belli Üsküdar balıkçıları besliyor onu- ayaklarıma sürünüp geçiyor cami avlusuna. Cesur bir bakış fırlatıyor ürkek yüreğime. Eğilip mendil satan yaşlı amcaya "kaça bu mendiller?" diyorsun. Fiyat bahane hava soğuk burnumuz akıyor. İki tane alıyorsun. Elinde beni beklerken aldığın, yaprakları dökülmüş, jelatine hapis, ömrüme hapis, bana hapis bir gül. Üsküdar soğuk. Soğuk Üsküdar...

  

Anasayfa l Editörden l Künye l Kültür - Sanat l Röportaj l Adres Çubuğu l Arşiv l E-Mail