Kırlangıç şair. Kendisini hiç görmedim, hiç dinlemedim, sesi nasıldı bilmiyorum ama bildiğim daha doğrusu tahmin ettiğim bir şey varsa sıradan bir insan gibi yaşadığıdır. Şair olmadığı zamanlar -ki öyle bir zamanı var mıydı?- elinde sigarası, çantasında -mutlaka yıpranmıştır- kitapları. Kızılay'daki salaş kahvelerden ya da meyhanelerden birinde oturuyor ve okuyordur.
Cemal Süreya düşünceleri bakımından araf insanıdır. Çocukluğunda aile boyu yaşadıkları onu bir tarafa doğru zorlamış; doğrusu kolay şeyler değil yaşadıkları. Küçük bir şehir/kasabada mahpus bir yabancı aile. Her şey yabancı, dağlarının rengi bile birbirine benzemeyen iki kasabanın nesi ortak olabilir ki?
Hep vurgun yemiş gibi yaşadı. Fakir ama onurlu. Elinde sigarası -neredeyse bütün fotoğraflarında sigaralı- dalgın. Dünyayı kurtarmaya soyunmuş ama dünya büyük geldiği için neresinden başlayacağını bilemeyen bir adam, bir şair. Toplamış çıkarmış, Afrika'yı dahil etmiş olmamış, dahil etmemiş yine olmamış. Sonunda kendi toprağında karar kılmış ama o toprağa da uyum sağlayamamış bir ülke gezgini. Her yerli ama aynı zamanda hiçbir yerli. Belki de en övünülecek tarafı, yalnızlığın başkenti olmasıdır. Hane-i berduş olduğu için de başkentini her yere taşıyan biri. Karaköse ile Ankara arasında başkentini taşıma açısından fark yok. Sezai Karakoç'un "Ha ping pong masası ha Sezai" dizesini yalnızlığın başkenti açısından iki tarafına bütün kasabalar, hatta köyler bile konulabilir.
Cemal Süreya, şair-i maderzat, yani olabileceği tek şey vardı: şair, onu da oldu. Hayatının en sıkıntılı anları, şiirden cebren uzak kaldığı anlardır. Cebirle şiir arasında yakınlıklar kurulabilir. İkisinin de sonsuz bir soyut zeminde yaşamaları, insanın ayağını yerden kesmeleri, sürekli yeni kapılar, ufuklar açmaları gibi. Ama hesapla şiir arasında nasıl bir yakınlık kurulabilir? Cemal Süreya da, Sezai Karakoç da hesap işleriyle uğraşmış (Gelirler kontrolörlüğü, müfettiş). Rakamların arkasında, derinliğinde büyüyen şiiri yakalamışlar herhalde. Yani hesap yaparken de şiir yazmışlar, şiir yazarken de hesap. (43 s.)
Hep düşünmüşümdür Charles Suarez gelişseydi bir Gougain olur muydu? Şiirde olduğu gibi, resimde de ayrıntıların ressamı olurdu ve bir pembeyi bulmak için Haiti'ye kadar giderdi mutlaka.
Cemal Süreya'nın büyük hırsları olmuş mudur, siyasi manevralar içinde bulunmuş mudur, gerçi son yıllarında Doğu Perinçek'le olması pek çok şeyi açıklıyor ama bana o alanda pek yeteneği varmış gibi gelmiyor. Siyasi anlamda bir şey üretmekten çok bir tespit zabıt katibi. Şiirde sağda siyasette solda duran bir adam. Ama duruşu salt eleştiridir, eleştirmek için ordadır.
Genç sayılabilecek yaşta ölmesi, detay dikkatinden olabilir. Kimsenin üstünde durmayacağı şeyleri mutlaka o görür ve üzerinde kafa yorar.
Kadıköy pazarında, tarihi geçmiş Milli Piyango biletlerini satan adamı yalnız o görmüş, yalnız onun dikkatini çekmiştir. Başkasının görmeyeceği, görse de anlamsız bulacağı bu işe kafa yormuştur. Kırlangıç şair. Kırlangıçlar az yaşar ama hızlı ve uzun mesafelerde yaşar. Hep bir sevimlilik ve telaş vardır uçuşlarında. Cemal Süreya tam bir kırlangıç gibi yedi kırlangıç hayatı yaşadı. Şair gibi doğdu, şair gibi yaşadı, herkesin para biriktirip geldiği Paris'ten o bir chawrolet getirdi. Bu, onu en güzel anlatacak olaydır. Dünyaya verdiği değer işte bu kadardır. Düşünen bir insan ama yerini bulamamış, Şelâleye düşmüş Kısa Türkiye Tarihi. Talimle paydos arasında gibi görünen ama hep paydosta olan biri.
Cemal Süreya'nın kitaplarının kapaklarını Nahide Dikel yapmış. Bütün kapaklarda sigara var. Sigarayla özdeşleşmiş gibi sanki şair ve hep içer konumdadır sigarayı. Ama 99 yüz kitabının kapağında sigarayı söndürüyor şair. Acaba "birinci işi"nin de bittiğini mi anlatmak istiyor? Eğer böyleyse doğrusu çok iyi yakışmış Cemal Süreya'ya. Kalanlar da yaşadıkları gibi, çelişki yok.
Cemal Süreya kuş olarak yaşatılsaydı herhalde penguen olurdu. En derin denizlerin dibindeki taşlan bulup getiren bir penguen Cemal Süreya da kimsenin bilmediği kelimeleri seçmiş kitaplarına Üvercinka, Güvercin Curnatası, Beni Öp...
Boş bir adam değil ama boş yaşadığına daha doğrusu yaşamında bir işe yaramadığına inanan bir adam. Göçebe, Göçebe şairi. Kargalarla kartalın savaşında hep kargayı oynamayı düşünmüş, ama karga ile kırlangıcın ortak noktasının ilk harfi ve bazı seslerinden başka bir şey olmadığını görememiş. Gördüğü zamansa, kartal çoktan ölmüş, kırlangıç da son çeyreği yaşıyor. Hatay Sokak'ta telgraf teline asılı kalmış sarhoş bir kırlangıç: Cemal Süreya.
Profilden fotoğraf çektirmez edilgen görünür çünkü. Bütün fotoğrafları cephedendir. Daha görkemli görünür. Bu da bir tercihtir. Öyle olmayı istemektir. Cemal Süreya, açılmış geniş alnıyla daha çok bir düşünürü çağrıştırır. Ama bakışları yumuşak ve sevecendir. Ahmet Muhip'in, Fahriye Abla şiirindeki Erzincanlıyı çağrıştırır bana. Ama Fahriye Ablasını bulamamış bir (44 s.) Erzincanlı. Onun için de hayatı rakı ile aşk, daha doğrusu rakı ile kadın arasında gerilmiş bir ipte geçmiştir. Daha çok da kadından uzaklaşmadan rakı tarafında. Hep aşıktır, muhatabının olması da gerekmez.
Bazen acıyasım gelir böyle insanlara. Pek çok meziyet bir arada; yetenek, tahsil, çevre, kısmen para ama eksik olan bir şey var bu insanlarda. Bir bakıma yaptıklarını zannettikleri her şey o boşluğu doldurmak için. Ama, boşluk onu dolduracak şeyle dolar; topraktaki çukuru su ile doldurursan bir süre sonra boşalır. Cemal Süreya ve benzerleri böyle bir çukura su taşıyan ama çukuru daima boş bulan insanlar.
Mezar taşına adı tam olarak şöyle yazılmalıydı:
Kırlangıç Şair Charles Suarez Sisphos. (45 s.)
Selahattin İpek, "Portreler", Hece, Nisan 2008, Sayı: 136, s. 43-45.
Kırlangıç şair. Kendisini hiç görmedim, hiç dinlemedim, sesi nasıldı bilmiyorum ama bildiğim daha doğrusu tahmin ettiğim bir şey varsa sıradan bir insan gibi yaşadığıdır. Şair olmadığı zamanlar -ki öyle bir zamanı var mıydı?- elinde sigarası, çantasında -mutlaka yıpranmıştır- kitapları. Kızılay'daki salaş kahvelerden ya da meyhanelerden birinde oturuyor ve okuyordur.