« Anasayfa | Künye | Arşiv 16 Ekim 2024, Çarşamba
Gündem: Kültür-
Sanat
Gündem: Hayat
40i Gündem Nöbetçi Köşe
40PENCERE
Edeb Yahu
Nedret Kudret
Erdem Bayazıt Ey!

Gölgelik
Köksal Alver
Tek Söğüt

Dil Ağacı
İbrahim Demirci
Kafı Yutanlar

Kelimeler ve Şeyler
Abdullah Harmancı
Seni Ne İhtiyarlattı?

Mızrak ve İlmihal
Ahmet Murat
İmamın Hatırlanışı

Saksağan
Osman Özbahçe
Dünya Aklıma Yatmıyor

Şiir Çıkmazı
Mehmet Solak
Kimi, Nereye Götürür Şiir?

[ Edebiyat -> e-sohbet ]

"Hattatlığın Üç Şartı... Sabır, İstidat, Azim..."

01.04.2000 - 16:00

"Hattatlığın en ağır şartlarından birisi sabır, en ağır şartlarından birisi istidat, en ağır şartlarından birisi azim. Rahmetli Hattat Halim Efendi, gelip de yarım bırakanlardan iyice bıkmış ki; ben azimli talebe isterim, ben azimli talebe isterim, dermiş. Çok istidatlı olabilir ama azmetmez ise istidat da geçersiz."

Hattat Dr. Hüseyin Öksüz ile Söyleşi...


Hocam bize biraz kendinizi tanıtır mısınız?

Ben 1944 Konya doğumluyum. İlkokulu Köprübaşı İlkokulu'nda okuduktan sonra bir müddet hafızlığa çalıştım. Sonra İmam Hatip Okulu'na girdim. Liseyi de Gazi Lisesi'nde tamamladıktan sonra, İstanbul'da eczacılık tahsiline başladım. Eczacılık'ta okurken, Hattat Hamit Hoca'ya devam ettim. Hatta, eczacılığı tamamladıktan sonra da devam etti çalışmalarım on-on iki yıl. Ondan sonra da icazet aldım. Ta'lik yazı için de, meşhur hattatlarımızdan yine Eczacı Uğur DERMAN Bey'den ders aldım. Konya'ya döndükten beri hat sanatıyla uğraşıyorum. Şunu da söyleyeyim: Hüseyin imzalı Türkiye'de üç hattatımız var. Hüseyin KUTLU var; O da Konyalıdır. Bir de Hüseyin GÜNDÜZ var. Tabii bunlar Türkiye'de hat camiasında tanındıkları için, imzalarını Hüseyin diye attıkları zaman karıştırılıyor. Ben ilk başlardan beri Medineli Ali Ulvi Ağabeyimizin kardeşi olan Ziya Ağabeyimizin hatırlatmasıyla "KONEVİ" mahlasını kullandım. İmzamla beraber Hüseyin yazarsam, mutlaka yanında Konevi ismini de yazarım. Bazen de sadece Konevi yazıyorum. Diğer Hüseyin'lerden benim imzam bu şekilde ayrılmış oluyor.


İmam Hatip'te okuduğunuzu söylediniz. Rahmetli Hacıveyiszade Hocamız o yıllarda İmam Hatip'te mi idi?

Evet. O yıllarda İmam Hatip'e geliyordu ama bize gelmiyordu. Ben, Hocaefendi vefat ettiğinde birinci sınıfta idim. Ve şubat tatili idi. Tabii Hocaefendi okula geldiği zaman biz talebeler iki tarafa dizilir -faytonla gelirdi genellikle- sıraya dururduk. Hocaefendi herkese selam vererek okula girerdi.


Peki Sayın Hocam, eczacılık yaptınız mı?

Eczacılık yaptım. 1970'de Eczacılık'ı bitirdikten sonra eczane açtım. Aziziye Camii'nin karşısında Türbe Caddesi'nde 10 yıl eczacılık yaptım bilfiil. Sonra bıraktım.


Eczacılık Fakültesi'nden 4 yılda diploma aldınız fakat hattatlıktan 12 yılda icazet aldınız. Rahmetli Hamid Hocamız'la 12 yıl sürdü mü çalışmalarınız?

Evet 12 yıl sürdü. Ben eczacılığa devam ettiğim yıllarda zaten haftada bir, ders göstermeye giderdik. Ama tabii hat öğrenmenin bir metodu var, bir tedrisatı var. O tedrisat tamamlanmamıştı daha. Hatta başlardaydım henüz. Rabbiyessir'den sonra harflerin teker teker yazılmaları var, birleşik yazlmaları var. İşte o safhardayım. Ama okul bitti. Tabi çok üzülüyorum, çünkü çalışmayı çok seviyorum. Hocaefendi'ye veda etmeye gittim. Hocam, dedim; ben okulu bitirdim. İstanbul'da da kalmayı düşünmüyorum, size veda etmeye geldim deyince, Hocaefendi, 'aman evladım sakın bırakma yazıyı' dedi. Peki hocam nasıl yapacağım, dedim. 'Bak evladım, sen dersini yaz, mektupla bana gönder, ben tashihini yapar sana gönderirim' dedi. Böyle bir formül hiç hatırıma gelmemişti. Belki hayatımda en sevindiğim anlardan biriydi o an. İşte böylece ben, eczaneyi açtıktan sonra mektupla devam ettim. Sonra mektuplar bazen gecikiyordu falan. Bir hatıra anlatayım: Gönderiyorum, on beş gün geçiyor cevap gelmiyor, bir daha yazıp gönderiyorum. Sora yazıyorum: Hocam, on beş gün oldu mektup gönderdim cevap gelmedi, diye. Bir gün baktım, dersin altına yazmış Hocaefendi güzel rık'asıyla: 'Aziz Evladım, bahis mevzuu ettiğiniz mektup ihtimal ki puluna tamaen zayi olmuş olabilir. Kusura bakmayın, bir daha geciktirmem.' Yani hala hatırımdadır o cümle. Çok dokundu bana. Hoca özür diliyor benden ki onun bir kusuru yok. Sonra gecikmeler sıklaşınca, başka bir arkadaşla göndermeyi düşündüm. O arada, şimdi meşhur mimarlarımızdan olan Muharrem Hilmi ŞENALP, Teknik Üniversite'de okuyor. Ona söyledim. Tamam abi, dedi. Ben ona verirdim o götürür, tashihini yaptırır, bana gönderirdi. Dolayısıyla Hilmi Şenalp'te Hocaefendi'den çok hatıralar var. Hilmi Bey sempatik bir gençti. Hocayla sohbet eder, konu açar, hoca da hoşlanır... Öyle olunca Hoca da ona çok şeyler anlatırdı. Şimdi yeri gelmişken bir hatıra anlatalım: Hilmi Bey diyor ki: Bir gün gittim, baktım, kapıda bir yazı: 'meşgulüm, rahatsız edilmemesi rica olunur'. Döndüm gittim. Oraya da (Cağaloğlu), Beşiktaş'tan geliyorum. Üç dört gün sonra yine geldim. Baktım aynı yazı duruyor. Uzaktan geldim diyerek açtım kapıyı girdim içeriye. Hoca içerde oturuyor. Beni görünce 'Ooo evladım gel gel de bir insan yüzü görelim yahu, kaç gündür hiç kimse gelmiyor.' demiş. 'Hocam, kapıda bir yazı var, ben geldim, dönüp gittim...' 'Ne yazısı evladım?' demiş Hoca. Kapıya 'rahatsız etmeyin diye bir yazı yazılmış, siz yazmadınız mı? 'Yok evladım ben yazmadım' demiş. Meğer o günlerde M.E.B., Hocaefendi'ye bir 40 Hadis -sonra basıldı- yazdırmak için sipariş vermiş. Hoca'dan da acele istemişler. Hoca; tamam acele yazarım, demiş ama; Hoca'nın haberi olmadan, geleni gideni çok olur diye, o yazıyı yazıp kapıya asmışlar. Hilmi'nin böyle bir hatırası var. Diğerlerini de yeri geldikçe anlatırız.


Peki hocam hat sanatı ile iştialinize neler vesile oldu? Kimlerden etkilendiniz?

Efendim hatla uğraşmak... Hafızlığa çalışırken, Kur'an-ı Kerim'in kenarlarına veya başka kağıtlara kurşun kalemle yazardım. Sonra İmam Hatip'te, resim dersini vb. dersleri çok seviyordum. Hatta 3. sınıftaydı zannedersem, resim hocamız benim resimlerimi okulun duvarına astı, 8-10 tane falan. Arkadaşlar, teneffüste benim resimlerime bakarlardı. Benim o yıllarda yaptığım resimlerden hemen hemen bir tanesi kalmış elimde. Diğerlerinin hiçbiri yok. Hep verirdim, hocalarda kalırdı. İade etmezlerdi benim resimlerimi. Resim dersini seviyordum ve zaten tam not alıyordum. Sadece o değil, müzik dersini de seviyordum. Müzikte de istidadım vardı. Sonra İstanbul'da Eczacılık'ta bir yılımız geçti. Musiki çalışmalarına gidiyordum. Ney derslerine de başlamıştık. Bir gün bizim Hüseyin KUTLU, -o benden bir yıl sonra gelmiştir İstanbul'a, tabii Konyalılar olarak birbirimize gider geliriz- baktım iskemlenin iki ayağını kesmiş, rahle gibi duruyor iskemle. Kağıtlar, kamışlar falan... Ne yapıyorsun, dedim. Hatt'a çalışıyorum abi, dedi. Nasıl çalışıyorsun, dedim. Baktım bir şeyler yazmış. Anlattı Hamit Hoca'ya gittiğini vs. O anda içimde bir şey doğdu. Ben de gitsem kabul eder mi? Gidelim abi, kabul eder, dedi. O şekilde, ilk ders cumartesi imiş, beraber gittik. Hamit Hoca yaşlı... Anlattım Eczacılık'ta okuduğumu falan. Peki dedi. Kalemlerinin arasından bir kalem çıkardı. İlk 'rabbiyessir'i yazdı. O kalemi de bana verdi. Hala saklıyorum ben o kalemi. Ve otuz yıl geçti...


Rabbiyessir, herhalde "ilk" değil mi hattatlıkta?

Evet, hattatlar bunu gelenek haline getirmişler. Rabbiyessir duasını yazarak başlamışlardır. Gelenekler arasında şu da var: Talebe, kalemini hattatların şeyhi olan Şeyh Hamdullah'ın kabrine gömerler, bir hafta durur orda, çıkarıp o kalemle başlarlarmış.


İstanbul'da değil mi Şeyh Hamdullah?

Evet.


Peki herkesi kabul ediyor muydu Hamit Hoca?

Hamit Hoca bildiğim kadarıyla herkesi kabul ediyordu o yıllarda. Yani kim gelirse 'Ooo aferin evladım' diyerek gençleri teşvik ediyordu. Tabii o zaman bazı arkadaşlar Hoca'ya gidip, 'Hocam ben de çalışmak istiyorum' derlerdi. Maksatları, Hoca'ya rabbiyessir yazdırmak... Rabbiyessir'i yazdırıp bir daha Hoca'ya uğramayanlar çoktu. Ama onu yazmak kolay değil. Hocaefendi emek çeker, belki yazarlar niyetiyle başlatırdı.


O zamanlar tahminen kaç kişi vardınız devam eden?

Dört-beş kişi. Hepsi bu. Orda Hasan Çelebi'yi görüyorduk. Bir Abdülvahap Bey vardı, sonra vefat etti o zat. Adanalı Fatih Bey'i biliyorum. Hüseyin Kutlu Hoca ve Ben... Başka? Belki hemen o kadar. Bir de başka gün gelenler olabilir bizim görmediğimiz. Çok değildi yani.


Kaç yılları?

1967 falan. İşte ilk dersimi götürdüğüm zaman, daha görür görmez şöyle geriden tutup baktı: Aferin evladım, maşaallah maşaallah ne güzel yazmışsın evladım. Siz bu yazıya daha evvel çalıştınız mı evladım?, diye sordu. Bu da bir pedagoji ilmi tabi. Ben de zannediyorum ki benim yazıyı çok beğendi. İbtidai bir yazıydı. Ama O'nun beğenmiş olması, Hocam'a bağlılık açısından belki bir perçinleme olmuştu o gün.


Peki ilk yazınız duruyor mu? İlk yazdığınız Rabbiyessir ile ilgili düşünceniz nedir?

Duruyor. Yalnız, ben onları bir ara, karalamalar şeklinde kesmiştim. Hata etmişim tabi. O şekilde muhafaza edemedim. Hocanınkileri çıkartıp, kendi yazdıklarımı attım falan derken böylece karalamaları, onlara çalışmak için yapıştırdım. Ama yine de var.


Çok ciddi sabır isteyen bir sanat herhalde?

Çok şartları var. En ağır şartlarından birisi sabır, en ağır şartlarından birisi istidat, en ağır şartlarından birisi azim. Rahmetli Hattat Halim Efendi, gelip de yarım bırakanlardan iyice bıkmış ki; ben azimli talebe isterim, ben azimli talebe isterim, dermiş. Çok istidatlı taleb olablir ama azmetmese istidat da geçersiz. Onun için, çok şartları var.


Herhangi bir maddi ücret sözkonusu muydu?

Bizde gelenektir, hattatlar hiçbir zaman parayla öğretmezler. Bizde hattatlığıyla geçinen çok var. Meslek edinmiştir, ama hiçbir zaman parayla öğretmemiştir. Ben bir gidişimde, -mektupla göndersem de, sık sık kendim gidiyordum. Baktım; 'her ders yüz liradır' diye bir yazı asmış. Hocam ben de dahil miyim, diye sordum. Yok evladım estağfirullah, bunu gelip gelip de gidenler için yazdım, dedi. Benim zamanımı alıyorlar dedi. Kat'iyyen öyle bir şey yok, dedi.


Hatla ilgili güzel bir söz var: Hat, elin dili, dilin elidir. Siz önce musiki ile de ilgileniyordunuz. Ama sonradan hattatlık ağır basmış herhalde. Neyzenler duymasın, hattatlık öne geçmiş. Arasıra da olsa ney üflüyor musunuz Hocam?

Tabi zaman zaman kendim için üflediğim oluyor. Bazen de evde misafir olursa, isterler. O da sebep oluyor, bu vesileyle üflüyorum.


Peki neyde bir hocanız oldu mu?

Evet. Sanatlar zaten kendi kendine olmaz. Her sanatta usta çırak usulü geçerlidir. Benim ilk ney hocam, ilk hat hocamdır aynı zamanda: Selahaddin Hidayetoğlu... Benim, Konya'da kalemi elime ilk tutuşturan hocamdır Selahattin Hidayetoğlu. İstanbul'da ilk ney öğrendiğim kişi de O'dur.


Peki hat sanatı nasıl başlamış? İlk ustası kimmiş? Bu yazı ilk nasıl yazılmış?

Başlangıcı biraz uzun. Kısa geçelim. İslamiyet'ten önce Arap Yarımadası'nda belli başlı iki çeşit yazı kullanılıyormuş. Biri Güney Arabistan'da Fatımi yazı -çeşitli isimleri var-, diğeri de kuzey bölgelerde Şami yazı. Bunların da farkları şu: Fatımi yazı daha köşeli, Şami yazı ise yuvarlak karakterli. Ama bunlar bizim bildiğimiz kufi yazının ilkel şekilleri. İslam'la beraber vahiy katipleri Kur'an-ı Kerim'i yazmaya başladıkları zaman, o devirde bilinen bu yazıyla yazmaya başladılar. Fakat hemen birdenbire değil de, o günlerden başlıyor yazının sanatlaşması. Ondan sonra Kufe'de Hz. Ali Efendimiz zamanında Kufi yazının ilk temelleri tesbit ediliyor. İlk kufi yazıyı da Hz. Ali yazmış oluyor. Bu yazıya müsned çeşitli isimler de vardır. Bu şekilde Abbasiler'e kadar devam ediyor. Abbasiler zamanında yedi çeşit yazı vardır. Biz yedi kalem de deriz. İbn Bukle ve İbn Bevvab -aralarında bir asır vardır- bu yedi çeşit yazıyı geliştirmişler. Sonra yine Abbasi halifelerinin kölesi olan Yakut-u Mustasımi adlı zat ki araştırmalara göre Amasyalı olduğu söyleniyor; işte ilk hattat O'dur. Yani hattat denilen ilk kişi. Yakut'un getirdiği yenilik, kalemin ağzını ilk kez eğri kesmesidir. Bugün çok nadir de olsa Yakut'un yazdığı Kuran-ı Kerim'lere rastlanıyor. El değiştirdiği zaman trilyonlarca değeri olan eserlerdir.


Siz hiç gördünüz mü?

Ben resimlerini gördüm. İşte Yakut ile başlayan hat sanatında yazının Türkleşmesi dönemi başlıyor. Hat sanatının Türklere intikal devri diyelim bu döneme. Yine Amasyalı olan Şeyh Hamdullah ile, Amasya'da valilik yapan II. Beyazıt tanışıyor. Padişah olunca Şeyh Hamdullah'ı da İstanbul'a getiriyor ve II. Beyazıt O'nunla hat çalışmaya başlıyor. Bir gün soruyor: Hocam, diyor; bu yazımızı Türklere has tarzda yazamaz mıyız? İşte bu soru, hat sanatında bir merhale olmuştur. Bundan sonra Şeyh Hamdullah erbain çıkartıyor. Yani kırk gün inzivaya çekilip bu yedi çeşit yazı üzerine kırk gün çalışıyor. Bu yazıları yepyeni bir şiveyle yeni bir tarzda yazıyor. Ve ilk defa bu şekilde Türk damgası yazımıza bu şekilde girmiş oluyor. Ama yazının zaten fıtratında sanat olmaya temayül var, sonsuz bir sanat istidadı var. Yani sanatkarlar yüzlerce yıl uğraşsalar bitiremezler bu yazıyla sanat yapmayı.


Biraz önce bahsettiğiniz, hattatların kalemlerini kabrine gömdükleri zat, Şeyh Hamdullah değil mi?

Evet. Zaten Karacaahmet'tedir mezarı ve sonraki birçok hattat onun civarına defnedilmeyi vasiyet etmişler. Onun için Şeyh Hamdullah'ın kabrinin bulunduğu yere Hattatlar Sofası denir. Hamit Hoca da oradadır. Yani orada Türk hat sanatının başlangıcı ile müntehası, sonu birarada. Tabii oraya çok şey yapılmazı icab der. Bir anıt veya türbe vs.


Peki Hocam, meşhur bir söz vardır: Kuran-ı Kerim Arabistan'da indi, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı, diye?

Bu boşuna söylenmemiştir. Bunu herkes kabul eder. Arap hattatlar da böyle söylemişlerdir.


Hala devam ediyor mu?

Devam ediyor.


Yani Türkler'in hat sanatındaki hakimiyetleri devam ediyor?

Evet. Hamit Hoca 1982'de vefat ettikten sonra İslam Konferansı Teşkilatı kuruldu. O teşkilatın birimlerinden, İstanbul'da "İSLAM SANAT TARİH ve KÜLTÜR ARAŞTIRMA MERKEZİ" var, "İSLAM KÜLTÜR MİRASINI KORUMA KOMİSYONU" var. Merkezi Cidde'dedir. Başka birimler de var. İstanbul'daki IRCICA'nın başına o zaman doçent olan Prof. Dr. Ekmeleddin İHSANOĞLU Bey getirildi (1982). Mısır'da doğup büyüyen Ekmeleddin Bey, aslında kimya profesörüdür. Hamit Hoca'yı, hat sanatını iyi tanıyan bir kimsedir. Dolayısıyla Hamit Hoca'nın vefatından önce, hayatıyla ilgili bir belgesel hazırladılar. IRCICA, uluslararası bir hat yarışması düzenledi. Bunu bütün dünyaya ilan ettiler. Tabii büyük bir masrafı vardı: 50 bin dolar. Suud Hükümeti bunu karşıladı. Diğer hizmetleri de İstanbul'da olmak üzere bir yarışma tertip edildi 1986'da. İslam devleti olsun olmasın, Amerika'dan Güney Afrika'ya kadar her tarafa ilan edildi. Yazılacak metinleri bir jüri tesbit etti, şartları belirledi. Neticede bütün dünyadan 350 kişi eser gönderdi. İşte orada Türk hattatları birinci oldular. Belki de hat sanatı tarihinde böyle bir müsabaka yok. İlk yarışmaydı bu. O gün için beş dalda; yani sülüs, nesih, ta'lik, celi ta'lik, celi divani dediğimiz beş dalda yapıldı. Beş daldaki beş birinci de Türkler'den oldu. Her dalda bir tane birinci, üç mansiyon, dört de teşvik ödülü vardı. Acizane, onlardan biri de benim. Diğer dallarda da aldığım ödüller oldu; celi ta'likte, celi sülüste... Celi divanide birinci oldum. Celi ta'likte birinci mansiyon aldım. Celi sülüste ikinci mansiyon aldım.


Peki Hocam, bugüne kadar yaklaşık ne kadar ülkeye gittiniz?

Şimdi tam söyleyemeyeceğim sayısını.


Peki hatıralarınızda, gidip de özel ilgi gördüğünüz neresi var? Mesela Mısır'dan bir hafız gelse pek çok kişi merak edip onun Kur'an-ı Kerim okuyuşunu dinlemeye gider. Bunun gibi sizin de bir Türk hattatı olarak ilginç bir hatıranız var mı?

1988'de Saddam Hüseyin bizi Bağdat'a davet etti. Sadece bizi değil, tüm dünya hattatları vardı. Bir festival düzenlenmiş. Yaklaşık 170 kişi vardı. Ve altıyüz küsur levha... Herkes tabii dörder beşer eser getirmiş. Orda bir sergi açıldı. Bir jüri teşekkül ettirildi. On tane de levha seçildi. Onlardan biri de benimdi. O on levhanın arasına seçildi. Orada her devletten hattatlar vardı. Oraya gelenler diğer levhalara şöyle bir baktıktan sonra hemen bizim levhaların başında toplanıyorlardı. Tabii bilhassa anlayanlar... Bağdat, Irak, Türkiye'den sonra en ileri ülkelerden biridir. Ondan sonra orada sohbet ederken, birisi beni takip ediyormuş. Ben peçetelere falan çiziyorum. Şöyle yapılır vs. gibi tarif ediyorum. O çok heyecanlanıyor. Bu arkadaş Tunuslu. O da hattat olarak oraya gelmiş. Yazılarını falan gördüm, bize göre ibtidai sayılır. Neticede, o arkadaş benden ders almak talep etti. Ben de biraz nazlandım falan, ama baktım ciddi; mektupla başladık. O arkadaşa dedim ki; bütün bildiklerini unutacaksın. Bugüne kadar hat sanatıyla ilgili ne biliyorsan unutacaksın. Sadece benim gösterdiklerime çalışacaksın... ve sekiz yıl çalıştık. Sonunda icazet vermek gerekiyordu. IRCICA'da bir program yapıldı. Tunus konsolosu da vardı. Konsolos bizi Tunus'a davet etti: Tunus devleti bir sanat merkezi açacaktır. Oraya sizi şimdiden davet ediyorum. Orada hat sanatı çalışmaları yapılacaktır. Ben de teşekkür ettim. Biz IRCICA'dan 11 kişilik bir heyetle Tunus'a gittik. Tunus'ta "BEYTÜ'L-HİKME" adını verdikleri eski bir Osmanlı valisi köşkü: Onlar "bey" diyorlar, Tunus Beyi'nin evi. Orada 18 gün kaldık. Tunuslu hattatlara, hat nasıl çalışılır vs. anlattık. Şimdi bizim o talebemiz de oranın popüler hattatlarından oldu, hem de bir Türk hattatından icazet aldığı için.


Peki Tunus karakterini yine yansıtıyor mu yazılarına?

Yansıtıyor ama; bütün hattatlar için Türk tarzı bir mihenktir. Ne kadar kendi üsluplarını yansıtsalar da, yine örnek aldıkları hattatlar Türk hattatlardır. Türk üslubuna benzetmeye çalışırlar. Okumada nasıl ki Mısırlılar örnek alınıyorsa, yazmada da Türkler örnek alınır.

"Hattatlığın en ağır şartlarından birisi sabır, en ağır şartlarından birisi istidat, en ağır şartlarından birisi azim. Rahmetli Hattat Halim Efendi, gelip de yarım bırakanlardan iyice bıkmış ki; ben a  
EkstraTümü »

» Kaypak Yorgunluk / Mehmet Uğurlu
» Ne Mürid İsterim Ne De Mürşid (Üç Kitap, Üç Figür: Mevlana, Şems ve Kimya Hatun) / Mevlüt Uyanık
» Otuz İki Kısım Tekmili Birden İlhan Berk / Sıddık Akbayır
» "Renga" Üzerine / Nurullah Turan
» Tolstoy'un Ölüme Yolculuğu / Ferhat Uludere
KırkpâreTümü »

» Suç Bende / Deniz Işık
» Sesinden İçmek Senin / İnci Okumuş
» Gittin / Ramazan Özer
» Akasya Ağacı / Atilla Akın
» Son / Senem Gezeroğlu
Tekrar YayınTümü »

» Simetrim Kalkıyor Breh / Vural Kaya
» Edebiyat Ödüllerinin Günahı ve Sevabı / Refik Durbaş
» Yüzdeki Tırnak İzleri ve Pamuk Terörü / Kaan Arslanoğlu
» Sözleşme-II / Seyhan Arslan
» Meczubun Kefaret Bandoları / Vural Kaya

Yorum yazabilmeniz için üye olmanız gerekiyor. Üye olmak için tıklayın.

(Üye iseniz sayfanın en üstünde sağ tarafta yer alan kısımdan giriş yapmalısınız.)


Henüz yorum yapılmamış.

Üye Girişi
Kullanıcı adı
Şifre
Beni hatırla
Şifremi unuttum!
Ücretsiz Üye Olun!
Son 10 Yorum
toplantı (10.12.2013 - 17:25)
tek söğüt (26.02.2013 - 01:08)
yok var, var var (26.02.2013 - 01:06)
Hoş bir yazı (17.08.2012 - 00:19)
beklerken (27.05.2012 - 21:07)
bir yorum (21.12.2011 - 20:20)
bir yorum (21.12.2011 - 20:13)
işte tam da böyle (18.11.2011 - 20:37)
Gitmek (18.11.2011 - 19:53)
ELİF LAM RA (28.10.2011 - 00:02)
Yorum için üye olun!