[ Haberler -> Tasarım Haberleri ] Japon Estetiğinin 8 Belirtisi 01.11.2008 - 23:05 Japon mimarisinin dönüm noktası, Batı inşaat teknikleri, malzemeleri ve stillerinin ülkeye girmesiyle yaşandı. Japonya'da geleneksel stille tezatlık yaratan yeni çelik ve beton yapıların inşa edilmeye başlanmasıyla, dünya genelinde de Japon mimarisi etkisini, özellikle ağır tapınakların çatılarındaki çıkma prensiplerine aşinalığı nedeniyle modern gökedelen tasarımlarında gösterdi. Modern mimarinin önde gelen isimlerinden Frank Lloyd Wright'un mekansal kurgusundan önemli ölçüde etkilendiği Japon mimarisi, 20. yüzyılın sonlarına kadar özellikle konutlarda ve dini yapılarda kullanılmaya devam edildi. Tokyo gibi Japon kentlerinde yükselen modern gökdelenler ise, Batı kültürünü özümsediklerinin ve modern Batı formlarına geçişin bir göstergesiydi.
Japonya Mukogawa Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Shigeyuki Okazaki 30 Ekim 2008 tarihinde Bahçeşehir Üniversitesi'nde Frank Lloyd Wright gibi modernizmin önde gelen isimlerinin tasarımlarında önemli ölçüde etkilendigi Japon mimarisindeki estetik kuralları ve Japon mekanını tanımlayan bir sunum yaptı. Batı'nın, Japon mimarisini tam olarak özümseyemediğini ve yanlış yorumladığını, Modernizm'in mihenk taşlarından Şelale Evi'nin bile Japon inanışına tamamen ters şekilde, Japonlar'ın ruhu olduğuna ve kutsallığına inandıkları kayalar üstüne inşa edildiğini dile getirdi.
Yüzyıllardır harika sanat eserleri veriyor ve bunlarla ilgili yazılar yazıyor olmalarına rağmen Japonlar, Batı'daki "estetik" dalını karşılayacak felsefe metinlerini ancak 19. yy'ın sonlarına doğru üretmişlerdir. Japon estetiği hakkında yapılan bu araştırmalar ve yazılan yazılar, çoğulcu bir yaklaşımla Japon kültüründe neyin güzel ve zevkli olduğuyla ilgileniyor. Japonya'da estetik üzerine yazılmış ve yazılmaya devam eden felsefe metinlerine bir örnek de, Masayuki Kurokawa Architect & Associates'in başkanı ve Nihon Üniversitesi'nde öğretim üyesi Prof.Dr. Masayuki Kurokawa'nın metni.
Japon Estetiğinin 8 Belirtisi - Masayuki Kurokawa 1. Detaylarda Bütünlük: Bi Bütünü sarmalayanın tam da detaylar olduğuna inanıyorum. İnsanlar söz konusu olunca, genel uyumun Tanrı tarafından tanımlanmış günahın farkında olmalarından değil de, utanma ve mecburiyet gibi diğer insanları düşünme ve kollamaya yönelik duygulara sahip olmaları; bir başka deyişle, toplumu oluşturan can alıcı parçalar olan bireylerin sosyal bir doğaya sahip olmaları.
Sukiya'nın dışında olmasına rağmen bahçenin her detayında odanın içinde olduğu kadar özen gösterilir. Bahçenin her köşesinin dünyanın kendisi kadar değerli olduğu kabul edilir. Mekan söz konusu olduğunda, bütün dünya, belirli bireylerin "burada" ve "orada" şeklinde ifade edildiği belirli yerlere yoğunlaşmıştır. Zaman düzeyinde de "şimdi"yi meydana getiren bireysel anlar, geçmiş ve gelecek tarafından kuşatılmıştır.
Sukiya'nın iç mekanı, oda, bahçe, dışardaki mekan, uzaktaki manzara da dahil olmak üzere, çay ustasının oturduğu yerden görünenlerin hepsini kapsar. Bir şişe dizilir gibi, içerden dışarı doğru uzanır.
Batı'nın dini inanışına göre Tanrı en küçük detaylarda gizlidir. Japonya'da ise bütünün kendisi tam da bu detayların içindedir. Detaylar bütünün parçaları değildir; detaylar bütünü içlerinde barındırırlar. Bu nedenle sukiya (çay seremonisinin yer aldığı kulübe) bütün evreni temsil eden bir mekan olarak düşünülür. Sukiya kendini bahçeye doğru ışınsal olarak yansıtır, onun da ötesine geçerek ardındaki araziye ulaşır, oradan da tüm dünyaya yayılır.
Yani dünya odadan dışarıya, (koridora, bahçeye ve daha ötesindeki araziye) doğru genişler ve dünyanın odadaki tek bir noktadan kademeli ve katmanlı olarak genişlemesi sonucunu doğurur. Japon mekan anlayışı dışarıya doğru genişleme içinde, evren de dahil olmak üzere, her şeyi kapsar. Bir tek nokta, tüm dünyanın yoğunlaşmış şeklidir.
Toplumda birey, yerleşimde bireysel binalar, mekanda "burada" ve "orada", zamanda ise "şimdi" ile temsil edilen andır bütünlüğü kucaklayan.
2. Detayların Paralel Yekûnü: Hei Tam da bu nedenle, yani, bütünün detaylarda bulunmasından ötürü, detaylar birbirleri arasındaki mesafeyi koruyabilirler. Bu şekilde sedece detaylardan oluşan bir yekûn içinde bir uyum yaratırlar. Detaylar bir bütünün parçaları olduklarında, bir altyapı tarafından uzlaştırılmaları gerekir. Fakat paralel olarak organize olduklarında kendi başlarına detaylar olarak aynı anda var olabilirler. Paralellik (Hei), katmanları olmayan düz bir yapıyı ifade eder. Fakat aynı zamanda bireysel detaylar hiçbir zaman bütün için kurban edilmezler.
Japon mekanlarında her bir detay eşit öneme sahip kabul edilir. Mekanlar, çeşitli bireysel detaylardan elde edilen perspektiflerin aynı anda var olmasına olanak sağlayan bir yapıya sahiptirler.
Tanrı gibi, kural oluşturan (normative) yapılardan farklı olarak, Japon değerlerinin yapısı, bireyler arasında mevcut izan ve utanç gibi faktörlerle şekillenen normlara dayanır. Bu, paralel ilişkilerin sürdürülebildiği bir mekanizmadır. Bu bir şeyin, diğeriyle arasında uygun bir mesafe bırakırken aynı zamanda nasıl başka bir şeyle uyum içinde var olabildiğini gösterir.
Altyapısı bir ağaca benzeyen Batı şehrini paralel network şeklinde kurulmuş olan Japon köyüyle karşılaştırabiliriz. İnsan beyni de benzer sekilde, nöronların paralel ağ oluşturmasından meydana gelir. Keza internet, bireylerden meydana gelen bir paralel ağdır. Demokrasi paralel ilişkiler demektir.
İnsan beynindeki hücreler -nöronlar- birbirine paralel var olan aynı zamanda bağımsız, dağınık birimlerdir. Gerekli olan her durumda, uyarılar yoluyla ilişki kurarlar.
Kazuyo Sejima tarafından tasarlanan 21. Yüzyıl Sanat Müzesi, dairesel bir cam duvarın içine yerleştirilmiş dikdörtgensel sergi odalarının paralel birlikteliğinden meydana gelir. Müzenin içi aynen bir köy gibi düzenlenmiştir. Mekanı oluşturan sergi odaları birbirlerine olan mesafelerini korurlar. Bu bireysel odaların serbest bağlanmasıyla sergiler düzenlenebilir.
3. Civarlarındaki Detaylar Tarafından Oluşturulan İmalar: Ki Mimarlığın iki çıkış noktası vardır: Mağaralar ve dikmeler. Mağaralar, içlerinde belirgin kavranabilir mekanlar oluştururken, dikmeler muğlak ve kararsız imalarla mekanlar oluştururlar. Japon mimarlığı, dikmelerle oluşturulmuş mekana dayanır. Bu nedenle geleneksel Japon mimarlığında odanın bir konsepti yoktur, sürme kapılarla (fusuma ve shoji) ayrılmış mekan tamamen muğlak ve kararsızdır. Hem insanlar hem de nesneler imalarla doludur ve Japon insan ve nesne bilinci onları çevreleyen mekanı da kapsar. İnsanlar ve nesneler tarafından oluşturulan bu muğlak atmosfere Japonlar büyük önem verirler. Japon insanının bilinci "kendilik" fikrinden ve otonomiden uzak görünebilir. Bunun nedeni Japon bilincinin, ima ruhunun bir manifestosu olmasıdır ve Japon bilinci diğerleriyle olan imalı, gizli ilişkilerin devamlılığına önem verir. Bu duyu, ma fikrini doğurur.
Modern mimarlık kolon-kirişli strüktürlerle duvarları taşıyıcı sistemden bağımsız hale getirdi. Fakat bu gelişmenin başlangıç noktası Japon ahşap mimarisinde kullanıldığı şekliyle dikmelerin yarattığı yaşamsal enerji mekanıdır. Japon mimarisinde başından beri imalarla oluşturulmuş bir çeşit mimarlıktan bahsedilebilir. Strüktürlerin sadece kolonlar ve kirişlerle oluşturulduğu, mekanın mağaradaki gibi kapalı olmadığı bir mimarlık. Bu estetik, ahşap ile inşa etme estetiğidir.
Mimarlıkta iki temel form vardır: mağaralar ve dikmeler. Dikmeler çevrelerine dolaylı bir önermede bulunurlar ve insanlar bu tür önermelerle sarmalandıklarında kendilerini güvende hissederler. Japon mimarisi temel olarak, dikmelerin imalarıyla ifade olunan ma prensibine dayanır.
Japon evi açık, akışkan ve devamlı olma eğilimindedir, içerisi ile dışarısı arasında ayrım yapmaz. Japon evinin bu özgürlüğü dikme ve kirişlerden oluşan strüktürün bir ürünüdür.
Batı mimarisi başlangıç noktası olarak mağarayı görür, Japon mimarisi ise dikmeleri. İmalarla oluşturulan mekanda iç ve dış arasında bir karşıtlık yoktur.
4. Detayların görünüşüyle yaratılan karşılıklı uyum: Ma Japonya'da sosyal uyum, izan ve utanç duyguları gibi insanların birbirlerine olan ilişkileriyle ilgili faktörlerce yaratılır. İnsanların, aynı anda var olabilmeleri ve uyum içinde yaşamaları için tek tanrılı toplumlarda, kesin değerlere dayanan normlar vardır. Tanrıların doğada ve nesnelerde olduğuna inanılan çok tanrılı Japonya'da ise bu tür normlara rastlanmaz. İnsanlar arası uyumu sağlamanın anahtarı izandır.
Utanca eğilimleri olan, uyuma değer veren, zorunluluklara önem veren, genel olarak doğayla bir olmaktan keyif alan Japonlar için bu mesafe koyma etkisinde yaşayabilecekleri önemli bir norm oluşturur. İnsanlarda olduğu gibi, nesneler, sesler ve resimler arasındaki ilişki konu olduğunda da bunlar düzenlenirken aralarındaki mesafe önem kazanır. Bu şekilde dünyada bir uyum yaratılır.
Uyum yaratmak için gerekli olan mesafeye Japonca'da ma denir. Utanç ve uyum duygusunun insanlarda yarattığı görüntü diğer insanların, nesnelerin, seslerin, resimlerin görüntüleriyle uyum sağlar. Ma konseptinin Batı dünyasında oluşmasının ihtimali düşüktür çünkü mutlakiyetçilik Batı'daki baskın prensiptir.
Dünyanın ayrı köşelerinin çevresi, varoluşu ile adı bulanık ve anlaşılmazdır. Bir dağın nerede bittiği belli değildir. İnsanlar, civarlarında bir alan duygusuna sahiptirler ve insanlarla nesneler arasında tanımlı sınırlar yoktur. Ma, bu periferideki bir araya gelmelerden oluşur.
Bir insanın kalçasının nerede bittiği belli değildir. Kalça, sırta belirsiz bir şekilde bağlanır. Bir kadının vücudunun güzelliği, anlamın belirsizliğinden kaynaklanan ma hissinden doğar.
5. Gizlemeyle Yaratılan İhtişam: Hi Japonlar, karşılıklı uyuma önem verirler. Bir ifade, karşıdaki insanın aklında ortaya çıkacak tepki bazında değerlendirilir. Sanatsal izlenimlerin güzelliği ve gücünü ifade etmeye gerek yoktur. İnsanlar bir sanat eseriyle karşı karşıya kaldıklarında, bu fikirlerin kendiliğinden oluşmasının sağlanması, esas uğraşılması gerekendir. Hiçbir sanat eserinin, izleyici tarafından, sanatçının niyetine eş olarak yorumlanması gerekmez. İzleyici, eseri kendi inançları ve duyguları doğrultusunda yorumlar. Bir anlamda, eserin yaratılmasında rol alır da denebilir. Burada önemli olan, izleyicinin kafasında oluşan düşüncüler ve duygulardır.
Bir sanat eserinin, esas meselesinin bastırılması ve gizlenmesiyle izleyicinin, yaratıcı süreçteki rolü artırılabilir. Böyle olunca, ifade şekli müphemleştikçe, izleyicinin hayal gücü uyarılır ve eser, izleyicinin kendi tahayyülü altında tasvir edilmiş olur. Japon evi iç mekanı, tüm aşırılıklardan arındırılmış malzemelerden oluşur. Sudare ismi verilen bölme elemanları mekanı belli belirsiz bölerken, sanki sise tutulmuş gibi bir gizem hissi uyandırır.
6. Dünya Başlangıçta Ahenkliydi: So Japonların, doğanın gerçekte ahenkli olduğuna dair yerleşik bir inançları var. Japonların doğaya olan yaklaşımı çatışmacı değil, bazen bize zarar da veren ama diğer zamanlarda nimetler sunan doğaya karşı uygun bir mesafede durmak önem taşıyor. Aynı his açık olarak Japonlar'ın birbirleri ve diğer insanlar arasında kurdukları mesafede de söz konusu.
İnsanlar doğayla aralarına bir mesafe koyarken, doğadaki uyumunun bir parçası oluyor ve katışıksız doğanın sahip oldukları en mükemmel şey olduğunu hissediyorlar. Bu yüzden doğa, kendi haline bırakıldığı, etrafında hoşnutsuzluğa yol açmadığı bir uzaklıkta olmalı.
Kimono, en minimal kesim ve dikişlere sahip kumaştan yapılan, furoshiki ise tek parça kumaştan oluşan ve herhangi bir şekildeki nesneleri sarmak için kullanılan bir giysi. Sukiya, odaların birbirine bahçelerle bağlandığı bir bütünün parçası. Issey Miyake tarafından tasarlanan ve "Ichimai nu nuno" başlığını taşıyan seri tek parça kumaştan üretilen, kolların eklendiği giysilerden oluşuyor. Dört mevsimin kendini hissettirdiği Japon ikliminin, "doğanın kendisi" olarak ortaya çıkan bu yaklaşımın temeli olduğu düşünülebilir.
Sukiya doğanın karşısında kurulmaz ve bahçe Sukiya'nın bir parçası olarak kabul edilir. Bu yaklaşım, kesinlikle dünyanın gerçekte ahenkli olduğuna dair yerleşik bilinçten kaynaklanıyor.
Japon evleri, ahşap, bambu, toprak ve kağıttan yapılır. Bu, malzemenin bozulmamış halini kullanarak bir nevi doğa ile birleşme girişimi olarak görülebilir. Onarılan duvarlar ise doğal güzelliklerini yansıtmak için kullanılır.
7. Direnişsiz Akan Güzellik: Ka İnsan yaşamı ve evren aslında bir süreksizlik fikri olarak, mütemadiyen değişmeye devam ediyor. Bu his kesinlikle dört mevsimin net bir şekilde hissedildiği Japon iklimine dayanıyor. Sonbaharın, geçici bir uykunun hüküm sürdüğü kışa sırasını vermesi gibi bahar da sonunda yaza dönüyor. Japon estetiğinin sonsuza dek aynı kalmama durumu bu değişimlerin bir yansıması.
Ayrıca, devamlı değişimin canlılık hissi negatif bir anlam ifade etmiyor, aksine insanlar, kendilerini bu sürekli değişime emanet etmekten keyif alıyor.
Taş, fusuma sürgülü kapı, hareket edebilen ve dış mekanda bütünün bir parçasını oluşturan byobu paravanları gibi kalıcı malzemelere oranla kolay tutuşabilen, kolay bozunan ahşap, bambu, toprak ve kağıt dışındaki malzemelerle yapılan evler, Japon estetiğinin içermekten memnun olduğu değişken kaliteye sahip.
Geçicilik ve süresizlik hissi (ka), bir taraftan doğayla arasında mesafe bırakarak, diğer taraftan doğanın akışına kendini emanet ederek pozitif yaşamak konusundaki gönüllülüğü yansıtıyor. Bu, kısa süreli bir teslimiyet hissinden değil, evrensel bakıştan ve her şeyin aslında geçici ve süresiz olduğunu kabul eden düzen hissinden kaynaklanıyor.
Burada, estetik bilincin doğanın akışına güvenmek konusunda gönüllü ve olduğu gibi kabullenmeye hazır olduğunu görüyoruz. Bu yaklaşım yaşamın doğanın zıttında yol aldığı kabul eden Batı'daki uyarlamadan tamamen farklı.
Sukiya, başlıca doğasındaki füzyon aracılığıyla gelişebilen ahşap, bambu, toprak ve kağıttan yapılan bir bina. Burada, herhangi bir kalıcılığa duyulan özlemden öte doğal bozulmadan keyif alma ruhunu görüyoruz.
Bu, geleneksel Japon evindeki tipik bir iç mekan. Dış duvarlarda düzenlenen akari-shoji kapılarında olduğu gibi, iç mekanı bölen fusuma sürgülü kapıları kağıttan yapılmış. Buradaki fikir, Dışarıyla bağlantılı iç mekanda geçici bir mekan yaratmak.
Ahşap ve kağıttan yapılmış, ışığın içinden geçerek içeriyi aydınlatmasına izin veriyor. Eğer washi kağıdından yapılan masa üstü kirlenir ya da yırtılırsa, kolayca değiştirilebilir.
8. Yaratma Yok Etmedir: Ha İnsanların kendilerini doğanın akışına bırakmaya hazırladığı yaşama biçiminden ortaya çıkan yaklaşımla yan yana duran bir başka estetik yaklaşım bulunuyor. Bu yaklaşım, var olan kavramlar ve önyargıları yıkarak, onlara direnerek olanaklı hale gelen yaratıcılık inancına dayanıyor.
Ha (yok etme) estetik kavramı, tanımlanan diğer Japon estetik manifestolarını güçlendiriyor ve yeniden canlandırıyor. Jo-ha-kyu ve shu-ha-ri üçlü konseptlerinin içinde gibi gözüken ha fikri, devrimci bir fikir. Bu bağlamda, mevcut akışı yıkacak ve ileriye dönük atılımlara izin veren bir araç olarak düşünülebilir. Muhalefetle uyarlanan ve yıkım süreci boyunca gerçekleştirilen yaşam güçleri bu fikri oluşturuyor.
Yıkım sırasında hayatî bir güce dönüşen afet ve güzelliğin özünü oluşturan, kendi kendini yıkma fikri, 16. yüzyılın ortasında Sen no Rikyu tarafından yaratılan sukiya çay kulübesinde sunuldu. Yıkık dökük kulübe imajının kopyalandığı, en temel ve ilkel malzemelerin, dışa vurumculuk biçimlerinin kullanıldığı yer değiştiren modüller fikri, düzen ve savurganlıkta önemli rolü olan askeri samuray sınıfına bir direniş şekliydi.
Ha, Japonlar'ın düşüncelerinde gizli bir çeşit yaşam üretme aracı olarak da tanımlanabilir.
Sukiya, askeri sınıfın tepesindeki Toyotomi Hideyoshi'ye karşı tüccar Sen no Rikyu tarafından yöneltilen bir isyan mesajıydı. Bu yıkıcı mesaj, Japon estetiğinin önemli görüşlerinden birinin kurulmasıyla sonuçlanan egemen sınıfa yönelmişti.
Kiraz çiçekleri, sadece tamamen bir çiçeğe dönüştüğü an değil, aynı zamanda dökülmeye başladığı an da Japon estetiğinin manifestoları. Ölümü sembolize eden bu doğal değişim, aynı zamanda yeni mevsimin habercisi.
Derleyen: Gül Keskin, Pınar Seyrek
(Arkitera) |