« Anasayfa | Künye | Arşiv 20 Nisan 2024, Cumartesi
Gündem: Kültür-
Sanat
Gündem: Hayat
40i Gündem Nöbetçi Köşe
40PENCERE
Edeb Yahu
Nedret Kudret
Erdem Bayazıt Ey!

Gölgelik
Köksal Alver
Tek Söğüt

Dil Ağacı
İbrahim Demirci
Kafı Yutanlar

Kelimeler ve Şeyler
Abdullah Harmancı
Seni Ne İhtiyarlattı?

Mızrak ve İlmihal
Ahmet Murat
İmamın Hatırlanışı

Saksağan
Osman Özbahçe
Dünya Aklıma Yatmıyor

Şiir Çıkmazı
Mehmet Solak
Kimi, Nereye Götürür Şiir?

[ Edebiyat -> e-sohbet ]

Ayfer Tunç'la Söyleşi

01.04.2000 - 16:00

1989'da Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Ödülü'ne katıldınız ve birincilik ödülü aldınız. Sizi ödüle katılmaya iten etken neydi?

Seçimlerine ve görüşlerine değer verdiğim, önemsediğim edebi kişiliklerin yazdıklarımı değerlendirmesine ihtiyacım vardı. İyi bir jüri beni ödüllendirirse, bu bana doğru yolda olduğumu gösterecekti. Bir nedeni bu. Öte yandan o yıllarda edebiyat dünyasında varlık gösterebilmek ve kitap yayımlatabilmek için dergilerde görünmek ya da ödül almak iyi bir başlangıç sağlıyordu. Yazdıklarımı Öztürkçe-Osmanlıca açısından denetlemenin ötesine geçemeyen edebiyat dergileriyle ilk ilişkilerim beni fena halde hayal kırıklığına uğratmıştı. Yunus Nadi Ödülü'nün jüri üyeleri de çok saygı duyduğum, edebi anlayışlarına güvendiğim isimlerdi. Bu nedenle ödüle katıldım.


Ödülü kazanmayı bekliyor muydunuz?

Hayır. Saygın isimlerden oluşmaları jüriye yüzde yüz güven duymama yetmiyordu. Çünkü o yıllarda da edebiyat jürilerinin bildikleri, tanıdıkları isimleri kayırdıklarına dair yaygın bir inanış vardı. Benim de edebiyatın henüz uzağında biri olarak bu söylentilerden etkilenmemem mümkün değildi. Bir yanımla jüriye güveniyor, bir yanımla da ödül alamayacağımı düşünüp o koroya katılmaya hazırlanıyordum. Ama ödülü kazandım, çok şaşırdım ve sevindim.


Ya kazanamasaydınız, yazmaktan vaz mı geçecektiniz?

Vazgeçmeyecektim, ama ödüllerde birilerinin kayrıldığına ben de inanacaktım belki. Beklemediğim bu ödülü almamla aslında inanmaya hazır olduğum bir önyargı yıkıldı. Bunun bana çok yararı oldu. Çünkü kırgınlıkla yapılan edebiyat maluldür. Altında yatan haksızlığa uğramışlık duygusu edebiyatı zedeler. Bu açıdan şanslı olduğumu düşünüyorum.


Ödüllerin kazananlar üzerinde mi iyi etkileri oluyor bu durumda?

Benim gibi beklemediğiniz halde kazanıyorsanız iyi etkileri olduğu, en azından edebiyat ortamına güveni pekiştirdiği bir gerçek. Ama ödüllerin iyi/kötü etkilerine kazananlar ya da kaybedenler açısından değil, edebiyat ortamı açısından bakmak gerekir. Saygın ödüller edebiyat ortamını besler, geliştirir. Ama "veriverelim gitsin" anlayışı hem okurun hem yazarın gözünde ödüllerin değerini düşürür. Edebiyatı samimi heyecanların beslediği, edebiyatın hayatın içinde bir ağırlığı, saf ve güçlü bir yeri olduğu dönemlerde bazı saygın ödüllerin yarattığı etkilere bakarsak bunu daha iyi anlarız. Örneğin Türk Dil Kurumu Ödülü hangi dalda verilirse verilsin saygın bir ödüldü, bu ödülü almış yazarın okuruna ulaşma mesafesi derhal kısalırdı. Edebiyat okuyucusu da kendini yanıltmamış bu ödülün seçimlerini onayladığını söz konusu kitaba ilgi göstererek ortaya koyardı. Ödüllerin artması veya azalması değil, saygınlıklarının erozyona uğraması edebiyat ortamı üzerinde kötü etkiler yaratıyor.


Yazma dürtüsünü ilk hissettiğiniz zamanı hatırlıyor musunuz?

Elbette, okumayı öğrendiğim zaman.


Nasıl bir histi?

Ben de yazabilirim dedim. Bunun ancak bir çocuğun hissedebileceği kadar cesur bir duygu olduğunu şimdi görüyorum. Cahil cesareti yani. Elbette çocukça şeylerdi, ama sonuçta yazıyordum. Yazmanın ne anlama geldiğini, insanın niye yazma ihtiyacı duyduğunu bilmiyordum, merak da etmiyordum. Benim için müthiş zevkli, oynarken kendimi unuttuğum bir oyundu yazmak. Tıpkı okumak gibi.


Ne zaman bir anlam verdiniz yazmaya?

Uzun süre sadece bana ait bir eylem olarak yürüdü yazmak, ilkokulda, ortaokulda. Ama lisede yazmanın benim yaptığımdan ötede bir anlamı olduğunu, yazar olmanın ne demek olduğunu kavradım ve korktum, bıraktım yazmayı. Yine de gizli gizli bir faaliyet olarak sürdüyse de kayda değer değildir. Üniversitenin ilk yıllarında bu defa ne yaptığımın farkında olarak yazmaya başladım. Alanlarımı aradım, edebi türlerle ilişki ve bağlantı kurdum, kendimi edebiyatın neresinde iyi hissedeceğime baktım. Daha mantıklı ve bilinçli bir çabaydı.


Beslendiğiniz kaynaklar nelerdi?

Şehirden, hayattan, insandan şundan bundan kısmen beslenmiş olsam da; en çok okumaktan beslendim. Okumayı yazmaktan çok daha fazla ciddiye almayan bir yazarın kuruyacağına inanırım. Yazarın temel kaynağı okumaktır. Ömrümüz öyle kısa ki, çağlar boyunca yazılmış yığınla çok iyi kitabın, insanı umutsuzluğa düşürecek kadar küçük bir miktarını okumamıza elverir. Bu nedenle okuyacak bir şey bulamadığını ima edenlere şaşarım. Okumak benim için iki türlü kaynak oluşturur. Okumayanın güdükleşeceğine inanmamın yanı sıra, okumak beni yazmaya yöneltir. Her iyi kitabın üstümde yarattığı ilk etki yazma ihtiyacı olmuştur. Bunun ne kitabı olduğunun hiç önemi yok. Şiir de olabilir, (ki en çok şiir herhangi bir şey yazma arzusu doğurur bende) pozitif bilim de. Ayrıca okumak çok zevklidir. Gerçi okumanın o olağanüstü lezzeti herkes için çocukluğa mı özgüdür, merak ederim. Çocukluğumda özellikle yaz tatillerinde gölge bir odada kitap okurken yemek saati gelecek, annem sofraya çağıracak diye canım sıkılırdı. Şimdi de çok zevk alarak okuduğum kitaplar var. Ama yine de çocukluğun okumalarını ayrı tutuyorum. Sanırım bu zevkin içinde öğrenmenin lezzeti de büyük yer tutuyordu, çünkü çocuksunuz, hayat hakkında bir şey bilmiyorsunuz ve her kitap yıllar sonra edineceğiniz tecrübenin kılavuzu gibi.


Bir söyleşinizde edebiyatta ustalık kavramından hoşlanmadığınızı söylemiştiniz. Bunu biraz açar mısınız?

Bunun "hissi" ve "akli" birçok sebebi var. Bir kere usta sözcüğünü klişe malzemesi olarak görüyorum. Usta şair, usta yazar, edebiyatımızın büyük ustası... Bu sıfatla anılana haksızlık olacak kadar klişe geliyor bana. Ustalık kavramı sanattan çok zanaatı çağrıştırıyor. Yaratıcılıktan çok mahareti, hüneri vurguluyor. Yazmanın reçetesi, püf noktası, hilesi, şifresi, sırrı yoktur. Yazmak açık bir eylemdir. Oysa ustanın reçetesi olur, bir reçeteyi devreder çırağına. Usta ancak çırağı varsa ustadır, yazarın çırağı olamaz. Bir yazar, ustalık kavramı içinde ancak kendisinin ustası ve kendisinin çırağıdır, devredilemez bir eylemdir yazmak. Edebiyatta majör figürler, minör figürler, çağ açanlar, kendi aşanlar, olduğu yerde sayanlar vardır. Bunları ustalıkla nitelemek edebiyatı hafifsemek olur.


Bir öykü nasıl başlar, nasıl devam eder sizde?

Yazan insan, başkalarından farklı biçimde etkilenen insandır. Bu etkilenme bilinç ile bilinçdışı arasında bir yerde filiz verir diye düşünüyorum. Benim de birçok yazar gibi daimi ve geçici meselelerim var. Daimi meselelerim: yaşam-ölüm-toplumsallık, geçici meselelerimi kavrar. Daimi meselelerimi harekete geçirecek etkilenmenin ne olduğunu bilemem, ancak hissederim. Genellikle herhangi bir nedenle hırpalanan insana ait bir görüntü ya da bir his yazmayı tetikler. Çok uzun sürede yazıyorum, bu süre içinde geçici mesele ile daimi mesele arasındaki ilişki defalarca kurulup bozuluyor, sürecin büyük bir kısmı yazma anının içinde gerçekleşiyor. Bir açıdan da yazmak benim için ayıklamak eylemi denebilir, yazılan onlarca sayfadan ayıklananlarla varılan bir bütün.


Yazarken sizi besleyen, yönlendiren kaynaklar nelerdir?

Yazma süreci boyunca beni besleyen kaynak yine okumak oldu hep. Okuduğum şeylerin zihnimde yarattığı değişimlerin o sırada yazmakta olduğuma etki ettiği, bütünü tümüyle yıktığı veya bir bölümünü yeniden yapılandırdığı çok oldu. Hatta giderek, yazma süreci içinde daha çok okuma ihtiyacı duyuyorum. Ama ben beslenmesinin kaynağını tümüyle "yazılmış" olana, yani kitaplara bağlamış, kapalı kapılar ardında yaşayan biri değilim. Hayat, kitapları da içeren bir kaynaktır. Kitaplar hayat kaynağından nasıl yararlanacağımızın yolları hakkında fikir verir. Örneğin "şehir" benim ben'liğimin önemli bir parçasını oluşturur, şehre ilişkin bir tanımım vardır. Kendimi şehre ait hissederim. Dolayısıyla şehir tüm varlığıyla yazdıklarıma kaynaklık eder, ama şehri okumanın ve anlamanın binlerce yolunu kendim keşfedemem, ancak okuyarak görebilirim. Örneğin Cemal Süreya'nın "Bir Şehrin Dışardan Görünüşü" şiiri ya da Edip Cansever'in "Umutsuzlar Parkı" şehri farklı biçimlerde okuma ve anlama yollarını açar önümde. Ya da kaybetmiş insana dair kendi oluşturduğum imgeleri çoğaltan, hem tecrübelerim hem de okuduklarımdır.


Kapak Kızı ilk romanınız, romana yönelmenizdeki etken neydi?

Samimi bir cevap vereyim, deneme ihtiyacı. Yazma serüvenime baktığımda anlamlı başlangıcımın Mağara Arkadaşları kitabımla olduğunu düşünüyorum. Saklı çok daha nahif, çok daha acemi bir ilk kitaptı. Kapak Kızı'nı Saklı'dan sonra yazdım. Kapak Kızı'nı yazdığım dönemde tek bir metinle kesintisiz uğraşma ihtiyacı hissetmiştim. Ayrıca roman yazmayı 'denemek' istemiştim.


Roman ve öykü arasında nasıl bir ilişki görüyorsunuz, ya da farkları sizce neler?

Biliyorsunuz, edebiyatta tür ayırımı giderek zayıflıyor. Roman ve öykü arasındaki akademik farklar da geçerliliğini hızla kaybediyor. Yine de bence, aralarındaki temel fark, yapıdır. Roman öyküye göre daha fazla yapısal kriterlerle okunur. Roman bize bir inşa faaliyeti sunar. Düşüncelerin ve meselelerin inşası. Öykü bir düşünce inşası sunmaz demek istemiyorum, hele bir öykü yazarı olarak; ama roman birden fazla düşünce ve meselenin örüldüğü kunt bir yapı olmalıdır. Olmayacaklardan gidecek olursak, iyi bir öykü tek bir duygunun ya da düşüncenin yarattığı bir yapıyla yükselebilir, ama bu yapı romanı taşımaz. Birden fazla düşünce ve meselenin gevşekçe birbirine bağlandığı bir roman da, iyi bir öykünün yarattığı yapıya yenik düşer. Her ne kadar kriterler değişiyor olsa da bazı kriterlerin değişmesi zor görünüyor bana. Örneğin uzunluk. Yüz küsur sayfalık iyi bir öyküden söz edebiliriz, ama on sayfalık iyi bir romandan söz edemeyiz.


Öykü genellikle romana geçiş olarak algılanıyor. Siz de aynı kanıda mısınız?

Öykülerinde romanlarının zeminini hazırlamış yazarlar vardır, bu onların büyük romancı veya önemli öykücü olmalarını engellemez. Örneğin Ahmet Hamdi Tanpınar bence "Yaz Yağmuru" adlı öyküsünde Huzur'un ya da "Acıbadem'deki Köşk" adlı öyküsünde Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün temel meselesiyle haşır neşir olmuştur, ama her iki öykü de çok iyi öykü, her iki roman da birer başyapıttır. Öte yandan hem öyküyü hem romanı birer kunt yapı olarak kurmuş yazara örnek olarak Oğuz Atay'ı verebilirim. Korkuyu Beklerken'de yer alan öykülerin romana geçiş öyküleri olduğunu söylemek olanaksız. Ya da Sait Faik'i düşünelim, eğer öyküyü romana geçiş olarak kullandıysa çok başarısız oldu demektir, çünkü iki romanı öykülerinin yanında çok zayıftır. Tomris Uyar hiç roman yazmadı, yazamayacağı için mi? Hayır. Leyla Erbil olağanüstü öyküler ve bence hâlâ hakkı teslim edilmemiş müthiş romanlar yazdı. Öykünün romana geçiş olarak algılanması bence en hafif deyimle bilgisizliktir.


Bundan sonraki projeleriniz neler?

Yine yazmak. Yazmakta olduğum şey hakkında konuşmak istemiyorum. Çünkü uzun yazma sürecim boyunca tasarladıklarım ile gerçekleştirdiklerim arasındaki farklar benim için öğretici oldu. Zaman yazılmakta olanı değiştiriyor, böylece vaktiyle söylenmiş söz hükmünü yitiriyor.

(Feridun Andaç, Dünya)

1989'da Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Ödülü'ne katıldınız ve birincilik ödülü aldınız. Sizi ödüle katılmaya iten etken neydi?  
MetinlerTümü »
» İkiz Yörünge Üstü Bir Cambazın Tek Seferlik Dansı / Mehmet Uğraş
» Durak / Suat Alan
» Meydan ve Kahvehane / Necip Mahfuz'dan Çeviren: Yusuf Sami Samancı
» Mutluluk Hastalığı / Necip Mahfuz'dan Çeviren: Murat Göçer
» Fazilet Mükâfâtı / Reşat Nuri Güntekin (Çevrimyazı: Elif Hafsa)
YarışmalarTümü »

» Öğretmenler Duysun Öğrenciler Katılsın
» Alvarlı Efe'de İlâhi Aşk Konulu Yarışma
» Ceyhun Atuf Kansu Ödülü Başvuruları Başladı
» Cemal Süreya Ödülü'ne Başvurular Devam Ediyor
» Ümit Kaftancıoğlu Öykü Ödülleri
Edebiyat DergilerindenTümü »

» Düşman Kazanma Sanatını Bilen İnsan / Sami Güçlü
» Hamdolsun Teşrifatçı Değilim / Hüseyin Akın
» Babam Gelmiş Babam Gitmiş Türkiye Varmış Türkiye Yokmuş / Osman Özbahçe
» Epik ve Dramatik Şiir Hakkında / Goethe-Schiller
» Evden Bozma Bir Pansiyon / Hayriye Ünal

Yorum yazabilmeniz için üye olmanız gerekiyor. Üye olmak için tıklayın.

(Üye iseniz sayfanın en üstünde sağ tarafta yer alan kısımdan giriş yapmalısınız.)


Henüz yorum yapılmamış.

Üye Girişi
Kullanıcı adı
Şifre
Beni hatırla
Şifremi unuttum!
Ücretsiz Üye Olun!
Son 10 Yorum
toplantı (10.12.2013 - 17:25)
tek söğüt (26.02.2013 - 01:08)
yok var, var var (26.02.2013 - 01:06)
Hoş bir yazı (17.08.2012 - 00:19)
beklerken (27.05.2012 - 21:07)
bir yorum (21.12.2011 - 20:20)
bir yorum (21.12.2011 - 20:13)
işte tam da böyle (18.11.2011 - 20:37)
Gitmek (18.11.2011 - 19:53)
ELİF LAM RA (28.10.2011 - 00:02)
Yorum için üye olun!