"Yenildim" dedi. Ilık ılık ölüyordu. Koyu gölgelere teslim olmuş yüreğinin çıkmaz sokaklarında, çocukluk düşlerinin sevgilisiydi karşısında duran. Bayat bir zamana ait, anlamdan anlamsızlığa giden eskizler dans ediyordu içinde. Bu bir ateş dansıydı. Tek bir yanlış figürün sonu ateşe dokunup yanmaya razı olmaktı. Ateş olunca yanmaktan korkmak ne kadar anlamsızdı. Yüreğine dokunan eller yansın istiyordu. Bir yanık izi, bir sızı kalmalıydı ömrüne dokunan yaşanmışlıklarda. Dehşetengiz zamansızlıklar başladı içinde. Yenilgilerden sağılan pusatsız düşlerinin, puslu beklemelerini toza dumana buladı. Göz gözü görmüyordu geçmişinde.
Sesini duyuramadan bağırmak zorunda kaldığı yıllara kilitlenen bir yürek söylemi döküldü dudaklarından. Dilinde bir İstanbul düşünün, düşünden düşüşünün bağdaş kurmuş suskunluğu sancıyordu. Bir depremin ucuna astı suskunluğunu. Harf harf şiddetlenerek ecelin rengine bürünüyordu sözcükler. Öldürülen düşlerinin taze kanı sıcak ve dönüşsüz rötarlarda akıyordu geçmişin kulağına.
Her şeye rağmen sevmelerinin intiharını, zemheri bir ayaz arası gelmeyişlere düşürdü. İncindiği zamanlardan kezlerce kırıldıklarına düştü. Kan kokan bir gemiydi şimdi yüreği ve pusulasında uzak bir liman... Aradan çekilmedi dalgalar. Gemi ve şehir hep ayrı kaldılar. Çocukluk düşlerinin sevgilisine baktı son kez. "Biliyor musun sevgilim?" dedi. "Hiç konuşmaz mezarlıklar, kendi suskunluklarında yaşlanırlar. Ve beni sevgilim, tam kılıcımı ihanetin kalbine saplayacakken canını bağışladığım için arkadan vurdular."
Ayrılığın mührünü taşıyan gözlerindeki buğuya inat hiç ağlamadı. Damla damla akıyordu canı. Meçhul bir cinayetti, katili bulunamadı. Çocukluğu arkasından bağırdı, bildiği bütün kelimeler yerlere saçıldı. Yağmur hızlandı, fırtına yakındı. Geride hiçbir iz kalmadı. Kaskatı kesildi bedeni. Geriye iki ayrı cevap kaldı yüzünde. Bir yarısı küskün ve suskundu yüzünün. Bir yarısı ne çok sevmişti onu. Ve Kabil'in parmaklarına bulaşan kan damlıyordu artık bütün sevgilerden.