Yıl:2 Dönem:2 Sayı:2/14

       

     
  HER AYIN YAZARI:

EUGÈNE IONESCO (ÖJEN İYONESKO)


İBRAHİM DEMİRCİ



Eugène Ionesco 26 Kasım 1909'da Romanya'nın Slatina şehrinde doğdu. (Birçok kaynakta, doğum yılının 1912 olarak geçmesi, yazarın 1950'lerde yaptığı bir şakanın sonucudur.)

Romanyalı bir hukukçu olan babası, oğluna kendi adını verdi. Annesi Thérese İpcar, Romanya'ya çalışmaya gelmiş bir Fransız mühendisin kızıydı.

Eugène'in doğumundan bir süre sonra aile Fransa'ya yerleşti. Baba, Paris Hukuk Fakültesinde doktora yaptı.

11 Şubat 1911'de kızkardeşi Marilina dünyaya geldi. Bir yıl sonra doğan erkek kardeşi Mircea, on sekiz aylıkken menenjitten öldü.

Eugène daha dört yaşındayken kuklacılığa heveslenmişti.

Romanya Birinci Dünya Savaşına katılınca baba, 1916'da Bükreş'e döndü.

Anne ve çocuklar Fransa'da annenin ailesinin gözetiminde kaldılar. Kendisinden haber alınamayan babanın savaşta öldüğünü düşündüler.

Anne ve çocuklar bir otelde kalıyorlardı. Eugène'in sağlığı kırılgandı. Annesi onu ve kızkardeşini kırda bir pansiyona yerleştirdi. 1917-1919 yıllarını kapsayan bu dönem, yazarın eserlerine eğlenceli biçimde yansıyacaktır.

Paris'e döndüklerinde daracık, loş ve rutubetli bir daireye tıkıldılar. Eugène burada bir okul defterinin 32 sayfasını iki perdelik bir kahramanlık piyesiyle ve komik bir senaryo ile doldurdu. (Bu metinler, yazık ki kaybolmuştur.)

Babanın cephede ölmediği, hattâ asker bile olmadığı bir süre sonra anlaşıldı. Meğer o, Bükreş emniyet teşkilâtında müfettişlik görevi yapıyormuş ve 1917 yılında yeni bir evlilik yapmış. Değişen iktidarların her birine uyum sağlamayı beceren babaya göre, iktidar her zaman haklıymış! Emniyetteki konumunu da kullanarak, karısının yabancı bir ülkede yaşadığını bahane edip ilk karısından boşanmayı ve çocuklarının velâyetini almayı başarır. Bunun sonucu olarak Eugène ve kızkardeşi, 1922 Mayısında Romanya'ya dönerler.

Rumence öğrenen Eugène, Stânful Sava kolejini, 1928'de de Craiova lisesini bitirir. Babasının ailesiyle ilişkileri iyi değildir. Üvey anne, çocukları sevmemektedir. Baba, zengin olmasına rağmen, Bükreş'e yerleşmiş olan ilk eşinin pansiyon kirasını bile ödemeye yanaşmamaktadır.

Eugène 1926 yılında şiddetli bir tartışmanın ardından baba evini terk eder, Bükreş Bankasında çalışmakta olan annesinin yanına yerleşir. Marilina da, liseyi bırakıp annesinin girişimiyle bankada çalışmaya başlar. Marilina ömrü boyunca Romanya'da kalacak, iki kez evlenmesine karşın çocuk sahibi olamayacaktır. 1938'de Fransa'ya dönen Eugène'in kızkardeşiyle ilişkileri pek seyrektir.

Eugène halasının evinde bir odada kalır. Baba, zaman zaman öğrenimine destek olmak için para yollamaktadır. Oğlunun mühendis olmasını istemektedir ama çocuk, edebiyata ve şiire ilgi duymaktadır. 1928'de boyutlarının küçüklüğüyle tanınan Bilete de Papagal (Papağan Bileti) adlı dergide şair olarak görünür. 1929-1933 yıllarında Bükreş üniversitesinde Fransızca okur.

1930'da Zodiac dergisinde çıkan ilk makalesi, İlarie Voronca hakkındadır. Bu dönemde, sonradan evleneceği Rodica Burileanu ile tanışır.

1931'de kaleme aldığı Küçük varlıklar için elejiler, Francis Jammes etkisi taşıyan ince bir şiir kitabıdır.

1928-1935 arasında Vremea (Zaman), Azi (Bugün), Floarea de Foc (Ateş Çiçeği), Viata Literara (Edebiyat Hayatı), România Literara (Rumen Edebiyatı), faşizm karşıtı haftalık dergi Critica (Eleştiri), Axa (Eksen), Fapta (Olgu), İdeea (Fikir), Românesca ve Zodiac'ta çalışmaları yayımlanır.

1933 yılında Facla (Meşale) ve Universul Literara (Edebiyat Dünyası) dergileri içinde yer alır.

1934'te çıkan Nu (Hayır) adlı eseri, makalelerini ve gazete yazılarını içermektedir ve Rumen edebiyatının kutsanmış değerlerine karşı yıkıcı ve alaycı üslûbuyla büyük yankı doğurur. Edebiyat kuramcısı ve eleştirmen Tudor Vianu'nun başkanlık ettiği bir jüri, kitabı ödüllendirir.

Eugène Ionesco, 8 Temmuz 1936 tarihinde Rodica Burileanu ile evlenir. Balayılarını Constanza (Köstence) ve Yunanistan'da geçirirler. Üç ay sonra, anne, beyin kanamasından ölür.

Ionesco, Cernavo'da Fransızca öğretmenliği yapar. Çeşitli seminerleri yönetir. Milli Eğitim Bakanlığı yabancılarla ilişkiler bölümünde görev alır.

1937-1938'de Facla'nın eleştiri sayfalarını düzenler. Universul Literar, Rampa ve Parerile Libere (Özgür Görüşler)'de de yazar.

Babasına ilişkin sözleri: "Onu son gördüğümde öğrenimim bitmişti, evlenmiştim. O Devlet'e saygı duyuyordu, bense Devlet'ten tiksiniyordum. Beni Yahudi olarak görmek istiyordu, ona göre Yahudi olmak aptal olmaktan iyiydi.

1938'de Vremea'da Eleştiri sözlüğü yayımlanır. Aynı yıl Romanya hükümetinin bursuyla "Baudelaire'den beri Fransız şiirinde günah ve ölüm teması"nı çalışmak üzere Paris'e gelir. Bu çalışmayı bitirmeyecektir. Paris'te Emmanuel Mounier, Berdiaev, Jacques Maritain ve Gabriel Marcel'in yazdıklarıyla ilgilenir.

1939'da Henri Thomas ve Esprit dergisi ekibiyle tanışır. Marsilya yolculuğu, Cahiers du Sud (Güney Defterleri) ve Léon-Gabriel Gros ile ilişkiler... Aylık bilim ve edebiyat dergisi Viata Românesca'ya Paris'ten yazılar yollar.

İkinci Dünya savaşı çıkınca Bükreş'e döner. Bitirdiği lisede Fransızca öğretmenliği yapar.

Yenilmiş ve işgale uğramış ülkesinden acılar içinde terk ettiği Fransa'ya dönebilmek için verdiği uzun çabaları, dostlarının yardımlarıyla nihayet sonuç verir ve eşiyle birlikte bir daha ayrılmayacağı Fransa'ya geçer. Marsilya'da bir otelde kalırlar. Ciddi para sıkıntısı çekmektedirler. Pavel Dan (1907-1937)'ın romanı Urcan Batrânul (Baba Urcan)'ı Fransızcaya çevirir.

Vichy'de Romanya Kraliyet Elçiliği Kültür Servisi'ne atanır.

26 Ağustos 1944'te kızı Marie-France doğar.

1945 Martında Paris'e yerleşirler. Bu dönemde hayatı zor, çalışma düzeni kararsızdır. Resmi bir yayınevinde düzeltmen olarak çalışır. Gerçeküstücülüğün ve absürd edebiyatın habercilerinden olan Rumen şair Urmoz (1883-1923)'un eserlerini çevirir. Yakınlarından bir hanım da maddi destek sağlamaktadır.

1948 sonlarına doğru babası ölür. Eugène onun mirasından hiçbir şeyi kabul etmez.

O yıl La Cantatrice Chauve (Kel Şarkıcı) yazılmaya başlanır. Oyun 1950'de sahnelenir ama büyük pek de başarılı olmaz. Onu anlayanlar ve ona değer verenler ancak bir avuç aydındır. Breton, Bunuel, Adamov ve Mircea Eliade ile düşüp kalkar.

4 Ağustos 1950'de Kel Şarkıcı'yı da sahnelemiş olan Nicolas Bataille'in yönettiği Dostoyevski'nin Ecinniler'inden uyarlanmış oyunda Stepan Trofimoviç rolünü oynar. Maceraya, nihilizme sarılmaktan tuhaf bir zevk alır. Patafizik Koleji'nde Boris Vian, Raymond Keyneau, Jacques Prévert, Marcel Ducham ve Michel Leiris ile birliktedir.

Eserlerinin çoğu, Les Cahiers du College de Pataphysique'te yayımlanır.

1954'te Alphonse Allais ödülünü alır.

1958'de Observer'ın İngiliz eleştirmeni Kenneth Tynan ile sert bir polemiğe girer, tiyatro anlayışını savunur.

1959'da Helsinki'de avangard tiyatro tartışmasına katılır. Aynı yıl Monsieur Tête (Bay Baş) filmiyle Tours Festivalinde eleştirmenler ödülünü kazanır.

1961'de sanat edebiyat nişanına lâyık görülür.

1963'te La Leçon (Ders) adlı oyununun bale versiyonu İtalya'da Büyük Ödüle değer bulunur. Aynı yıl, çocukluğunun yitik cenneti La Chapelle-Anthenaise'i yeniden görür.

1966'da Yazarlar Birliği Tiyatro Büyük Ödülünü alır.

22 Haziran 1970'te Fransız Akademisi üyeliğine seçilir. Légion d'Honneur nişanına lâyık görülür.

Avrupa'nın çeşitli kentlerinde festivallere çağrılır, ödüller alır, kimi üniversitelerce kendisine onursal doktor unvanı verilir.

1976'da New-York'ta bir yuvarlak masa toplantısına katılır.

1984 Şubatında hastaneye kaldırılır. Sağlığı pek iyi değildir, şeker hastasıdır.

1989 Şubatında yeniden hastaneye yatırılır. Romanya'da insan hakları için yürütülen eylemlere destek olur. Pen Clup tarafından Vaclav Havel'e Özgürlük Ödülü'nün verildiği oturuma başkanlık eder. Düşünce ve ifade özgürlüğü için imzasını koyan 710 yazar arasında Eugène Ionesco da vardır. 30 Aralık 1989'da Cioren ile birlikte Rumen Yazarlar Birliği şeref üyeliğine seçilir.

28 Mart 1994 tarihinde Paris'teki evinde ölür. 1 Nisan Cuma günü Montparnasse mezarlığına gömülür.


ESERLERİNDEN ALINTILAR:

GERGEDAN'DAN

DEYZİ - (M.Papiyon'a) Belki hepimizin gözünde perde var. Sizin de.
BOTAR - Benim gözlerimde hiçbir vakit perde olmadı. Amma bunun altında bir şey var
DÜDAR - (Botar'a) Nasıl bir şey? Ne?
M. PAPİYON - (Beranje'ye) Bu gergedan değil mi? Sizin gördüğünüz bu muydu?
(Deyzi'ye) Ya siz ne dersiniz?
DEYZİ - Evet bir gergedan.
(s.50)

BERANJE - Tıbba inanmamakla hata ediyorsun.
JAN - Doktorlar olmayan hastalıkları icat ediyorlar.
BERANJE - Bu bir iyi duygudan geliyor. İnsanları tedavi zevki için...
JAN - Hastalık icat ediyorlar, hastalık icat ediyorlar.
BERANJE - Belki icat ediyorlar... ama icat ettikleri hastalıkları iyi ediyorlar.
JAN- Benim yalnız baytarlara itimadım var.
(s. 64)

DEYZİ - Sözümde duracağım. İnan bana! (Gergedanların gittikçe âhenkli olan sesleri) Şarkı söylüyorlar, duyuyor musun?
BERANJE - Şarkı söylemiyorlar, böğürüyorlar.
DEYZİ - Şarkı söylüyorlar.
BERANJE - Böğürüyorlar diyorum sana.
DEYZİ - Deli misin ne, şarkı söylüyorlar.
BERANJE - Sende kulak yok, ne yapayım?
(s. 107)

BERANJE - ....... Bütün dünyaya karşı kendimi savunacağım. Ben son insanım, sonuna kadar öyle kalacağım. Boyun eğmiyorum!
(s. 110)


KIRAL ÖLÜYOR'DAN

MUHAFIZ - Kıralın sonu geldi.
DOKTOR - Haşmetlû, sizin için çok üzüleceğiz. Bunu her yerde de söyleyeceğiz, emin olunuz.
KIRAL - Ölmek istemiyorum.
MARİ - Eyvah, saçları birden beyazlaştı. (Gerçekten kıralın saçları beyaz olmuştur, yüzünde de on dört asır ihtiyarlamış gibi derin buruşukluklar peyda olmuştur.)
DOKTOR - Ne de çabuk modası geçti!
KIRAL - Kırallar ölümsüz olmalıydılar.
MARGÖRİT - Kıralların geçici bir ölümsüzlükleri vardır.
KIRAL - Ben karar vermedikçe ölmeyeceğime söz verilmişti.
MARGÖRİT - Bu kadar gecikeceğin düşünülmemişti. İktidardan hoşlanır oldun. Şimdi karar vermen için zorlanman gerekiyor. Dirilerin ılık batağına gömüldün. Artık donacaksın.
KIRAL - Beni aldattılar. Haber vermeleri gerekirdi. Beni aldattılar.
MARGÖRİT - Haber verdiler.
KIRAL - Vaktinden çok evvel haber vermiştin. Çok geç bildiriyorsun. Ölmek istemiyorum... Hayır, mademki kendim başaramıyorum, beni kurtarın.
(s. 24)


GELİNLİK KIZ'DAN

BAYAN - (Sahnenin ucuna bakarak) Hah, işte geliyor. Durun da onu sizinle tanıştırayım.
(BAYAN'ın kızı girer. Otuz yaşlarında güçlü kuvvetli, kara bıyıklı bir adamdır. Üstünde gri bir elbise vardır.)
BAY-KIZ - Günaydın anneciğim.
(Kalın bir erkek sesi. BAYAN'ı öper.)
BAY - Hık demiş burnunuzdan düşmüş, Bayan.
BAYAN - (BAY-KIZ'a) Git de Bay'a günaydın de.
BAY-KIZ - (Önce eğilir) Günaydın, efendim!
BAY - Günaydın, yavrum! (BAYAN'a) Sahiden de pek terbiyeli bir kız. Kaç yaşında?
BAYAN - Doksan üç!
BAY - Öyleyse tam ergenlik çağında.
BAYAN - Yok yok. Bize seksen yıl borcu var, demek ki on üç yaşında.
BAY - Hiç merak etmeyin; bu yıllar da ötekiler gibi çabuak geçer. (BAY-KIZ'a) Demek daha küçüksünüz?
BAY-KIZ - (Çok güçlü bir sesle) Evet, ama unutmayınız: küçük, küçük buçuk!
(BAY'la BAYAN, büyük bir korku içinde ayağa fırlarlar. Donakalmışlardır. BAYAN, ellerini kavuşturur.)
PERDE
(S. 14-15)


ÖNDER'DEN

SPİKER - Önder geliyor! Göründü. Eğiliyor. Şimdi de eğilmiyor. (SPİKER'in her sözünde HAYRANLAR başlarını biraz daha uzatırlar; titrerler.) Sıçrıyor. Irmağı geçti. Elini sıkıyorlar. Baş parmağını kaldırıyor. Duyuyor musunuz, gülüyorlar. (SPİKER'le HAYRANLAR da gülerler.) Bakın bakın!.. Bir âlet kutusu veriyorlar ona. Ne yapacak bakalım? Aa, bakın bakın!.. İmza dağıtıyor. Önder bir kirpi aldı eline, nefis bir kirpi! Halk önderi alkışlıyor! Dans ediyor, dans ediyor; kirpi de elinde. Dans ettiği kadını kucaklıyor. Yaşa! Yaşa! (Sahne arkasından sesler gelir.) Fotoğraf çektiriyor; bir elinde dans ettiği kadın, bir elinde de kirpi... Halkı selâmlıyor... Amma da uzağa tükürdü haa..
(s. 20)


KEL ŞARKICI'DAN

BAYAN SMITH - Bayan Parker, İstanbul'dan yeni gelen Popesco Rosenfeld adında Romanyalı bir bakkal biliyormuş. Yoğurt uzmanıymış. Edirne'deki yoğurtçuluk okulundan diploma almış. Yarın gidip ondan koca bir kâse yerli Romanya yoğurdu alacağım. Londra dolaylarında böyle şeyler kolay bulunmuyor.
BAY SMITH - (Okumaya devam ederek dilini şaplatır.)
BAYAN SMITH - Yoğurt mideyle böbrekler için çok iyiymiş. Apandisit için de... Bunu bana Doktor Mackenzie-king söyledi -hani şu komşumuz John'ların çocuklarının doktoru. Çok iyi bir doktor. İnsan güvenebiliyor. Önce kendi üzerinde denemediği hiçbir ilâcı başkalarına salık vermez. Parker'ı ameliyat etmeden önce kendini ameliyat etti, halbuki hiçbir şeyciği yoktu.
BAY SMITH - Peki öyleyse Parker öldüğü halde Doktor niye hâlâ yaşıyor?
BAYAN SMITH - Ameliyat Doktor'da başarılı geçti de Parker'da başarılı geçmedi, ondan.
(s. 7-8)


YALNIZ ADAM'DAN

Her şey, şey tarafından kimin tarafından? Hadi itiraf edelim, Tanrı tarafından düşünülmüş bir gösteridir. İtiraf edeyim ki, inanırım ona. Ama evren, gerçekten de gösteriye benzer, girdisini çıktısını anlamadığım bir gösteri olsa da. Her şeye karşın, göz kamaştırıcıdır. Kimsecikler yadsıyamaz bunu. Belki de O dünyayı kendi başına olmaya bırakmıştır. Belki zaman zaman yanılıyorum. Belki de O'nun her yaptığımızı önceden koşulladığı doğru değil. Yoo, hayır, günlük ve sıradan yaşamın üstünü örten ve dışardan çok içimizde bulunan hafif örtüyü kaldırmak yetişir, dikkatle bakıldığı zaman, ister güldürü, ister ağlatı olsun, hiçbir şey sıradan değildir. Saçma lâflar ediyorum, başka, çok başka lâflar. İnsanların yaptığı gösteri, insanların tiyatrosu, büyük tiyatronun yerini tutan kötü bir örnekten başka şey değildir. (s. 52)

İnsanlar savaş ve devrimlerde birbirlerini gebertip duruyor. İnsanlar kendilerini öldürttürüyorlar. Öbür insanlarda kendilerini öldürüyorlar. Belki de ölümü öldürmeye çalışıyorlar.. Ve birden, sonsuz bir hüzne, korkunç bir üzüntüye kapıldım." (s. 103)


IONESCO'DAN SEÇMELER:

Edebiyat dergisinin Şubat 1969'da çıkan ilk sayısında Eugène Ionesco'nun Günlükler'inden bir çeviri vardır. Nuri Pakdil'in yaptığı bu çeviriler, derginin sonraki sayılarında da sürer. Ionesco ile yapılmış konuşmalar, yazarın başka metinleri de sık sık karşımıza çıkar. Yazık ki, bu çeviriler dergi sayfalarında kalmıştır.

"Gardiyanlar, derebeyler, zorba başbuğlar, burunlarından ötesini görmeyenler, hayasızlar, sağırlar; işte, asıl öncelikle bunlar hissetmeliler suçlu olduklarını." (Nisan 1973, s. 7)

"Her dönemdekinden daha çok İbrahim öyküsünü gereksinmelidir çağımız insanı. Çünkü hiçbir dönemde insan olarak verilen kurbanlar bu kadar çok olmadı. İbrahim öyküsünü okuya okuya insanı insana tutsak eden kelepçeler çözülebilir, çağın çıkmazı onunla aşılabilir ancak. Geçmiş onu okuya okuya hesaba çekilebilir. Ve eleştiriye kapalı bir toplumda en zor kavgayı kendine ödev bilmiş bir savaşçı yüreği onunla beslenebilir." (Şubat, 1974, çev. Ali İmran)

"Bize herşeyin yitecekmiş gibi görüneceği son anda, belki kurtulacağız kötülüklerden, dikileceğiz karşısına kötülüklerin, üstün geleceğiz düşmana."
(Nisan, 1976)

"Niçin korkuyorsun ölümden?" diyor bana B., "bireyci bir sorundur bu, aşağılık, küçük işlerle uğraşanların sorunudur." "Gerçekten, küçük işlerle uğraşan biridir insan: insancıl bir sorundur ölüm sorunu. İnek düşünmez ölümü. İnek aşağılık değildir."
(Aralık, 1977)

"Biliyorum; her şeyden vazgeçiyorum da kendimden vazgeçemiyorum. Yapılması gerekenin tersidir bu."
(Aralık, 1979)

"Kafesimde çepeçevre dolanıp duruyorum, parmaklıkların arkasındaki bir yırtıcı hayvanın dolanıp durması gibi."
(Mayıs-Aralık 1984)
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV