Yıl:2 Dönem:2 Sayı:4/16

       

     
  HASBİHAL: HACC, GÜNDEMDEN DÜŞMEYEN MESELE

MEHMET ÂKİF ERSOY



İkindi üstü Ayasofya meydanından geçiyordum, şadırvan havalisinden bölük bölük cemaat bende olan bir hatıra, sonra birçok hayal, sonra birçok temenni, birçok ümit uyandırdı:

Kemal bey merhum bir gün arkadaşlarından Nuri Bey'le beraber yine bu meydandan geçiyormuş. Öğle namazını kılarak caminin muhtelif kapılarından muhtelif semtlere dağılan halkı dikkat nazarıyla süzdükten sonra demiş ki:

- Nuri, bu millet ne zaman adam olur bilir misin?

- Hayır.

- Ne zaman bu camilerden şu dizlikli, poturlu hamallarla, küfecilerle beraber senin benim gibi yakalıklı, bastonlu beyler çıkarsa.

Nuri Bey bu vakayı tanıdıklarından birine söylemiş, ben o adamdan duydum. Düşünülürse söz ne kadar doğru, ne kadar mânalıdır!

Kemal Bey merhumbu temennisiyle tabii avamın ibadetini hafife almıyor, ancak ibadeti bizzat kasdedilen şey bilen, abdestte, namazda, camide, cemaatte ne büyük hikmetler, ne incelikler bulunduğunu işitip bellemeyen bu zavallıların içinde kendilerini irşad edecek, uyandıracak adamların bulunmasını istiyor.

Camiler millet efkârını aydınlatmak için ne müsait yerlerdir!

Ağzı düzgün bir zat kürsüye çıkar da Kur'an namına, hadis namına hangi hakikati cemaate telkin edemez? İhtiraslarının birçoğunu cami kapısının dışında bırakarak temiz, asude bir kalple Allah'ın evine giren şu binlerce halktan niçin istifade etmemeli? Niçin onları İslâm cemiyeti için daha faydalı bir hale getirmemeli?

Yazıklar olsun ki elimizdeki nimetlerden, vasıtalardan istifade etmenin hiç yolunu bilmiyoruz! Daha doğrusu bilerek bilmeyerek o yolları kâmilen kapıyoruz. İbadetlerimiz hemen hemen birer bidat şekline girmiş! Selatin camilerinde cuma namazı bir saata yakın sürüyor ki mahfilde okunan Kur'an-ı Kerim ile asıl namazdan başkası için geçirilen zamanlar hederdir!

"Tayyebellahu enfaseküm" diye başlayan, yarısı Arapça, yarısı Acemce gidip, lakin bir eda-yı mahsus ile okunan, arada müezzinlerin tarzileriyle kesintiye uğrayan, cami hizmetlileri tarafından tevşih ism-i lâtifiyle yad edilen mülemma mensur da kimin icadı olsa gerek? Allah aşkına söyleyiniz bu uzun tekerleme cemaatın canını sıkmaktan, uykusunu getirmekten başka neye yarar?

Anlarım: Ağzı düzgün hafızlar mahfele çıkarak kemal-i tertille Kur'an okurlar, zamanı gelip sünnet kılındıktan sonra hatip manidar bir hutbe okur. Aradaki bidatların kaldırılmasından kazanılacak zaman da bu suretle vaaza kalmış olur.

Lakin vaaz bermutad israiliyat olacaksa vazgeçtik! Müslüman cemaata artık ictimaiyat lazım, ictimaiyat! Doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde ne kadar müslüman varsa zillet içinde, sefalet içinde, esaret içinde yaşadığı, sefil bir milletin elinde kalan dinin mümkün değil yükseltilemiyeceğini bilmeyen, anlamayan vaizi kürsüye yanaştırmamalı. Vaiz milletin geçmişini, şimdiki halini bilmeli, cemaati geleceğe hazırlamalı.

Hele hocaefendilerimiz hiç kürsülerin semtine uğramıyorlar. Göreceksiniz, Ramazanda yine kürsüler şuradan buradan koşup gelen medrese, mektep görmemiş ümmi hocalar tarafından işgal edilecektir!

Hocamız Halis Efendi hazretlerinden niyaz ederiz: Ya bu kürsülere Ramazanda birer adam çıkarsınlar, yahut bu cahilleri cemaatın başına bela etmesinler. Doğrusu bu herifleri dinledikçe gençlerdeki dinsizlik modasını hemen hemen mazur göreceğim geliyor! Eğer dinin ne olduğunu bunlardan öğrenseydim mutlaka İslâmın en büyük düşmanı olurdum!

Camiler hakkında söylediğimiz sözler, dünyanın her tarafındaki camileri kendine toplayan Hicaz hakkında öncelikle varit olur.

Hicaz'ın bir müslüman sergisi olduğunu, böyle bir serginin hiçbir millette olmadığını, bundan istifade etmemek kadar sersemlik tasavvur edilemiyeceğini aklıerenlerimiz pekçok söylemişlerse de tekrarını faydasız görmüyoruz. Hem de görmemeliyiz. Bu gibi hakikatlar hergün herkes tarafından söylenmelidir. Meşrutiyetten, hürriyetten yalnız ötekine berikine ağız dolusu söğmek suretiyle lezzetlenmemeliyiz, yapılması elzem olduğu halde yapılamıyan şeyleri yaptırıncaya kadar uğraşmalıyız.

İşte hac mevsimi yaklaşıyor. Evladını, iyalini bırakıp birçok paralar, fedakârlıklar ihtiyar ederek dünyanın bir ucundan öbür ucuna kadar giden bu saf yürekli adamlara neler anlatılmaz, ne telkinlerde bulunulmaz! Hiç olmazsa hacdan maksadın ne olduğunu öğrenirler, birbirlerini tanırlar a! Ya bu az muvaffakiyet midir?

Yazıklar olsun ki hacılarımızın içinde "Medine'de Peygamber yatıyor, Kâbe'de Allah..." diyenler bile var!

Zenginlerimizin bir kısmı hacca gitmez, bir kısmı bedel (vekil) gönderir, bir kısmı da on, onbeş kişi ile beraber gider. Bu sonrakilerin dört beşyüz lira sarfedip götürdüğü adamlar kimlerdir bilir misiniz? Mahallenin ihtiyar bekçisi, emekli muhtarı, merhum babasının azatlı kalfası gibi haccın hikmetini dünyada değil ahırette bile anlayamıyacak adamlar..!

Be mübarek adam! Bunların yerine iki üç adam akıllı arkadaş götürsen de müslümanlar arasında bir tanışma, bir birlik meydana getirmeye çalışsan olmaz mı?

Arapça, Acemce, Rusça, Tatarca konferanslar vermek, hutbeler okumak, Kuzey Afrika'dan, Arabî Hint'ten, Çin'den, Sibirya'dan, Afgan'dan, buradan giden hacılarla tanıştırmak, umumun düştüğü ictimaî hastalıkları ortaya koyarak buna elbirliğiyle çare aramak ihmal edilecek bir iş midir?

Hükümet belki bu hususta bazı tedbirler düşünmüş, bazı adamlar bulup göndermiştir. Fakat zenginlerimiz de vazifelerini yapmalıdırlar. Evet "namaz kılar, takva sahibidir, tütün bile içmez" diye mahallenin bekçisini elli lira verip bedel göndermekle birşey olmaz. Mademki bir fedakârlıktır, ihtiyar ediliyor, bari faydalı olsun demeli, ona göre adam bulmalıdır.

Hayatını İslâm âleminin saadetine vakfetmiş meşhur seyyah Abdurreşid İbrahim Efendi hazretleri geçen seneki hac için "bu seneki hac azıcık birşeye benzedi..." buyuruyorlardı. İnşaallah bu benzerlik ayniyet derecesine yükselir.

Ancak bu idealin tahakkuk etmesi o mübarek beldeye hac mevsiminde dediğimiz gibi adamların gitmesiyle, yahut gönderilmesiyle mümkün olabilir. Yoksa senakârınız validem de bu sene hacca gidiyor ki ecri sırf kendisine ait kalacak, cemaata hiç hayrı dokunmıyacaktır zannederim.

Mehmet Âkif, "Hasbihal", Sırat-ı müstakim, IV, sayı: 95 (22 Cemaziyelahir, 1328)
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV