16 MART 2001




İZLENCE

Mehmet HARMANCI

m.harmanci@40ikindi.com








Filmin başında Chuck (Tom Hanks)’ın zamana perestij eden yaşam tarzı o kadar güzel aktarılıyor ki filmin devamı için umutlanıyorsunuz. Bu adam kendisi için anlamı büyük olan ilişkisine, iş ciddiyeti ve işinin mahiyeti dolayısıyla yeterince özen gösteremiyor. Çünkü vakit ayıramıyor. Görüyorsunuz ya da gösteriliyor ki kronometreler, çağrı cihazları, yiyip bitiriyor adamı ve çok önem verdiği aşkını...




CAST AWAY / YENİ HAYAT: Hem nalına hem mıhına...

Hollywood'un son yıllarda "düşünceli" izleyiciye sunduğu, moderniteye eleştiriler yönelten, Dövüş Kulübü ve İçgüdü gibi, filmleri izleyip de Yeni Hayat'a da aynı umutlarla gidenler, sanırım hayal kırıklığına uğradılar/uğrayacaklar. 

Filmin başında Chuck (Tom Hanks)'ın zamana perestij eden yaşam tarzı o kadar güzel aktarılıyor ki filmin devamı için umutlanıyorsunuz. Bu adam kendisi için anlamı büyük olan ilişkisine, iş ciddiyeti ve işinin mahiyeti dolayısıyla yeterince özen gösteremiyor. Çünkü vakit ayıramıyor. Görüyorsunuz ya da gösteriliyor ki kronometreler, çağrı cihazları, yiyip bitiriyor adamı ve çok önem verdiği aşkını... 

Modern insanın "zaman" algısı kimi zaman inceden inceye eleştiriliyor. Kimi zaman da, özellikle Chuck adaya çıktıktan sonra, modern insanın zaman algısının, yaşam tarzının kafasına kafasına vuruluyor. 

İçinden su boşalan ve hiçbir anlamı kalmayan çağrı cihazı ya da saati göstermekten aciz kalan ve kapağındaki fotoğraftan dolayı değerini koruyan ama anlamını yitiren saat gibi. 

Bütün bunlar "düşünceli" izleyiciye mutlu anlar yaşatmıyor değil. Hele Chuck adaya çıkınca içine düştüğü çaresizlik halinin tasviri, kendini bir şey sanan "modern insan"la dalga geçip, ona gülmemize bile sebep oluyor. Ancak... 

Ancak filmin bitişi bütün bu umutlanmalarımızı süpürüp çöpe atıyor. Çünkü adamımız "insan olmanın anlamı"nı araştırırken hiç de İçgüdü'nün baş kahramanı gibi davranmıyor. Moderniteyle uğraşmak yerine modern dünyanın imkanlarına kavuşmak için sabrı ve ayakta kalmayı deniyor.

Önceki hayatıyla bir sorunu yok ki onunla uğraşsın! Onun istediği "hayatın hakikati" değil "yitirdiği hayatı" oluyor. 

Yönetmen, baş kahramanı fazla konuşturmayarak iyi iş çıkarıyor ancak bazen öyle replikler de dinliyorsunuz ki bir çuval incirin heder oluşu bu kadar kolay mı olmalı, diye kendinize sormadan edemiyorsunuz. "Hayatta en önemli şey hayatın kendisidir." gibi bir cümle mesela. 

Soyut bir konu, ağır ve önemli bir konu, felsefi bir konu, sığ bir aşk hikayesi ve beylik ifadelerin altında ezilip, dili dolaşık bir hal alıyor. 

Onca yaşadığından sonra Chuck filmin finalinde "Kelly (Helen Hunt) olmadan da olur ama aşksız asla!" dercesine açık ve sessiz bir mesajla durduğu yol ayrımında, başka bir kadının evine giden yola yöneliyor. 

Bitmeyen sermaye aşkla yönetmen işi kotarmanın yolunu bulduğunu sanırken, Leyla'dan vazgeçen Mecnun'un, Mecnun; Aslı'yı unutan Kerem'in Kerem olamayacağını yani aşık olamayacağını bilmediği gibi önerdiği şeyin de aşk olamayacağını anlamadığını açık ediyor. 

Film modern insanın hastalığı "kontrol"le uğraşmadığı gibi, Chuck'ın kurtuluşunu da "kontrol"ün önemini vurgulayarak da moderniteye prim veriyor. Oysa İçgüdü filminde aynı konu tam tersinden, altı defalarca çizilerek, işlenmişti. 

Sonuç olarak Yeni Hayat'ta modernliği eleştiren bir serüven mi, aşkı eleştiren bir modernite mi yoksa Hayy b. Yaqzan olmaya çalışan bir Robenson mu var anlaşılmıyor. 

Yeni Hayat, nalına da mıhına da vuruyor.


Ana Sayfa l Editör'den l Künye l Kültür-Sanat l Netleşi l Adres Çubuğu l Oyun l Arşiv l E-Mail