[ Haberler -> Tasarım Haberleri ] Müziğin Mimarlığı, Mimarlığın Müziği Filiz Yavuz 23.12.2008 - 17:01 Müzik ile mimarlık gerçekten de birbirine benzeyen iki sanat dalı mıdır, yoksa bizler mi bu benzerlikleri kurmak için biraz kendimizi zorluyoruz bilinmez. Ama ne müziğin, mekan kurgusunun bir elemanı olduğu ne de mimarinin, seslerin karakterini belirlediği gerçeği göz ardı edilebilir.
Müzik ve Mimarlığı, belki de bu alanlar üzerine konuşabileceğimiz en yetkin isimlerden biriyle; Nejat Yavaşoğulları ile konuştuk.
Mimarlık ve müziğin benzer yanları neler?
İnsanların müzik ve mimarlığın birbirine benzediği yolunda algıları var. Bunun temeli nedir sizce?
Evet, mimarlık ve müzik arasında bir ilişkinin olduğu varsayılıyor hep. Hatta bu ilişki ile ilgili bir takım matematiksel formüller bile geliştirilmiş.Geçenlerde mimarlık ve malzeme dergisinden okuduğum bir yazıya göre, Gamlar birbirine bölünmüş, bir takım oranlar çıkmış ortaya...
Aslında gerçekten müzik ve mimarlık arasında bir ilişki var mı, yoksa bizler mi bu benzerliği zorlayarak kuruyoruz bilmiyorum. Örneğin, Avrupa'daki Barok döneminin mimarisi ve müziği arasında da ilişki kurulur. Dönemin mimarisindeki heykele yakın kabartmalar ve detayların, Barok müzisyen Bach'ın müziğindeki ince melodilere ve süslemelere denk düştüğü söylenir.
Aynı çağda, aynı ruh haliyle yaşayan ressamların, müzisyenlerin, edebiyatçıların, mimarların ve hatta bütün insanların benzer eğilimleri taşımaları normal. Nasıl ki "yapısalcılık" edebiyatta da mimarlıkta da varsa, "fusion" hem mimarlıkta hem gastronomide karşılığını buluyorsa, Barok müziği ile Barok mimarisi birbirine benzeyebilir. Fakat önemli olan var olan bu benzerliklerin dönemlerden kaynaklanan benzerlikler mi, yoksa temel benzerlikler mi olduğu. Bunlar dönemsel özellikler de iki disiplin arasında ilişki kurmak için biz mi zorluyoruz yoksa? Bilmiyorum.
Müzik ve mimarlığın temelde birbirine benzeyen özellikleri neler, peki?
Mimarlıkta da müzikte de bir armoni var, parçaların birbirine uyumu, birbirinin içinden doğarak akışı var.
Mimarlıkta da müzikte de temel atmak gerekir: Sol majör bir eser ile fa majör eser teoride aynı olsa da farklı duygular verirler. Dolayısıyla siz ulaşmak istediğiniz müzik eserinin önce gamına karar verirsiniz. Bu müziğin temelini oluşturur. Tıpkı mimarlıkta istediğiniz yapıya ulaşmak için öncelikle temel atmanız gibi. Yani müzikteki gam, mimarideki temel gibidir.
Sonra seçtiğiniz gam içinde bir takım başka seslere gidip gelmeye başlarsınız. Bunlar uyum içerisinde olduğu kadar kontrast öğeler de taşıyabilirler. Sonuçta bir müzik yapıtı ortaya çıkar. Mimarlıkta da temelin üzerine duvarlar örülür, bütün öğeler birbirinin üzerinden yükselir, yarım kemer yapar, kubbe yapar, dörtgen formdan daire forma geçer ve yapı çıkar ortaya. Örneğin "bridge" terimi, melodinin iki bölümü arasındaki geçişi sağlar ve melodiyi sıradanlıktan kurtarmaya yararken, mimarlıkta da dörtgen bir alandan daire bir alana geçiş yaptığınızda arada kalan boşlukları mukarnaslarla aşmayı tanımlıyor diyerek bunu da bir benzerlik olarak görebiliriz. . Önemli olan müzikte de mimaride de bu süslemelerin, o esere yabancılaşmadan yapılması, o eserle bütünleşmesidir.
Ayrıca nasıl ki müzikte her eserin bir can alıcı noktası oluyorsa, diğer melodiler sizi o can alıcı noktaya doğru götürüyorsa, mimaride de bunun böyle olduğunu düşünüyorum. Yapılan bir sürü unsur sizi bir kubbeye doğru götürür örneğin.
Sonra, her iki sanat dalı da kolektiftir. Çizdiğiniz proje uygulanmadan bir anlam taşımıyor ve uygulama sırasında işini iyi yapan pek çok adama ihtiyaç var. Müzikte de örneğin gitar solosunu atabilecek iyi kalitede bir gitariste ihtiyaç var. Bu yardımcı elemanların ustalığı işe de yansır. Hatta kişiliklerin bile işe yansıdığını düşünüyorum ben. Binanın pencerelerini yapan iki ayrı kişi her pencereye kendi ruhunu katar. Aynı pencere olmasına rağmen ikisinin lezzeti az da olsa farklı olur. Bu yüzden ki aynı gitar solosunu iki farklı kişiden dinlediğinizde, farklı şeyler hissedebilirsiniz.
İki sanat dalı da para gerektiriyor. (Gülüyor) Mimarlık yapabilmek için de müzik yapabilmek için de birilerinin para harcaması gerek. Yani iki sanatın da uygulanmasını sağlayan güç paradır.
Müzik ve mimarinin zamana ilgili bir ortaklığı da var. Sevilen ürünler zamanla yitirilmiyor. Mesela Bach'ın 500 yıl önce yazdığı müzikler bugün hala çalınıyor, 500 yüzyıl önce yapılan Barok mimari hala kullanılıyor.
Mimarlığın da müziğin de malzemesi aynı. Tahtadan pencere yapılabileceği gibi, gitar da yapılabilir örneğin.
Peki bu iki dalın farklılıkları neler?
Mimarlıkta kendi istediğini yapamazsın, arada müşteri var, belediye var. Yani mimarlık dış etmenlere müziğe göre daha bağımlı. Ama müzik daha özgür bir alan. Ayrıca müzik sınır tanımıyor. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna müzik ulaştırılabiliyor. Bir de bir şarkı tekrar tekrar icra edilebilirken, bir binayı bir defa yaparsınız.
Mimarlar "ses"e kulak vermeli.
Mimari bir unsur olarak "ses" mimarlar tarafından doğru değerlendirilebiliyor mu?
Yapı, sesi de belirliyor aslında. Yani ses, yaratılan hacimlerden etkileniyor. Ses, çıktığı haliyle duyulmuyor, odanın hacminde başka seslere dönüşüyor. Sesin bu değişimi yapının boyutlarına. malzeme çeşidine bağlı. Bunların, yani yapının ses üzerindeki etkisinin çok da fazla düşünüldüğünü sanmıyorum ben.
Örneğin spor salonlarında yankılanan top sesleri, oyuncuların sesleri ve seyircilerin sesleri çok rahatsız edici olabilir. İnsanı yoran bu sesler daha az biçimde duyulur hale getirilebilirler. Konser verdiğimiz bazı sahnelerde de böyle. Sahnede konuşunken kendi sesim bana yansıyarak geliyor. Kendi sesimi duyduğumdan konuşmama devam edemiyorum. Sesime az önceki sesin yansıması karışıyor. O karışım tekrar bir ses olarak algılanıyor duvarlardan geri dönünce karmakarışık bir şey oluyor.
Sesin mimari unsur olarak biraz göz ardı edilmiş bir noktada durduğunu söyleyebilir miyiz?
Evet, bence öyle.
Yapının sesi belirlediğini söylediniz. O halde her yapının sesi farklı, öyle mi?
Evet, bence hiçbir yapının ölçüsü, malzemesi ve planın birbirinin aynı olmadığı için bunların iç sesleri de birbirinden farklı. Örneğin bir yapıda yerler tahta değil de taş olsa, o yapıda ses farklı çıkar, duvarlar farklı olsa ses yine farklı çıkar.
Çünkü kullanılan malzemelerin de özellikleri birbirinden farklı. Örneğin Tarık Zafer Tunaya'da bir rock grubu için muhteşem bir akustik var. Tarık Zafer Tunaya'da yerler parke ve tavanda kare kare kaset döşemeler var. Tavan yerden 6-7 metre kadar yüksekte. Karşı duvarın uzaklığı da iyi hesaplanmış. Bütün bunların toplamı da orada ortaya çok güzel bir "sound" çıkmasına neden oluyor.
Fakat genellikle salonlar yükseltici aletler göz ardı edilerek düzenlendiği için konser esnasında hayal kırıklığı yaşadığımız zamanlar çok oluyor. Sahnedeki adamın mikrofonsuz olarak duyulabilmesi için salonların tasarımı sesi duvarlardan ve tavandan yansıtacak şekilde yapılmış. Sesin artması için boşluklardan faydalanılmış, tıpkı tellerin arkasındaki gitar kutusu gibi, utun arkasındaki bombe ya da sahne çukurunda olduğu gibi. Zaman zaman çıplak sese göre yapılmış bu tasarım elektronik müziğe olumsuz etkilerde bulunabiliyor. Buradan hareketle de elektronik olarak yükseltilmiş müzik yapan bizim gibi rock grupları için opera ya da klasik orkestra müziği için tasarlanmış salonların iyi bir tercih olmadığını düşünüyorum. Mimarlar bence bu konu üzerine de düşünmeli.
Yapı nasıl bize sesi hissettiriyorsa, aslında ses de mimariyi hissetmemizi sağlar değil mi?
Kesinlikle. Gelen sese göre biz, temelde yansımalardan kaynaklı olarak sesin nereden ve nasıl bir yerden geldiğini ayırt edebiliyoruz.
Örneğin dijital teknoloji sayesinde pet çok ses türetebiliyoruz artık. Kayıt edilmiş sesi, stadyum tuşunu seçerek dinlediğiniz zaman, sanki kayıt stadyumda yapılmış hissi uyandırıyor. Fakat aslında bunların da gerçeklik duygusu bir yere kadar. Bir klip çalışması için yönetmenle birlikte bizim konser görüntülerini tarıyorduk. Bir görüntü var; sahneye çıkmak üzere bulunduğumuz odadan koridora çıkıyoruz ve salondan seyircilerin, konserin bir an önce başlaması için tuttuğu alkışlar duyulmaya başlıyor. Yönetmen her ne kadar "Bu da bir şey mi, biz de daha ne alkışlar var" dese de ben o görüntü kaydındaki doğal seslerin kalmasının istedim, çünkü o alkış dijital alkış efekti gibi değildi. Yani gözünüzü kapattığınız zaman, o alkışın nasıl bir ortamdan geldiğini, bizim nerede olduğumuzu anlayabilirdiniz.
Sinemada da böyle bir şey söz konusu. Sesli çekim yapılan filmlerin tadı bir başka oluyor. Çünkü çekim sırasında aradan geçen bir arabanın sesi, rüzgarın sesi bize o mekanı daha iyi hissettiriyor. Fakat sesli çekim yapılmıyorsa örneğin, çekilen sahnenin üzerine stüdyoda kaydedilen tertemiz sesler oturtuluyor. O sahne deniz kenarında geçse de bir kez bile dalga sesi duyulmuyor. Halbuki ses, çevresel etkenlerle anlam kazanıyor.
Mimar müzisyen, müzisyen mimar
Siz kendinizi mimar mı, yoksa müzisyen mi olarak tarifliyorsunuz?
Aslında kendimi hiç tariflemiyorum, ama kişisel olarak müziği daha tatmin edici buluyorum. Bir de müziğe olan tutkum mimarlıktan önce, daha çocukken başladı. Ailem "doğru dürüst" bir meslek sahibi olmamı istiyordu. Türk filmlerinin mühendisliği ve doktorluğu dayattığı yıllardı. Fakat biraz bilinçlenmeye başladığım zaman mühendisliğin bana göre çok katı olduğunu düşünmeye başladım. Doktorluğu zaten hiç düşünmemiştim. Bir gün Akademi'de Mimarlık (Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, bugünkü adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) okuyan bir akrabamın çizimlerini gördüm ve hayran kaldım. Diğer okullara göre daha özgürlükçü bir çizgide olduğunu düşündüğüm için de Akademi'nin sınavlarına girdim ve kazandım.
Üniversite hayatım boyunca da hep müzik gruplarım oldu. Çocukluğumda mandolinle çalarken de beste yapmaya çalışırdım ben. Üniversite yıllarımda bestelerim vardı. Ben sürekli kendi bestelerimizi çalmak istesem de arkadaşlarım bunları çalmayı pek istemiyorlardı açıkçası. Onlara göre başkalarının müziği her zaman daha iyiydi.
Mimarlık eğitimi müziğinize ne kattı?
Mimarlık eğitiminin verdiği bir oturaklılık mutlaka oluyor üzerinizde bir kere. Mimarlık eğitimi öğrencilerin kafasındakileri ortaya çıkarmak üzerine kurulu bir eğitim. Dolayısıyla hocalarımız aklımıza ne geliyorsa çizmemizi söylüyorlardı.
Bir de başladığınız işi bitirme disiplinine sahip oluyorsunuz mimarlık eğitimi sayesinde. Nasıl ki bir binayı yarım bırakamazsam, bir besteyi de yarım bırakamam ben. Ama besteleri yarım kalan müzisyen arkadaşlarım var örneğin. Mimarlıkta edindiğim o disiplin benim için önemli.
Şu anda da öyle mi bilmiyorum, ama Akademi bizim zamanımızda daha iç içeydi. Adnan Çoker,Cemal Tollu gibi değerini sonraki yıllarda daha iyi anladığımız Türk resminin önde gelen isimleri bize resim dersine gelirdi.
Bütün bunların, benim müziğimin farklı olmasında ve Bulutsuzluk Özlemi'nin çizgisinin oluşmasında etkisi oldu.
Peki, müzik mimarlığınıza ne kattı?
Bunu hiç bilmiyorum...
(mimarizm.com) |