Yıl:2 Dönem:2 Sayı:1/13

       

     
 

M. ATİLLA ARICIOĞLU İLE SÖYLEŞİ

MURAT AK

 
     
  "Teröristler tarafından kaçırılan üç işletme yöneticisi bağlanmış ve öldürülmek üzere bir yere konmuştur. Genelleşmiş bir usulle teröristlerin başı yöneticilere son isteklerini sorar. Fransız yönetici son defa milli marşının çalınmasını ister. Japon yönetici Japon yönetimi hakkında iyi bir konferans dinlemek ister. Bunun üzerine Amerikalı yönetici ise şöyle der: 'Beni hemen vurun. Eğer Japon yönetimi hakkında bir konferans daha dinleyeceksem her halde ölürüm.'"

Kitabınız kendi ifadenizle bir rekabetin anatomisini mizahi bir dille anlatan bu örnekle başlıyor. Belirttiğiniz gibi bu rekabetin boyutları üretim gücünün ve dünya pazarının elde tutulmasıyla mı sınırlı, yoksa bu rekabetin altında medeniyet ve din farklılıklarının da yattığını söyleyebilir miyiz?

Rekabet değeri olan unsurlar üretim ve pazar olduğunda, bunu geniş bir açılım içerisinde medeniyet ve din faktörüne katmanız çok kolay olmayacaktır. Ortaklaşa rekabetten Joint Venture'a kadar bir dizi yapılanma farklı din ve medeniyetlerin bir arada bulunmasına neden olmaktadır.

Mizahi anlatımın temelinde ve Fransız'ın intihar teşebbüsündeki bir diğer boyut ise dönemsel olarak Japon yönetimine ilişkin yoğun alâkanın bulunması. Ama üretim ve pazar dinamiğini yönetim felsefesine bağlayacak olursak, burada gelenek ilintili medeniyetten dine, tüm farklılıkları ve farklı uygulamaları görme şansına sahip oluruz ki bu son derece doğal. Ancak modern kültürün bir değeri olan kitle efsanesinin bugün yönetim dinamiklerini açıklamaya yeterli olmadığı, geçişken alanların içerisinde postmodern dinamiklerin üretilmeye çalışılması ve bunun için ıkınmalı bir değer sunulması, tüm bunlar neyin ne denli rekabet ile ilintili olduğunu göstermektedir.


Farklı olan Japon kapitalizminin çağdaşlarının önünde olmasına sebep, Japonların geleneklerine bağlı kalırken; Batı'dan teknoloji ithal edip Batı kültürünü bu teknolojiden arındırmaları kanaati sizin de kabul ettiğiniz ve üzerine vurgu yaptığınız ortak bir kanaat. Öte yandan üretilen teknolojinin üretilen kültürün malı olduğu ve diğer kültürler için dönüştürücü bir özelliğe sahip olduğu bilinir. Japonya bu sorunu nasıl aşabiliyor? Bir de kitabınızda güç, otorite, yetki algılanışı ve kullanılışında Japon ve Amerikan bireylerinin farklılaşması ve farklılığın işletme kurumlarına yansıması Japon kapitalizminin kendine özgü oluşunun temel sebebi gibi görünüyor. Ne dersiniz?

Öncelikle şunu iyi bilmek gerekmektedir: Modern Japonya'da bile geleneğin doğası korunmaya çalışılmaktadır ve daha da önemlisi ada devlet avantajı ve kültür birikiminin sağladığı deneyim çok önemli bir özelliğin korunmasını sağlamıştır: Asimilasyon-Absorve. Yani size sunulanı, olup biteni ve hattâ olacak ve biteceği tümden ele geçirip kendinize ait kılma ilkesi, hattâ ülküsü önem arz etmektedir. Bunun sağlanabilmesinde ada devlet olmanın avantajı (250 yıl kapılarınızı dünyaya kapatmanız), çok dinlilikten ürettiğiniz yeni bir din ki; adı "Japonya"! Sürekli dinamizme sahip ve manevi bir kast sistemi. Tüm bunlar benzerliklerine ya da farklılıklarına bakıldığında benzeşmesi çok olmayan bir örnek.

Kapitalizmin de bu noktada toplumsal değerlere ve coğrafi niteliğe bakarak farklı bir resim çizmesi doğal. Ancak bu farklılık Japonya'nın içi için geçerli. Dışı ise taktik bir farklılıktan ibaret. Teknoloji-kültür ikilemine sadece bir merkezden bakmak farklı örnekler görüldüğünde birçok konuda olduğu gibi bizi şaşkınlığa düşürüyor.


Son 20 yıldır Amerikan ekonomisinin bir gerileme halinde olduğu dillendirilmekte. Sosyal bilimcilerden bir kısmı bundan Almanya merkezli bir Batı Avrupa kazançlı çıkacak diyerek, bir kısmı da gelecekte dünya sisteminin yörüngesi Japonya merkezli olacak diyerek öngörüde bulunuyorlar. Japonya'nın teknoloji ithal ettiği Amerika'dan daha iyi bir seviye yakalayabilmesi şaşırtıcı değil mi? (entropi ve sinerji)

Çok merkezlilik öngörüsü tek merkezliliğe karşı olan bir önerme. Entropik erozyonun uğrattığı incelmeler ve bilinç kaymalarına karşın hukuk, siyaset ve iktisatla örülü ağın diyalektik bir ilişki içerisinde ve hukukun üstünlüğünden yola çıkarak sinerji üretmesi, istenen ve beklenen bir oluşum ve bu yeni bir oluşum filan da değil. İktisadi aygıtların kullanılarak bu oluşumun altını oyması Marks'ı haklı çıkaracak kadar etkili oluyor. Ancak unutmamak gerekir ki zenginlerin de fakirlerin de en çok adalete ihtiyacı vardır. Dünya bu çokluğuna rağmen bu sinerjiyi üretmeyi umuyor. Katılımcılık ve eşitlik. Ama Orwel'ın eşitliğinden farklı tabii ki. Aynı denge örgütler için de geçerli. Mikro ve makro kozmos iletişimi gibi. Önemli olan bunun olabilmesi veya olabileceğinin sorgulanması. Thurow veya Wallerstein'ın bu öngörüleri aslında çokluluğa geçiş için gerekli olan olinational diyebileceğimiz bir ara dönemi ifade ediyor sanki. Ancak unutmamak gerekir ki bu çokluluğa geçiş için bir uzam olabileceği gibi tekliliğe yeniden dönüşü de sağlayabilir. O halde yeryüzünün düzeni içerisinde teklilik bir entropik vak'a ise çoklu ulusların katılımını öngören sinerjinin nasıl sağlanacağı bilinmelidir. Basit bir örnek bunun belki de nereden başlaması gerektiğini göstermekte, yani yeryüzündeki gıda üretimi nüfusun yaklaşık 7 katını doyururken neden hâlâ açlar var? Sinerji sadece bir niyetin değil, bir eylemin adrenalini olarak karşımıza çıkmakta ve yükselen bir kabul ile entropiyi eritmektedir. Entropi yengi sahibi olduğunda katılımcılık uzaktan izlenen bir mavi ada olacaktır.


Ülkemizdeki işletmelerin sorunları üzerinde durarak yeni bir örgüt ve yönetim modeli arayışı içerisinde her ülkenin kendi yapısına uygun olarak geliştirmesi gerektiği yönetim ve örgüt tarzının zorunluluğu kanaatine varmış, Cem Alpar'ın ülkemizle ilgili "Türkiye, içindeki insanların Batı'ya koştuğu bir gemidir" tesbitine yer vermişsiniz. Sizce bu noktadan sonra ülkemizde kanaatiniz doğrultusunda kendi toplumsal, kültürel yapımıza uygun yeni bir yapılanma modeli ne kadar faydalı olabilir?

Öngörülen modelin faydalı olacağı kanaati olmasa öncelikle öngörülmezdi. Çünkü bu sadece teorik bir önerme değil, uygulamadakilerle yapılan görüşmelerdeki bulguların da sonucu. Doğu'ya da Batı'ya da koşsanız sonuçta gemi gerçeğini inkâr edemezsiniz ve bu önerme de Sakallı Celal'in bu vurgusuna uygun bir bileşkeyi ele almaktadır. Dikkat edilirse ortak kabuller bu önermeden önce ele alınmış ve kabuller ile kabulsüz uygulamaların ikilemi ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Önemli olan bunların farkına varmaktır, uzaktan seyretmek değil.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV