1 EYLÜL 2001




DİL AĞACI

İbrahim DEMİRCİ

demirci00@hotmail.com









Şubattayız ve hava güneşli. Kuraklık felâketi olacak gibi. Oldu mu yoksa? Temiz yüzlü, bıyıklı bir gencin elinde birkaç dal üzüm çubuğu ('asma çubuğu' mu demeli?) gördüm. Bir yerden almış ya da sökmüş, bir yere götürüp dikecek. 'Ne güzel, ne hoş bir eylem!' derken, 'Demek ki vakti gelmiş' düşüncesi de geçiyor içimden. Bir yandan da 'Yeterli su olacak mı?' sorusu beynimde zıplayıp duruyor. Mülk sûresinin son ayetlerinden biri kımıldıyor.




8 Şubat 2001, Perşembe

Ağabeyime gittik. Onu iş giysileriyle görmek hoşuma gitti. Bahçede ağaç, kütük, dal, vb. kesip biçme işleriyle uğraşıyormuş. Öğle vakti yaklaştı diye ara vermiş. Yüzündeki mutlu yorgunluk, câmiye hazırlanacak olmanın telâşı, çoktandır görmediği dayısını karşısında görüvermenin şaşkınlığı ve sevinci... Hepsi güzeldi.

Elini öpmek istedim, temiz değildir diye sakınmak istedi, yine de eğildim.

Hemen dönecek olmama karşı çıkarken "Bu vakitte olur mu?" dedi. Namazın ve yemeğin vaktini kasdediyordu. "İşim var" deyip ayrıldım. İşim var mıydı? 'Akşama görüşürüz, nasılsa!' Söylenmedi ama öyle.

***

Adliye Sarayı'nın (Evet, sarayının) köşesinde bir köpek. Kirli sarı, cılız, yaşlı, belki sakat, ama iri. Biri uzunca boylu, biri kısa, iki çocuk var yanında. Uzun olanı köpeği okşamak istiyor ve okşuyor. Yanındakine soruyor:

-Adı neydi bunun?

Bilmiyor o. Bunun üzerine başka birine -görmedim, arkamdaydı, dönüp bakmadım- sesleniyor:

-Leeen, adı neydi bunun?

Yanıtı işitmedim ama o işitmiş olmalı ki, "Hah" diyor, "Linda!" "Linda" diye yineliyor. Hiçbir özel dikkat göstermeden tanık oluyorum bütün bunlara ve içimden bir yandan "Linda" geçiyor -kim, nasıl ve neden bu adı seçip verdi köpeğe?-, bir yandan bu çocukların "sokak, aptal (abdal?), çingen çocuğu" sayılmaları/olmaları ile zavallı bir sokak köpeğini sevmeleri arasındaki ilgiyi tartıyorum: İyi aile çocuğu ile sokak çocuğu doğa ile ve öteki insanlarla ilişki kurma açısından karşılaştırıldığında, sokak çocuğu daha mı şanslı, ne?

***

Adliyenin arkasındaki o iki katlı bina (Konya Evi - Yazarlar Birliği) yine kapalı.(*) Tuhaf bir ağırlık çöküyor içime. Buranın cıvıl cıvıl işleyen bir merkez olması sağlanamadı. Benim de payım var mı bunda? Birtakım görüntüler geçiyorken belleğimden kara kabanlı bir delikanlı elindeki cep telefonunu uzatıyor ve "Alişan!" diyor. "Urfa'dayım baba, Osman amcamla." Nasıl seviniyorum: benim yap-a-madığımı oğlum yapıyor diye. İçimden mancınık, ateş, gül bahçesi, Hz. İbrahim -adaşım, adaşlığım- geçiyor ama ağzımdan çıkan cümle şu oluyor: "Balıklara selam söyle!" "Söylerim" derken sesi sevinçli sanki. Ekliyor: "Salıya görüşürüz!" "İnşallah." Yasin ile birkaç cümle: Yakın Doğu mu, Doğu Akdeniz mi? Recep Duran hangisindeydi?

***

Bir çeşit 'çamaşır çarşısı' oluşturan o dükkânların önlerinde de tezgâhlar var, üstlerinde sergilenen mallar... Bir kadın, yanında iki çocuk, biri kızdı ya ötekine dikkat etmemişim, çocuk bir futbol takımının adını mı söyledi ne, satıcı "Hepsi var, dedi, Fenerbahçe, Galatasaray, bu da Beşiktaş!" Birini bırakıp öbürünü gösteriyordu başlıkların. Takke mi, şapka mı? İkisi de değil, en iyisi 'başlık' sanki. Alanlar satanlar hangi adla alıp satarlar bunları? Yoksa beş altı yaşındaki çocukların takım tutmaları bu sorudan daha mı önemli?

***

Şubattayız ve hava güneşli. Kuraklık felâketi olacak gibi. Oldu mu yoksa? Temiz yüzlü, bıyıklı bir gencin elinde birkaç dal üzüm çubuğu ('asma çubuğu' mu demeli?) gördüm. Bir yerden almış ya da sökmüş, bir yere götürüp dikecek. 'Ne güzel, ne hoş bir eylem!' derken, 'Demek ki vakti gelmiş' düşüncesi de geçiyor içimden. Bir yandan da 'Yeterli su olacak mı?' sorusu beynimde zıplayıp duruyor. Mülk sûresinin son ayetlerinden biri kımıldıyor.


(*) Artık oranın kapısı -şükür ki- açık.


Ana Sayfa l Editör'den l Künye l Kültür-Sanat l Netleşi l Adres Çubuğu l Oyun l Arşiv l E-Mail