Kültürümüzdeki yaratılışa ilişkin haber ve yorumlarda yazı'nın önceliğini, önemini ve 'yazgıyı' vurgulayan şu diyaloğa sık sık göndermelerde bulunulur:
Önce kalem yaratıldı.
Kaleme 'yaz' emri verildi.
Kalem 'ne yazacağını' sordu.
Tanrı'nın birliğini ve O'ndan başka tapılacak olmadığını yazması emredildi.
Kalem, emredileni yazdı. Ruhlar da kalemin yazdıklarını yineleyerek söz verdiler.
Böylece, henüz yeryüzünü tanımadan kalemin, kağıdın, yazının; yazgının çekim alanına girmiş oldu insan. İnsanın ikrarı kayda geçirildi yazıyla. Sağlılığın ve ihanetin belgesi olacak metni kabul ederek yeryüzü 'serüvenine' başlamış oldu. İnsan, gizilgücünü, cüretinin hatırına ipotek
etti. Yazılan seçimini yaşamaya koyuldu.
Kalemin 'yaz!' emrini aldığı günden beri, kağıtla arasındaki sıcak takip, insanın yaşamıyla yazgısı arasında da sürüp gitmektedir. Bu durum kalem ve yazı/yazgı tarafından, kulluğun sıcak takibe alınması olarak da anlaşılmalıdır.
İnsanın toprağına düşen bir harf, bir hece ve bir cümlenin anlamı, yaşamının ana yatağı haline gelebiliyor. Coşkun bir akıntı, bir çağıltı olup denizlere ulaşabiliyor, ulaştırılabiliyor. Kurutan, körelten, karartan bir haber, bir samyeli bir elatma da olabiliyor, çağrı da...
Bazen bizi, kendimizden başka türlü biçimlendiren bir tanımlamaya dönüşebiliyor yazı. Korkunç sözcüklerden oluşan, avlanmamız için üzerimize atılmış bir ağ
gibi... Bazen de biz onu, avlanmış insanı, ağlarından kurtarıp özgürlüğüne, anlamına kavuşturmak için yaratılışın anlamı bağlamında bir tanımlamaya dönüştürebiliyoruz.
Vicdanlarımızın sürekli kanatılmaya gereksinimi var. Kanaması duran vicdan, insanın birincil sorunudur. Kaçışa teşne bir yanımız vardır hep. Kaçışımızı ve kaçtığımız yerleri olumlasak, kendimizi oyalasak, yüreğimizin tanıklığını sustursak ve vicdanımızdaki kanamayı durdursak da, hep sınır geçmek iğvası ile ihlal ederiz sıcak takip alanlarını. Yazı/yazgı gerçekliği ve tanıklığı yakamızı bırakmaz. İnsanın sürekli uyarılması da unutkanlığının ve aymazlığının gereğidir. Âdem'den bu yana Peygamberlerle ve onların getirdiği Sayfalarla (Suhuf), Kitaplarla uyarıldık. Kur'an'la uyarıldık. İnsan hâlâ kalemle, yazıyla, kitapla uyarmaya, uyarılmaya devam ediyor. Uyarı ile uyarılan arasındaki engellerin kaldırılması için yazılıyor. Kulluğun ifadesi biçiminde, ibadet bilinciyle, yazının/yazgının sıcak takibi sürüyor.
Kendi iklimimizin sınırlarına ulaşabilmek için,
sürüp giden sıcak takibe bilinçli bir müdahil olmak zorunluluğumuz var. Böylesine bir yükümlülükle karşı karşıyayız.
Önderlerimizin yaktığı ışıklar zayıflasa bile, hâlâ yanıyorlar orada, önümüzde. Bütün rüzgârlara, fırtınalara karşın yanıyorlar ıpıl ıpıl da olsa. İşte oralardan geçip gideceğiz düşlerimizde yaşattığımız gerçeklerimize.
Her şeye karşın düşlerimiz yıkılmadı. Bilincimiz yılmadı. Uygarlık enkazı içinde yaşasak da düşlerimiz diri. Sayfaların, Kitapların uyarısını elden ele ulaştıracağız. Haber verilen bir sarsılışla sarsılacak ve sarsacağız. İçinde yaşadığımız uygarlık enkazının külleri kıvılcımlanacak böylece.
Yazının ateşini diri tutmak, duyarlılıklarımızı, yazımızı, sözümüzü her tür 'güve'den korumak, sürekli ve yalnızca düşünerek donanmak zorundayız.
|