[ Haberler -> Tasarım Haberleri ] Mimar Sinan ne derdi? İpek Seyalıoğlu 19.11.2008 - 12:28 Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler'e açık mektup. Köklerini hatırlatma arzusuyla tutuştuğu için kâğıt haliyle dile gelen bir ağacın sizinle konuşmasıdır bu açık mektup, bu yüzden bir ulak olarak beni kapıdan çevirmemenizi rica edeceğim.
Belki bilmezsiniz, İstanbul'da yeşil alanların ve ağaçların yerini giderek alışveriş merkezlerinin şaşaalı çirkinliğinin alması bir yana ağaçlarla çevrili bir mahalle ya da semtte oturmak ne yazık ki artık bir lükstür. Boğaz'daki erguvanlar dışında ben en çok ceviz ağacını, kiraz ağacını ve incir ağacını severim. Ve her ne kadar bazıları "sen hiç ocağına incir ağacı dikmek diye bir söz duymadın mı" diye benimle alay etseler de son birkaç aydır yaşadığım rutubetli, eski apartman dairesine taşınma kararımı da arka balkonda o koca yapraklarını binaların arasına nereye koyacağını bilemeyen incir ağacından dolayı verdiğimi itiraf etmeliyim.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehir adlı eserindeki gözbebeği şehirlerinden Erzurum'a henüz seyahat etme fırsatım olmadı fakat anladığım kadarıyla siz mimari eserlerin tek başına, çevresinden bağımsız olarak yükseldiğini, yüceldiğini ya da çevreyi güzelleştirdiğini düşünüyorsunuz. Öyle ki "Yakutiye Medresesi kimliğimizin en önemli eserlerinden biri. Buranın ağaçlar arasına sıkışıp kalmasını istemiyoruz" demişsiniz. Asırlardır varolan Yakutiye Medresesi'ni daha da görünür kılacağını düşünerek ağaçları kestirmek ya da söküp başka bir yere taşımak medreselere, külliyelere ve daha birçok esere haksızlık etmek değil mi? Dahası 'ser mimârân-ı cihan ve mühendisân-ı devran' (dünyadaki mimarların ve zaman içindeki mühendislerin başı) diye anılan Mimar Sinan neredeyse 500 yıl önce Lalapaşa Camii'yi tasarladığında büyük olasılıkla çevresindeki doğayı da hesaba katmıştı çünkü doğası gereği mimarlık, peyzajdan bağımsız olamaz. Sanıyorum bu dünyaca ünlü Osmanlı mimarı, ağacın, kökleri yeraltına ve köklerine benzer dalları gökyüzüne uzanan tek canlı olduğunu mutlaka fark etmiş ve kimileri için gereksiz bir görüntü kirliliği yaratsa da ağaca mutlaka hayran kalmıştır. Keşke Mimar Sinan 20. yüzyılda yaşasaydı da meslektaşı Antoni Gaudi ile mimarlık ve doğa üzerine sohbet edebilseydi çünkü Antoni Gaudi de tıpkı Mimar Sinan gibi inanılmaz bir tutku ve Tanrı sevgisiyle mimari eserler vermiş ve "ağaç benim ustamdır" demişti. Ağaçların, kaynakları kısıtlı yeryüzümüzdeki kıymetini anlatmaya gerek var mı bilmiyorum ama bir çölde yaşamaya hazır olmadığımız aşikâr. Mimar Sinan yaşasaydı, tasarladığı bir eserin çevresindeki ağaçları kesip yerine İran'dan getirttiğiniz suni ağaçlar hakkında ne düşündüğünü ona sormaz mıydınız? Tuhaf tuhaf budanan çınar ağaçlarının İstanbul'u güzelleştirmek şöyle dursun tamamen amacından sapmış bir işlev gördüklerini de belki buraya geldiyseniz gördünüz ama sezmediniz, hissetmediniz. Şayet çocukluğunuz çiçek ve ağaç isimlerini dahi öğrenemeyecek denli yoğun bir şehir curcunasında yitip gittiyse bir ağaca sığınıp geceleyin yıldızlara bakıp hayal kurmayı deriniz kırıştığında bile yakalayamayabilir ve siz öldükten sonra dahi yaşamaya ve hayatı yaşatmaya devam edecek ağaçları sevme zamanı bulamayabilirsiniz. Oysa gül ile bülbülü herkes bilir; aşkları meşhurdur. İnsanoğlu ise daha güzel ötsün diye bülbülü, kafese koyamayacağınız tek canlıyı, toplu iğne ile kör etmiş ve kafese koymuş. Kimbilir belki bir yerlerde sizden gül bekleyen bir sevgiliniz bile vardır ve o ağaçların altında ağaçların daha da gizemli kıldığı güzellikleri birlikte yaşama şansına erişebilirsiniz. Çocuklarınız ve hatta belki torunlarınız da.
radikal |
|
|
|
Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler'e açık mektup. |
|
|