Yıl:2 Dönem:2 Sayı:4/16

       

     
  BİR VAKİT ÖLMEK

FATİH KAYA



Ölümü düşünüyordu yine. Her gece hiç bıkmadan ve durmadan düşündüğü ölümü, bu gece yine düşünüyor, titriyordu. Bu geceki diğer gecelerdekine benzemiyor, daha bir korkutucu daha bir heyecan verici geçiyordu. Yoksa, yoksa o her gece düşündüğü ölüm bu gece gelmiş miydi?

Daha önce de "işte geldi" dediği olmuştu, ama hep yanılmış, beklediği ölüm bir türlü gelmemişti. Bu gecekinin de yanıldığı gecekilerden biri olduğunu düşündü bir an. Ama gelmiş olmalıydı artık. O kadar beklemişti. Onun korktuğu belki de ölüm değil, ölümün beklenmedik bir anda gelmesiydi. Onu bir sevgiliyi karşılar gibi karşılamak, onunla konuşmak, acı verici olmaması için yalvarmak ve sonra kendini ona teslim etmek istiyordu. Ölümden korkuyor, titriyor ama onu bekliyordu. Her insan gibi, ölmek istemiyor ama nedense onu uzaklardaki bir sevgili gibi büyük bir aşk duyarcasına beklemekten de kendini alamıyordu. Sanki ölümle arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir aşk vardı.

Büyük bir aşkla seven insanlar, sevgilisini sevdiği kadar ondan korkarlar da. Sevgiyle korkunun birleşimi gibidir aşk. Her aşık sevilmek için sever ve sevgilisinin ona acı vereceğinden korkar. Ona en çok acı verebilecek, kapanmaz yaralar açabilecek kişinin sadece sevgilisi olduğunu bilirler, çünkü...

Ölümün geldiğini, bir kaç dakika sonra onunla buluşacağını, bu hayata veda edeceğini düşünüyor ve kendini buna iyice inandırıyordu. Bir kaç dakika sonra öleceğinin farkında olan, bıçağın boynuna dayanmasını bekleyen kurbanlıklar gibi davranıyordu.

Bir sigara yaktı. Bunun son sigarası olduğunu biliyordu artık. Kaçınılmaz olan ölüm gerçekten gelmişti. Bir daha sigara içemeyeceğini bilmek onu ürpertiyor, kanını titretiyordu. Dumanı büyük bir içtenlikle çekiyor, kendisiyle beraber azıcık da olsa götürmek için bütün vücuduna işlemesini sağlamaya çalışıyordu. Sigara mıydı hasretini çekeceği tek şey yoksa kendisiyle beraber tek götürebileceği mi?.. Bilmiyordu. Bilmek istemiyordu. Hiçbir şeyi hatırlamak, bilmek, sevmek istemiyordu. Düşünmek istemiyordu hiçbir şeyi. Sadece bekliyordu. Evde oradan oraya koşuyor, bağırıyor hatta haykırıyordu. Sanki Azrail'le konuşuyordu.

-Hadi, gel artık! Gel de al canımı! Al da kurtulayım bu işkenceden! Biliyorum buradasın! Ne o yoksa duymuyor musun beni? Sana söylüyorum! Hadi, gel artık! Al canımı! Ölmek istiyorum! Al canımı!

-Geldim, burdayım...

Bu ses, bu ses Azrail'in sesiydi. Gerçekten gelmişti. Vücudunun her yeri, her hücresi, deli gibi titriyordu. Terler boşalmıştı vücudundan bu sesi duyduğunda.

-Se se se sen de kimsin?

-Ben ölüm meleği Azrail'im...

Duyduklarına inanamıyordu. Bu ses, bir bebeği okşarcasına yumuşak ve bir o kadar da acı vericiydi. İşte bu ses, Azrail'in sesiydi.

-Ne istiyorsun benden?

-Senden seni istiyorum... Vakit doldu... Allah'ın adıyla canını almaya geldim.

-Ama ama ben ölmek istemiyorum. Beni bırak. Başkasına git. N'olur... Başkasına git!

Ağlıyordu. Ölüm anını hep beklemesine rağmen geldiğinden hiç de memnun değildi. Ağlıyordu fakat korkmuyordu artık. Azrail'le konuşmak ona güven vermişti. İnandığı din ona yalan söylememiş, tam da o okuduğu kutsal kitaptaki herşey harfiyen oluyordu.

Azrail vakti bir saniye dahi geçiremezdi.

-Bu benim elimde değil. Allah'ın emri benim için bir şereftir. Kimse ölümden kurtulamaz. Bunu bilmez misin sen? Gel, bana doğru gel... Korkma! Yok olmayacaksın. Aksine seni "gerçek hayata" götüreceğim. Gel...

Bu sese inanmıştı. Yaşamı boyunca biraz şüpheler yaşadıysa da şu an her şeye inanıyor, Azrail'e güveniyor ve inanmayanlara acıyordu. Keşke Azrail ona biraz izin verse de bu olanları herkese anlatsaydı. Bunun olamayacağını biliyordu. Azrail'le konuşmuştu bir kere. O'nunla konuşmak ölümün ta kendisiydi.

Azrail'e doğru yürüdü. Ne ağlıyor ne korkuyor ne de titriyordu. Azrail'in görünüşü, sesi ve etrafa yaydığı ışık o kadar huzur vericiydi ki, yaşayanlar bunu bilseler "beni de öldür Ya Rab" diye yakarırlardı. Huzura gidiyordu, mutluluğa, gerçek mutluluğa, sevgiye, aşka gidiyordu...

Azrail bütün vücudunu kavrayıp sıktı. Ruhu, yüksek bir tepeden aşağı düşer gibi, o boşluğu hissede hissede çıktı bedeninden. Sonra göğe doğru yükselmeye başladı. Dünyayı göremiyordu artık. Bilmediği bir yere gidiyordu, daha önce hiç gitmediği bir yere. Karanlığa değil, ışığa gidiyordu. Durmadan hatta durmak istemeden, büyük bir huzurla, büyük bir mutlulukla gidiyordu. Gitti, gitti ve gitti...

Hayatı boyunca beklediği ölümü yaşamıştı sonunda. Ölümün korkulacak bir şey olmadığını ancak yaşayınca anlıyordu insan... Hiçbir şey yaşanmadan anlaşılamıyor, anlaşılsa bile yaşanmıyordu!..
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV