40i+ Nedir?

     
 

M. NACİ BOSTANCI İLE MÜZİK ÜZERİNE...

MEHMET KAMAN

 
     
  Müzik bir işe yarar mı?

İşe yararlık meselesi akılla ilgili bir konu. Akıl dünyaya, olup bitenlere işlevselci bir yaklaşımla bakar. Ama hayatımız her zaman aklın kategorilerine uygun olarak hareket etmez. Hayatta her zaman hoş ve boş işler olmuştur, bunlar da hayatın küçük zevklerini, anlamın dip akıntılarını oluşturur. Müzik hoş ve boş işerden midir? Bundan emin değilim. Müziğin tarihine baktığımızda; çok eski devirlerden beri müziğin var olduğunu, insanoğlunun diğer insanlarla ve hayatla olan ilişkilerini çeşitli dillerle ifade ederken aynı zamanda müziği de güçlü bir araç olarak kullandığı görüyoruz. Buradaki araç tabiri yanlış anlaşılmasın; belki kimileri müziği doğrudan, kendi hayatının ifadesi, hatta bizatihi kendisi olarak görebilir. Bu tür dahi bestekarlar vardır. Dehaları o kadar olmasa bile dahi bestekarların müzik marifetiyle anlattıklarını mest olmuş bir halde takip eden ve kendi hayatlarına düşen gölgesini takip eden çok sayıda dinleyicileri de vardır.

Neticede müzik insanoğlunun tarihine paralel bir tarihe sahip. Eline sopayı alıp ağaçlara vurarak çıkarılan sesten başlayıp daha sonra ilkel müzik aletleriyle birlikte insan hançeresinin de eşlik ettiği bestelerin improvize icra edildiği ve elbette peşinden kaybolduğu böyle bir yaratıcı faaliyetin özellikle müzik üzerinden gerçekleştirildiğini biliyoruz. Antropologların yaptığı çalışmalardan, bir takım kabile üyelerinin hiç şüphesiz ne nota, ne mi bemol, do diyez gibi notaları ve bunlar üzerinden notalamayı bilmemelerine rağmen kendi hayatlarını müzik üzerinden anlattıklarını bu anlatma biçimine ihtiyaç hissettiklerini görüyoruz. P. Clastre, Amazon yerlileri üzerinde yaptığı bir gözlemde; yerlilerin akşam olunca ormanın içlerine doğru çekildiklerini ve orada yaktıkları bir ateşin etrafına toplanarak hep bir ağızdan şarkı söylediklerini anlatır. Ama Clastre'nin yabancı kulakları bir süre sonra yerlilerin söyledikleri şarkılara ince ayar olduğunda; yerlilerin aynı şarkıyı söylemediğini, herkesin diğerinden bağımsız ve dinleyicisi olmaksızın kendi şarkılarını söylediğini işitir. Demek ki insanlar eskiden beri kendilerini, hayatlarını, duygularını, olup bitenleri bir şekilde müzik marifetiyle anlatmaya gerek duyuyorlar. O zamanlar bu iş ancak uzman kişilerin yapabildiği ve diğerlerinin sadece dinleyici olduğu bir biçimde değildi. Herkes kendi çapında bestekardı ve herkes kendi hayatının müziğini yapıyordu. Fakat sonradan tarihi seyir içerisinde uzmanlaşma ve işbölümü ortaya çıkıp modernleşmeyle birlikte kültürün endüstrileşmesinin devreye girmesi, nasıl sporda seyirci ve oyuncular ayrıldıysa ve kitleler bu oyunu seyredip heyecan duymaya başladılarsa, kendilerine bu öğretildiyse, müzikte de aynı sonucu doğurdu; kendi hayatımızın müziğini yapmak yerine başkalarının bizim namımıza yapmış oldukları müziği hayranlıkla ve zevkle dinlemeye başladık.


Müzik üzerine bir çok tartışma var. Mesela müziğe itiraz edenler, bestekarın kendi yaşadığı öznel ruh hallerine diğer izleyicileri de ellerinden tutarak götürmeye hakkı var mı?

Bu ciddiye alınması gereken itirazlardan biridir. Kederli parçaları düşünelim. Yaşanmış trajik bir hayatın arkasından bir şekilde yaralanmış bestekarın duygularını dile getirdiği bu kederli müzik, belki aynı ölçüde kederli olmayı hak etmeyen, aynı ölçüde bir hüznü yaşamamış olan dinleyiciler üzerinde, kendi hayat gerçekliklerini değiştiren travmatik bir acı duygusu üretecektir. Müziğin terennüm ettiği duygu ile dinleyicinin yaşantısı gerçek olmayan bir kesişme üzerinde buluşacaktır. Yine aynı şekilde aşk için bunu gözlemlemek mümkün. Yaşadığı bir kara sevdanın arkasından çığlık çığlığa haykıran bir bestekarın çarpıcı müziği; aynı durumda bulunmayan, belki ilgi düzeyinde karşı cinse yakınlık duyan kişinin üzerinde duygusal yanılsamalar doğuracak, onun gerçeklikle olan ilişkisini değiştirerek belki de kara sevda olmasını sağlayacaktır. Sorun, bizim kendi gerçekliğimiz ve hissedişlerimiz hakkında bir yanılsama doğurucu unsur olarak müziğin girmesinin anlamı etrafında dönmektedir. Müzik hakkındaki istifham, müziğin bizim hayatla kurduğumuz reel ilişkileri değiştirdiği, dönüştürdüğü ve buradaki uyumu bozduğu düşüncesinden doğar. Bu fikrin kesinlikle hak verilecek yanları vardır. Ama tabiatıyla müziksiz bir dünya düşünülemez. Çünkü her şeyin bir müziği var. Konuşmanın bile bir müziği var. Konuşmanın hep aynı nota üzerinden yürüdüğünü düşünelim. Böyle bir konuşmayı, içinde ne kadar hayati ne kadar insanların ayaklarını yerden kesecek fikirler olursa olsun kimse dinlemez. O yüzden konuşmalara ruh katan nitelik, sözlerin anlamla buluşmasını sağlayan unsur konuşmanın müziğidir. Zamanımızda, televizyon ekranlarında haber anlatılırken, haberlere seyredilebilirlik kazandırmak amacıyla o konuya gerçek hayatta olmadığı bir biçimde müzik ekleniyor. Trajik bir haber verilirken, Yeşil Çam melodramlarındaki müziği andıran hüzünlü parçalar arka plana eklenerek haberin bihakkın seyirciler üzerinde etki yaratması sağlanmaya çalışılıyor. Burada da müziğin kullanıldığını görüyoruz; ama sanki insanlar da böyle bir kurgulamaya eyvallah diyorlar. Hayatlarının durgun bir şekilde akıp gitmesi karşısında kimi zaman haberler marifetiyle de olsa hayatın farklı duygulanım boyutlarını böyle müziğin de eşliğinde dibine kadar yaşamak kitlelerin işine geliyor. Bu anlamda alan memnun satan memnun durumu ortaya çıkıyor. Yoksa izleyiciler güçlü şekilde bir şikayet bildirseler herhalde televizyon yayınlarının arkasındaki sermaye izleyicileri ile diyaloglarının kaybolmaması için "ne gerekiyorsa" yapardı.


Dini hayat içerisinde müziğin yeri nedir? Müziğin kökeninin "dini" olduğu konusunda ağırlık kazanan görüşe katılıyor musunuz?

Müzik elbette köken olarak dinden gelir. Dindışı alanda müziğin oluşması çok daha sonradandır; ayrıca buradaki müzik de formu itibariyle dini müzikle benzerlikler taşır. Müzikle dini buluşturan, her ikisinin de metafizikle kurdukları güçlü bağlardır. Müzik duygulanımların metaforu, buna karşılık din, akli cevapların verilemediği soruların metaforudur. Kabile hayatında dini ayinler vasıtasıyla insanların metafizikle bağ oluşturmalarında müziği provokatif bir unsur olarak kullanırlar. Hızlanan ritm, müziğin coşturucu gücü, dünyevi olandan insanların bağımsızlaşmalarında rol oynar. Yine tek Tanrılı dinlerin mistik deneyimleri içinde de müziğe bir rol düşer. Hıristiyanlıkta, Yahudilikte ve Müslümanlıkta hemen hemen benzer müzikaliteyle icra edilen ilahiler vardır. Ortaçağda Hıristiyan cemaatinin tek sesli ilahileri İslam dünyasındaki ilahilerden farklı değildir. Kutsal kitaplar belli bir müzikaliteyle okunur, böylelikle Tanrı kelamı anlamla sözün bir defa da müzik eşliğinde buluştuğu bir tarzda dile getirilir.

Günümüzde müziğin dinle olan bu bağı elbette zayıflamıştır. Artık besteler ve güfteler kutsalla insanlar arasında müzik üzerinden bir bağ tesis etmenin aracı değildirler. Ancak ister klasik tarzda ister popüler tarzda bestelensinler, tüm müzik türlerinin, en dünyevi gibi görünen konuları bile işleseler dinden daha farklı bir kutsallığı yankılamaya çalıştıkları görülür. Bizde Itri, Dede Efendi, yakın zamanlarda Saadettin Kaynak, bestelerinde Meragalı Abdülkadir'den bu yana gelen bir mistik damarı sürdürürler. Mesela bunların içinde en dünyevi ve günümüze en yakın olan Kaynak'ın "Leyla bir özgecandır" bestesi kendi iklimini huşu içinde, vecit havasında kurar. Haydi bunları geçtim, arabeskten popüler müziğe kadar icracılar aynı şekilde dinleyicilerini kendilerinden geçmeye, bedenlerinin ağırlığından kurtulmaya ve Yunani ifadesiyle söyleyecek olursak Apollon'un yerine Diyonisyon'cu bir dünyaya çağırırlar. Diskoda ışık kullanımı, mekan düzenlemesi ile birlikte ritme dayalı müzik kullanıldığında yine oradakiler dışarıdaki dünyadan farklı, uhrevi bir evrene çağrılırlar. Esasen diskolardaki müziğin daha ağırlıklı olarak ritme dayalı olmasıyla İslam geleneğindeki müziğin ritm sazlarıyla yapılması arasında ilginç bir bağ kurulabilir gibi geliyor bana. Ritm, bedeni melodileri takip etme zahmetinden kurtarıp bütünüyle ritmik bir takım hareketleri yapmaya ve böylelikle içe dönüşü sağlayarak trans haline geçmeye yardımcı olur. Diskoda da kurulmak istenen iklime teslim olunduğunda sonuç bu değil midir?


Modern dünyada geleneksel dünyaya göre müziğin üretiminde ve insanlarla bağ kurmasında bir farklılık söz konusu mu?

Elbette. Geleneksel dünyada müzik bir tür kolektif temsili ifade eder. Besteleyen kişi o kadar önemli değildir, zaten o da kendini uzman besteci olarak görmez; belli bir olay üzerine olaya şahit olan ve bundan duygusal manada olağandışı etkilenen kişilerin ruh hallerine tercüman olmak esastır. İcra edilen müzik ile yaşanmışlık arasında güçlü bir bağ vardır; o yüzden de her yaşanmışlık çok kendine has bir müzikaliteye dökülür.

Öte yandan modern zamanlar, uzmanlaşmanın iş bölümünün son derece ayrıntılı olarak düzenlendiği bir toplumsal sistemi getirmiştir. Bu bir bakıma kaçınılmazdır; ancak müzik açısından bunun sonucu uzman bestekarların ortaya çıkması, işin komplike bir iş olarak tanımlanması, herkesin alana girememesidir. Mesela nota bileceksin, nota yazmasını bileceksin, belli bir müzik bilgisine sahip olacaksın vs. Modern dünya nasıl bir çok sektörü örgütleyerek ekonomik tekabülü olan alanlar haline getirdiyse aynı işi müzik için de yapmıştır. Bu defa işten para kazanmak isteyen uzman bestekarlar, "yaşanmışlığın temsili olan" değil, iş yapacak olan besteleri piyasaya sürmeye başlamışlardır. Amaç ruhsal tecrübenin müzik üzerinden tercümanlığı değil, fantastik bir müzikal düzenleme marifetiyle yaşanmışlığın yanılsamasını yaratmaktır. Bu anlayış egemen hale gelince, Adorno'nun dediği gibi sahte bireysellik ve kolaj devreye girmiştir. Bestelenen parçalar kitlesel bir üretim olmakla birlikte kitle içindeki her bir birey için "adeta onun için yapılmış" sahte duygusunu uyandırma kabiliyetine göre çok satar hale gelmişlerdir. Müziğin anlatımının klişeleşmesi diyebileceğimiz bu hal, esasen bir bakıma da hayata dair alanların klişeleşerek örgütlenmesinin bir uzantısı olarak da görülebilir. Öte yandan her müzik üretimi lego oyuncaklarının mantığına benzer bir düzenleme üzerinden gitmeye başlamıştır. Çeşitli ritmleri ve ses düzenlerini değişik biçimlerde bir araya getirerek sanki farklıymış gibi görülen şarkılar üretmek mümkün olabilmiştir. Bestelerin kitlelere popüler bir tarzda ulaşıp sonra hızla tüketilmesi ve yok olmasının arkasındaki gerekçe, başka nedenlerin yanı sıra özellikle bu iki nitelik olabilir.


Siz ne tür müzikler dinlersiniz?

Ben çeşitli nedenlerle bir çok müzik türünü dinliyorum. Müzik biraz da toplumsal hayatın şifrelendiği bir alandır. Türkiye'yi anlamak için kesinlikle İbrahim Tatlıses'i, Müslüm Gürses'i, Orhan Gencebay'ı, Ferdi Tayfur'u ve elbette Sezen Aksu'yu bilmek gerek. Yine Neşet Ertaş, Mahzuni çözümlenmesi gereken bestekarlardır. Ahmet Kaya'nın izi sürülerek belli bir dönemin politik ve toplumsal atmosferi analiz edilebilir. Bazen kitapların anlatamadığını hatta sözlerin ifade edemediğini müzik ortaya koyabilir. Bu dinlediklerinizi sizin bütünüyle söze çevireceğiniz anlamına gelmiyor ama en azından üzerine konuşabildiklerinize müziğin bir renk katacağı, onun dokusuna nüfuz edeceği anlamına geliyor.
 

Geri Anasayfa


ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV