Yıl:2 Dönem:2 Sayı:3/15

       

     
  YERYÜZÜNÜN EMNİYET SÜBABI OLABİLİRİZ

Nihal Bengisu Karaca
Aksiyon Dergisi - 13 Ekim 2001



"Kaybolan koordinatlarımızı yeniden bulmak zorundayız. Bu, herşeyden önce başımızı kaldırıp gökyüzüne yeniden bakmamızı gerektiriyor. Gökyüzü ile yeniden tanışmamız, yeniden barışmamız. Astronomi yani. Astronomi, geometri, matematik, fizik ve diğerleri. Fen bilimlerinde havlu attık, fen bilimlerini Kutsal Koalisyon'a ihale ettik, lâf u güzafla uğraşıyoruz. Yepyeni bir anlayışla ençok 20 yıl içinde bilgi tekelini kırabiliriz"İnsanlık tarihi çetin bir sınavdan geçer, barış ve özgürlük 'Yeni Dünya Düzeni'nin beşiğinde tıngır mıngır sallanırken, bir uyku halinin çöktüğü gözlerimizi ovuştura ovuştura seyreyliyoruz gümbürtüyü. Dünya bir ulusun, bir milletin kendi özelliklerini taşıyarak ayakta kalamayacağı, mutlak ödünler isteyen büyük bir güç karşısında ya tümden susup "intisap edeceği" ya da silkinip kendini yeniden inşa edeceği bir yere doğru evriliyor. Alev Alatlı bu kavşakta kulak kesilmemiz gereken şeyler söylüyor. Yazar dünya üzerinde mühendistik hesaplar yapan tarikat benzeri bir yapılanmanın Türkiye üzerindeki etkilerini kurguladığı Schrödinger'in Kedisi/Kâbus'un devamı niteliğinde olan ikinci kitap Rüya'da, "Kutsal Koalisyon"u daha da açımlamaktan öte, "ne yapılabilir" üzerinde odaklanıyor. Çoklukla sosyolojinin ya da "Köklerimize dönelim" şeklindeki edebi temennilerin konusu olan kimlik probleminin fen bilimleri ile; astronomi, matematik ve fizik ile olan ontolojik ilişkisini deşifre eden 'sarsıcı' bir kitap bu. Rüya, şu anda ve gelecekte olabileceklerden yola çıkarak felaketlerin hayra tebdil edilebileceği bir disiplin kuruyor. Gökyüzü ile açılıyor, altında Çin'den Tibet'e, Altay illerine kadar uzanan bir coğrafyanın serili olduğu bir gökyüzü ile. Kavimler rahmi Asya'nın tecrübesiyle, kuantum fiziğinin sufilikle el ele verdiği bir konsepti buluşturan, bir derdi ve kaygısı olan herkesin gerçekleşmesini yürekten isteyeceği bir rüya bu.

Ancak böylesi bir Rüya'ya uzanabilmek için Kâbus'la halleşmek, kara kara düşünmek, olanları anlamlandırabilmek gerekiyor. Çünkü -kitaptan bir cümle ile- "Dünyayı bilmeyen dünyanın maskarası oluyor."


İlk kitabınız Schrödinger'in Kedisi/Kâbus meş'um bir olaydan -dergahına yapılan bir saldırıdan- sonra dünyayı tekeline alan, benliğini kendisine teslim edenleri lütfederek kabul etmiş, itaat etmeyenleri ise kırıp geçiren, 'Haliçi'i kana bulayan', küresel ve mutlak bir gücü tasvir ediyordu...

Denebilir. Şu şerhle ki, eğer varsa bir "kâbus" onu yaratan biziz, onlar değil. Bu saptamayı önemsiyorum, çünkü aksi takdirde her zamanki kolaycılığımız ile kabahatı başkalarına yükleme yoluna gideriz. Schrödinger'in Kedisi/Kâbus, 2020'li yıllarda geçen fütüristik bir romandı. Yeni Dünya Düzeni'ni oturtmaya çalışan tarikat benzeri bir düzenlemenin gölgesinde ama gölgesinde olduğunun farkında olmayan Türkiye insanının içine düştüğü ölümcül durumun hikâyesiydi. Bir yandan afazik, öte yandan anne/doğadan ayrışmamış ön-insan özellikleri sergileyen, çocuksu ve hoyrat bir halk. Bu ve diğer özellikleri Türkiye'nin ayrışması ile son bulmuştu. Birtakım Anadolu devletçikleri kurulmuştu ve bu devletçiklerin birbirleriyle iletişim kurmaları olanaksız görünüyordu. Öte yandan Yeni Dünya Düzeni'ni oturtmaya çalışan "Kutsal Koalisyon"un gezegenimizi post-modern faşizm diye adlandırdığım, feodal bir oligarşiye dönüştürme çabaları vargücüyle devam ediyordu.


Arkaplânda ise kuantum fiziği ve saçaklı mantık oluşumları gözlemleniyordu...

Evet. Bütün bunlar olup biterken bilimdeki görülmemiş ilerleme insanlığı klasik fiziğin şekillendirdiği birinci Aydınlanma Çağı'ndan çıkarıp, İkinci Aydınlanma Çağı'na sokuyordu. İkinci Aydınlanma Çağı, 1920'lerde filizlenen Kuantum Fiziği. 1970'li yılların en büyük buluşu "fuzzy" ya da Saçaklı Mantık, kâinatın bambaşka bir yorumunu getiriyordu ve bu yorum dünya tarihinde ilk kez hayatı siyah/beyaz yorumlamanın eksikliğini/kusurunu ortaya koyuyordu hem de matematiksel bir biçimde. Şimdi burada ironik olan şu: Bilimin siyah beyazdan vazgeçtiği bir zamanda Kutsal Koalisyon dediğim Yeni Dünya Düzeni Tarikatı'nın siyah/beyazda ısrar eden tutumunu sürdürmesi. Başarılı olmaları mümkün değil ama can yakacakları da bir gerçek.


Bu tarikatın yapılanmasını açabilir miyiz biraz?

Başta bir "Yüce Pir, " yani ABD, onun etrafında Vâsıllar, yani G-7; onların altında Sâlikler, yani G-20; onların altında Müridler, onların altında Talipler... Bunlar, YDD'ye dahil olabilmek için çırpınan uluslar. Bunların dışında kalanlar da var: Sömürülmezler. Sömürülmezler, ne petrol, ne maden, ne de deniz manzarası, gerçekten sömürülecek hiçbir şeyleri olmayan uluslar. Bir de Sömürülmezlerin kapılarında dilenen Lânetliler. YDD'nin öncelikle bu son iki gruptan kurtulmak, gezegenimizin kısıtlı imkânlarını bunlarla paylaşmak istemeyeceği açıktı.


CNN televizyonundaki bir programda, İkiz Kuleler'e yapılan saldırının arkasında "Uluslar-ötesi derin dünya devleti"nin olabileceğini söylediniz.

Söyledim, evet. İkiz Kuleler olayına bir de "derin dünya devletinin Susurluk'u" olarak bakalım; bakalım, neler bulacağız. Ama hemen ilâve edeyim, ben bir stratejist değilim, siyaset bilimcisi de değilim. Sadece, dünyayı okumaya çalışan birisiyim ve Üsame bin Ladin'in CIA yetiştirmesi olduğunu biliyorum. Kim kime neden küsmüş de neye kalkışmış acaba diye düşünmeden edemiyorum.


Schrödinger'in Kedisi / Rüya'dan anladığım kadarıyla bu iş süper güç Amerika'nın kendi halkını anayasalarını delme pahasına mağdur etmesine kadar varıyor/varacak. "Yüce Pir'in bir numaralı hedefi kendi ülkesiydi!" Kaybedenin tüm yeryüzü olduğu, oysa kazanan bir ulusun ol-ma-dığı garip bir savaş bu, ya da oyun, intihar, akıl hastalığı?

Şunu anlamamız lâzım: YDD'yi oluşturan, dünyanın etrafını bir çelik kapan gibi ören Kutsal Koalisyon'un milliyeti yoktur. Bunlar sayıları birkaç onbini geçmeyen fertlerdir. Çeşitli pasaportlar, çoğu zaman birden fazla pasaport taşırlar. Kendi ülkeleri, kendi halkları dahil olmak üzere kimselere sadakatları yoktur. Bu bağlamda, Yüce Pir'in ABD'li olması, Amerikan halkını kollayacağı anlamına gelmez. Tam tersine, Yüce Pir'in birinci hedefi kendi halkıdır. Neden çünkü gelişimi, etiği ve gücü itibariyle Yüce Pir'in en güçlü muhalifi kendi halkıdır.


Amerikalıları önemsiyorsunuz. Amerika'nın "iksir"i olduğundan bahsediyorsunuz.

Elbette, Amerika'yı önemsiyorum. Amerika'nın dünyaya şekil veren, gelmiş geçmiş en önemli ulus olduğunu bir kere kabul etmek lâzım. Dünyanın bir anayasa ile, toplumsal mutabakatla kurulan ilk federe cumhuriyeti. Muhteşem bir yaratıcılık, çalışkanlık, etik. Kendi başına ayakta durabilme yeteneği. Hukuk sistemi, demokrasi vs. vs. Ancak, Amerika rahat bırakılmadı. Bırakmayan kim? Bırakmayanlar, 1870'lerde ilk milyon dolarlık şirketi kuranlar. Daha sonra milyar dolarlık şirketler. Daha sonra karteller. Çok uluslular ve nihayet bu yüzyılın başında tek başlarına trilyonluk servetleri yöneten hanedanlar. Bugün sadece Ford Motor Company'nin cirosu Türkiye'nin GSMH'sını katlar. Bu hanedanların servetlerini arttırmalarının karşısında duran ulusal devletleri ortadan kaldırma istekleri de yeni değildir. Ulusal devletleri ayakbağı olarak görürler ve ortadan kaldırmak isterler.


Hiç şansımız yok mu?

Bence var. Çok zor, çok meşakkatli ama var. Böyle şekillenen bir dünyada bizim gibi mağdur ile talip arasında bir yerde olan bir toplum nasıl yaşayakalabilir? "Rüya"da anlatılan bu.


"Eski Türkiye'nin küllerinden yoğrulan bir ütopya" diyorsunuz.

Evet, eski Türkiye'nin küllerinden yoğrulan bir ütopyadan bahsediyorum. Kızıl Elma'sının "bilgi" olduğu, "Yeni Ergenekon"dan. Mağdurların yeni Ergenekon'undan. Ancak, bu Ergenekon, milliyet ve milliyetçilik kavramlarını yeniden tanımlayan bir Ergenekon. İrlandalı olsun, Amerikalı olsun tüm mağdurların birlikte oluşturdukları bir Ergenekon.


Evrensel milliyetçilik gibi bir kavram çıkıyor ortaya!

Neden olmasın? "Kelaynak milliyetçiliği" gibisinden, kendisinden ödün vermeyen, yaşayan ve fakat yaşatan bir milliyetçilik düşüncesi neden olmasın? Turnalar kadar ödünsüz ve vakur neden olunmasın? Bakın, bir milletin yaşayakalması için diğerinin ortadan kaybolması gerekmez. Sadece güçlünün yaşayakalmayı hak ettiği fikri, Darwinsel Evrim fikridir. Ancak, Darwinsel Evrim, kısmi bir gerçektir. Bir de Birlikte Evrilme diye birşey var; co-existential evolution. En az birincisi kadar gerçektir. Darwinsel Evrim'i tek ve mutlak gerçek gibi görmek politik bir tavırdır, bilimsel değil.


Bilderberg grubu ve toplantılarının üzerinde önemle duruyorsunuz. Onu entelijansiya destekli bankerler ve sanayicilerden oluşan oligarşik bir federasyon olarak tanımlıyorsunuz...

Bilderberg'in kökenleri 1877 Yuvarlak Masa toplantılarına kadar uzar. Andrew Carnegie, Peabody, Cecil Rhodes, Rockefeller, Rothschild hanedanları. Daha sonraları 1904'te yarı-gizli bir cemiyet haline geldiler. O zaman açıkladıkları amaçları dünyayı anglo-sever, İngilizce konuşan bir oligarşik yapı altında birleştirmekti. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında bu ülkülerine uygun oluşumları desteklediler. 1954'te ilk Bilderberg toplantısı yapıldı. Bilderberg otelinde, otelin sahibi Hollanda Kralı, eski bir Nazi. Servetini Endonezya petrollerinden yapmış bir hanedan. Eski sömürgeci. Bu toplantılar o gün bugün basına kapalı devam eder. Yüzlerce de uzantısı vardır. Vakıflardan, Trilateral komisyona kadar yüzlerce aynı amaç doğrultusunda çalışan kurum.


Dünya böyle bir federasyonun eline geçiyor. Ulus kalmakta direnecek olanların şansı yok. "Hasmın" tarifi çoktan yapılmış: Maceracılar bile bu kapsama dahil! Zihni kontrol edebilen, öldürmeyen silah adını verdikleri yöntemleri var ve bunları kullanıyorlar, Koresh tarikatı üyelerinin kendilerini yakmaları "sağlanabiliyor" sözgelimi. Dünya buralara geliyor, kimsenin ruhu duymuyor mu?

Kimsenin ruhu duymuyor değil. İnternette yüzlerce muhalif, meseleleri anlatıyor, tartışıyor, çözüm üretmeye çalışıyor. Ancak, uluslararası medya kontrollü ve yansıtmıyor. Nitekim, sıkı bir muhalif "Bo" Gritz, 1992 Amerikan başkan seçimlerinde adaydı. Adamın adını bile duymadık, öyle değil mi?


İçeriği kesinlikle gizli tutulan Bilderberg toplantılarına Türkiye'den katılımlar oluyor. Neyi talep ettiğini bilmeyen, küreselleşme, özgürlük ve barış gibi kavramların yavaşça boşaltıldığını "fark edemeyenler" de olabilir mi bu ihanetin içinde? Toplantılara katılanlar arasında (kitapta ismi geçmeyen) bir Şerif Mardin de var mesela. Vatanlarını sevdiğini varsaydığımız siyasiler var: Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel...

Hemen bütün siyasiler Bilderberg'e davet alırlar. Bu onların vatanlarını sevmediğini göstermez. Tersine, gitmiş görmüş olmaları iyi. Biliyor olmaları iyi. Yoksa, bir Afganistan'dan, bir Sudan'dan beter olurduk. Dünyayı bilmeyenin dünyanın maskarası olması kaçınılmaz. Olanı görmezden gelmeyi sürdüremezsiniz.


Bilderberg'in aslında masonik bir yapılanma olduğu ve bu yapıya İlluminati ya da Tapınak Şövalyeleri adı verilen tarikatlerin yön verdiği gibi bir teori var. Size göre böyle bir tarikat, ya da bu yapının üzerinde olan bir "şey" var mı? İlk kitapta Yeni Dünya Düzeni için öngördüğünüz tarikat benzeri örgütlenme metaforu (Yüce pir-Vasıllar- Salikler-Müridler... silsilesi) böyle bir bilgiye mi gönderme yapıyordu?

Masonik yapılanmadan kastınız nedir bilmiyorum. Kitaptaki Tapınak Şövalyelerine yapılan atıf bambaşka bir bağlamda. İnsanoğlunun inanmayacağı hiçbir yalan olmadığı bağlamında bir alıntı. Kâbus'taki düzenlemeye gelince, o düpedüz bir tarikat düzenlemesi. Cihaz'ından zikrine, kurallara uymayanların "düşkün" ilân edilmelerine kadar.


"Yeryüzünden silinmemiz gerekiyorsa silinelim ama haysiyetimizi koruyarak, zerafetle ve yitirmeksizin mizah duygumuzu külliyen." Kitabın girişinden bir cümle. Mizah duygusunun gerekirlilik cihetini anlayamadım. Olup bitenler büyük bir şaka belki ama gülebilmek ne kadar mümkün?

"Ağlamak neyi çözer?! Göğsümüzü, bağrımızı mı yumruklayalım? Kanlı gözyaşları mı dökelim? Oturup, sakin sakin duruma bakalım. Sakin sakin ve evet mizahla. Sizce, garibim Afganistan'ın taş tarlasına milyarlık silâhları gömen Amerikan yönetimi komik değil mi?


11 Eylül vakasının da teyid ettiği öngörüleriniz arasında ülkemizi/ulusumuzu bekleyen daha nice felaketlerin olduğunu görmek korkutucu. Dünyayı "bir dünya, bir devlet, bir bayrak "sloganıyla dönüştüren ve bir süre sonra adına "Yeni Dünya Düzeni" diyen bu güç odaklarının isteği dışında pek bir şey olmuyor gibi, yanılıyor muyum?

"Rüya"da bütün bu olumsuzluğa rağmen ne yapılabiliri hayal ettim. Bence durum çok zor ama ümitsiz değildir. Çünkü, yaşam fiziktir ve yasaları vardır. Ve fiziğin yasaları sanıldığı gibi siyah-beyaz değildir. Yeni Ergenekon'un asal yasası kuantum gerçekliğini, yani Ezeli ve Ebedi Gerçekleri esas alan yasalardır. Bu yapılabilir, mağdurların gerçekliklerinin en az Kutsal Koalisyonun gerçekleri kadar gerçek olduğu anlatılabilirse yaşayakalmak mümkün olacaktır. İstemediğimiz bir oluşumu ancak "bilgi" ile önleyebiliriz. Hep "onlar"ın istedikleri olmaz, hayır, çünkü dediğim gibi yaşam fiziktir, yasaları var. Ve bugün burada kanat çırpan bir kelebek yarın Pir'in dergâhında fırtınalar yaratabilir. Ancak, mağdurların durumu arabeskleştirmeden, ağlamadan değerlendirmeleri gerekir. Nafile olmayan bir dünya kurmak, yaşayakalmak istiyorsak, herşeyden önce Koalisyon'un bilgi tekelini kırmamız gerekir. Matematiksiz, fiziksiz bu iş olmaz.


Çok zor görünüyor...

Ben öyle düşünmüyorum. Yepyeni bir anlayışla en çok yirmi yıl içinde bilgi tekelini kırabiliriz. Ancak yepyeni dediğim bu anlayış, herşeyden önce içdünyamızın değişmesine bağlıdır. Ra'd suresini hatırlayın: "Gerçek şu ki, Allah, bir toplumun maruz kaldığı şeyleri, onlar iç dünyalarını değiştirmedikçe değiştirmez. " İç dünyasını değiştirmenin de yolları yöntemleri var. Herşeyden önce şu güvensiz, pısırık, kaypak tutumlarımızdan vazgeçmek zorundayız. Devletten değil, bireylerden bahsediyorum.


Kitapta "Beyaz Turna" yasaları dediğiniz yasalardan mı bahsediyorsunuz?

Evet, onlardan bahsediyorum. Bir kere, erkeksi ilkeyi, eril ruhları yeniden ayağa kaldırmamız lâzım. Yiğitlik, mertlik, dürüstlük, denge gibi kavramları yeniden yaşatmamız lâzım. Çünkü bunlar olmadan hiç bir sahada, hele de fen bilimlerinde ilerlemek mümkün değil. Dünya tarihi şahittir ki, özgüveni olamayanlar bilim yapamıyor. Kaldı ki, içdünyayı değiştirmenin kadim yöntemleri var. Kaybolan koordinatlarımızı yeniden bulmak zorundayız. Bu, herşeyden önce başımızı kaldırıp gökyüzüne yeniden bakmamızı gerektiriyor. Gökyüzü ile yeniden tanışmamız, yeniden barışmamız. Astronomi yani. Astronomi, geometri, matematik, fizik ve diğerleri. Fen bilimlerinde havlu attık, fen bilimlerini Kutsal Koalisyon'a ihale ettik, lâfı güzafla uğraşıyoruz.


Yeni Dünya Düzeni'nin din için de somut çözümleri var! Roma Klübü 68'den beri Hristiyanlık -Budizm karması yeni bir din üzerinde çalışıyor. Çok üreten ve çok yorulan Batılıların yine aynı yıllarda ortaya çıkan Budizm'le arınma merakı bir tesadüf değildi diyebilir miyiz?

Elbette ki tesadüf değil. Kilise, meselelerine cevap veremez oldu insanların. Söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmadı. Onlar da Budizm'den yeni-putperestliğe kadar, türlü arayışlara girdiler. Kozmik kimlik arayışı devam ediyor.


Yeni Dünya Düzeni'nin idealize ettiği tiplemeye bakınca (İngilizce konuşan, anglosakson sever), ülkemizdeki İngilizce öğrenme histerisi geliyor akla. Bu yüzden mi Nobel adayı bir Türk atom fizikçisi Profesör Oktay Sinanoğlu gibi bir bilimadamının Türkçe'deki ısrarı küçümsenebilen, burun bükülebilen bir eylem gibi algılanabiliyor çoğu çevrede?

Bence öyle. Yeni Dünya Düzeni mutlak doğru olarak o kadar ustaca dayatıldı ki, meselelere ülkemiz açısından bakamaz olduk. Bırakın bakmayı, düşünmeyi bile reddediyoruz.


Giderek ayrışan, bir unsuru diğer bir unsurunu reddeden bir Türkiye bekliyor bizi...

Aman ha! Bu sadece bir roman! En kötü senaryolara dikkat çekmeye çalışan bir roman! Sakın daha fazla birşey yüklemeyin!


Öyle olsun. Ama Anadolu devletçikleri mecazı ile anlattığınız toplumsal ayrışma oldukça gerçekçi görünüyor. Bir birleşme ihtimalinin bile yeni çatışmalar doğuracağı, gruplardan birinin Bilderberg'çilerle ittifak kurup "kutsal koalisyonun" jetlerini çağırabilecekleri gibi güncel bir tehlike bile okunabiliyor bu kurgudan.

Bakın, tekrar ediyorum, bu nihayet bir roman. Olası tehlikelere dikkat çeken bir roman. Ben Türkiye'nin ortak paydasının olduğuna, sadece bir "cümle"ye ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Afazi, ciddi bir sorun. Bilgi'ye uzaklık ciddi bir sorun. Hâlâ interneti tuzluk gibi kullanıyoruz, bu çok ciddi bir sorun. Ama aşılamayacak sorunlar değil bunlar. Bir insana kırk kere deli derseniz deli olur ama bunun tersi de var. Bir de akıllı demeyi deneyelim bakalım.


Evet, söylüyorsunuz, marifet felaketlerin yörüngesinde sıkışıp kalmak değil kaos halindeki ulustan istikrarlı bir yapı çıkarabilmek. Ancak bu yapıyı kurmak için belli uyaranlara ihtiyaç var. Turnalar, Dağlar ve Seher Yıldızı gibi.

Evet, Kutsal Üçlü. Bu üçlünün Türklerin ortak formatlarını yansıttığını düşünüyorum. Bir Türk tanımadım ki, turna dediğimde yüzünde bir gülümseme belirmesin. Bir turna türküsü bilmesin.


Türkiye'de kendisinden önceki kuşakların hayatta kalma ve direnme içgüdüsünü tevarüs edememiş ama çokça yoksulluk hikayesi dinleyerek sinmiş bir kuşak var. Çoğu okumuş yazmış ve dillerine "Türkiye berbat bir ülke, çekip gitmeli buralardan" şayı'asını dolamış bir kuşak. "Giderlerse gitsinler" mi diyeceğiz onlar için, hele 'turnalar' ve 'dağlar' çoğu kentsoylu olan dimağlarında bir tesir yaratmıyorsa?

Bir kere, kentsoylu diye birşey yok. Istanbul'da oturanların sadece yüzde 3'ü İstanbul doğumludur. Bu bakımdan Kutsal Üçlü'nün yani Turnalar-Dağlar-Seher Yıldızı üçlüsünün ortak formatlarımızdan olduğunu düşünüyorum. Zaten bunlar değilse başka üçlüler bulunur. Öteki sorunuza gelince, evet, aynen öyle düşünüyorum, siz çağrınızı yaparsınız, giden gider, kalanlar bizimdir.


Başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmamız gerektiğini söylüyorsunuz. Gökyüzü, aklımızla köklerimizin buluştuğu gizli koordinatları mı veriyor?

Kutsal Koordinatları veriyor evet. Koordinatlar kaybolmadığı sürece her şeyin bir çaresi vardır. Ama koordinatlarınızı kaybederseniz, neyin nereden geldiğini bile fark edemezsiniz ki, karşı durabilesiniz.


Canlı cansız her maddenin yıldız tozlarından oluştuğu ancak "başlangıçta" asal maddemiz olan Karbonun bu bileşimde olmadığı bilgisi var kitapta. Bu doğru mu? Karbon'un gizemli durumu bilimsel bilgi ile inanç arasında bir yapıştırıcı görevi mi görüyor?

Karbon, Güneş Sistemi'nin bir elementi değil, hayır. Çünkü Güneş karbon üretecek aşamaya gelmeyecek kadar küçük. Söylemeye çalıştığım, Güneş Sistemi'nden değil, karbon üreten başka yıldızların elementlerinden oluştuğumuz. Gizemli bir durum da değil, bir vakıa. Zaten kitapta inanç ile bilim arasındaki farkın bir metodoloji sorunundan ibaret olup olmadığı sorgulanıyor. Yani, son ikibin yıldır yaşadığımızın bir yanlış anlamadan kaynaklanıp kaynaklanmadığı.


Rüya'da simülasyonu, mağdurların yaşayabilmeleri, bir süreci gözlemleyebilmeleri, ilim öğrenmeleri için gereken bir zemin olarak kullanıyorsunuz. Bugün, mucizeler diyarından çok uzakta ve belki bir felaketin arefesinde içselleşmiş aşağılık komplekslerinden kurtulabilmek adına kendimiz için kurabileceğimiz bir simülasyon var mı?

Benim yaptığım bilgisayar simülasyonuna, yapay zekâya yeni bir boyut getirerek sadece olanı değil, olabileceği de gösterebilecek sinerjiyi yaratabilecek bir düzenleme önermek, yeni bir eğitim sistemi ortaya koymaktı. Bunu yapabilirsek, örneğin önümüzdeki yirmi yılda 70 milyon insanımızdan kırk tane matematikçi, matematik öğretmeni değil, hocası değil, "matematik yapıcısı" yetiştirebilirsek, dünyayı düzenleyenleri birebir markaja alırsak pekalâ da yapabiliriz. Ama yine hatırlatayım: Ra'd suresi.


"Bilgi, meselesi olanların elinde kaldı... Astronomiyi ilerleten denizcilikti, aritmetiği ilerleten ticaret, fizik-kimyayı ilerleten endüstri... Osmanlının ise meselesi yoktu" deniyor. Bu da ne yazık ki kültürel kodlarımıza işlemiş bir başka gerçeğimiz değil mi? Dünyevi ilimleri farz-ı kifayeden saymak, harcı alem görmek ve "birileri yapsın" deyip herhangi bir sorumluluk hissetmemek. Bu yüzden mi yalnızca tellakların değil hamamın da değişmesi gerekiyor?

Evet, öyle. Ne zaman ki, Osmanlı başını kaldırıp gökyüzüne bakmaz oldu, Tophane'deki gözlemevini yıktı attı, bilim arenasında havluyu attı. Bakmayın siz bizim çöküşümüzün izleri 1587'ye kadar gider.


Onarımcılar adını taşıyan bir grup akil insan bir yandan koalisyonun bilgi tekelini kırmaya çalışıyor, bir yandan Rusya İsveç ve Amerika'nın mağdur halklarına yardıma gidiyorlar. "Gezegenin emniyet sübabı" olduklarının bilinciyle ve fakat kimse için strateji üretmeyen, kimse adına konuşup yargıda bulunmayan bir model oluşturuyorlar. Bu şimdiye dek yapılagelen kurtuluş mücadelelerinden ve devrimlerden farklı bir tutum değil mi?

Konuşmamızın başında da söylediğim gibi, başkaları için karar veren, siyah/beyaz, sosyal Darwinci düşünce tarzı, Birinci Aydınlanma Çağı'nın kalıntısıdır. İkinci Aydınlanma Çağı "holistik" yani bütüncü düşünmeyi getirmiştir. Bundan böyle hiç bir devrim, sadece bir ülkeyi, yöreyi düşünerek, onların koşullarını ön plâna alarak yapılamaz. Çözümleri tüm dünya için gerçekleştirmek lâzım. Onu söylüyorum.


"... Kültürel kodlarımın gezegenin teminatı olduğunu nerden bilebilirdim" diyor İmre Kadızade. Türk ulusunun kendini kurtarmaktan öte yeryüzüne ezeli ve ebedi gerçekliği getirme gibi bir misyon yüklendiğini görüyoruz. Yoksa nev-i şahsına münhasır özelliklerimiz mi var?

Nev'i şahsına münhasır özelliklerimiz elbette var. Örneğin, önyargılı olmamamız bunlardan birisi. "Hem-hem de" mantığına yabancı olmamamız bunlardan bir diğeri.


İlk kitap Kâbus'un kadınsı toplumundan Yiğitler, Eril ruhlar neşet ediyor. Eski Türkiye'nin içinde bulundugu kaos hali, ön-insan durumundaki erkeklerin "yiğit" e evrilmelerinde olumlu bir rol bile oynuyor, bu nasıl oluyor?

Az önce de belirttiğim gibi, yepyeni bir eğitim sistemiyle mümkün oluyor. Bu eğitim sistemi sadece zihni değil, bedeni de terbiye ediyor. Zihni kemal gibi vücudu kemal diye bir kavram da var. Fenafillâh olan sadece akıl değil, beden de olabiliyor.


" Malazgirt'ten bu yana top ilk kez ayağımıza geldi. Akıl almaz sandığımız kuantum fizikçileri ile bizim sufi tayfası el ele". Kitaba da adını veren Schrödinger'in, kuantum teorisyenlerinin Hz. Muhammed'i tanımadıkları gerçeği başedilmesi zor bir gerçek. Bu kitabın önemli olmasının nedenlerinden biri Hz. Muhammed'i tanımayan bir bilimle Muhamed'e gönül vermiş bir ümmeti buluşturuyor olması diyebilir miyiz?

Bilemiyorum, tek bir kitapla böyle bir buluşma sağlanabilir mi?! Ama tabii ki, Rüya, en azından benim rüyam, Hz. Muhammed'i tanımayan bir bilimle, Muhamed'e gönül vermiş ama bilimi tanımayan bir ümmetin buluşması. Biz bunu yapabiliriz. Bu potansiyelimiz, dünyanın emniyet sübabı olacaktır.


Arka kapak'tan

2020'li yıllar. Postnişinde YÜCE PİR'in oturduğu Yeni Dünya Düzeni Tarikatı iktidarını tüm hışmıyla güçlendirmeye devam etmektedir. Dünya halkları ya KUTSAL KOALİSYON'a biat edecekler ya da Sömürülmezler ve Lanetliler'in kaderlerini paylaşacak, yeryüzünden silinip gideceklerdir.

RÜYA gezegenimizde hayatın KUTSAL KOALİSYON'un dışında kalarak da sürdürülebileceğine inanan bir avuç insanın, ONARIMCILARIN öyküsüdür.

ONARIMCILAR kendilerine "gururlu oldukları kadar da utangaç olan" Turnaları örnek alırlar. Dünya görüşünden ödün vermeyen, dünya görüşünü bizim dünya görüşümüze uyarlamayı reddeden; sınırsız çayırlıklardan başka özgürlük tanımayan, kendi yaşam biçiminden gayrisine boyun eğmeyen, yalakalığa tenezzül etmeyen, laubali olmayan, vakur Turnaları. Seher Yıldızını rehber edinip dağlara çıkarlar. Dünya halklarına çelik bir kapan kuran Feodal oligarşinin mutlakmış gibi duran gücüne rağmen Mucizeler Diyarı'nı kurmayı başarırlar. Mucizeler Diyarı 'nın "Asal Yasa"sı, Yeni Fizik'i temel almıştır ve o topraklarda "bir şey ne imkansızdır ne de kesin".

RÜYA bir ütopyadır.

KARA KALPAKLI ADAM'ın "eski" Türkiye'nin yangınının küllerinden yoğurduğu bir ütopya.

nihalbengisu@hotmail.com



RÜYA'DAN UYANMANIN ZAMANI

Nuriye Akman
Sabah Gazetesi - 14 Ekim 2001



Alev Alatlı'nın 1999'da çıkan Schrödinger'in Kedisi'nin birinci kitabı Kabus adını taşıyordu. Adının "Rüya" olacağı söylenen ikinci kitabı ben de bütün Alatlı hayranları gibi heyecanla bekledim. Ve geçtiğimiz hafta sonu, dostluğun bahşettiği ayrıcalığı yaşadım; kitabı piyasaya çıkmadan önce, bilgisayar çıktılarından okudum. 11 Eylül felaketinin zihnime getirdiği "aydınlık", Rüya'dan daha fazla yararlanmama yolaçtı. 435 sayfalık kitabı bitirince dedim ki, "Çok şükür. Nihayet Türk edebiyatının da özgün bir Ütopya'sı oldu". İnsan Rüya'dan uyanınca, bu dünyada neyin gerçek neyin hayal olduğunu bir kez daha düşünüyor. Evrensel dolandırıcılıklara dair bize muhbirlik yapan Alatlı, Türk milliyetçiliğini, Ezeli ve Ebedi Gerçeklik'in kodlarında yeniden yoğuruyor. Rüya'da dünyanın yeniden yapılanması için ihtişam saçan bir umut doğuruyor. Hepimize murat etmenin dönüştürücü gücünü hatırlatıyor. Bilimin ve inancın potasında kaynamaya çağırıyor herkesi. Üstümüze çöreklenen kabusun yükünü hafifletmek istercesine diyor ki; "Dünyaya dair olup da yüzde yüz doğru, ya da yüzde yüz yanlış olduğu kanıtlanmış tek bir olgu yoktur; felaket dahil."


Siz bu kitapta karşımıza, salt bir romancı değil, filozof, tarihçi, antropolog, sosyolog, astrofizikçi, biyolog, genetikbilimci, matematikçi, teolog, sufi, psikiyatr, müzisyen, şair, kurgubilimci, fütürist, stratejist ve filolog olarak da çıkıyorsunuz. Çözmek için büyük emek isteyen çok yoğun bir metin koyuyorsunuz önümüze. Gerçi emeğimizin karşılığını kat kat veriyorsunuz ama zihnimizi de metaforlarınızla çatlatıyor ve o çatlakların aralarına tohumlar ekiyorsunuz. Ben şimdi hangi birini konuşayım sizinle? Gazetedeki yerimin boyutları ile kitabınızdaki temaların çokluğu arasında bir uçurum var. O nedenle sadece ABD'ye dair çözümlemelerinizi konuşma yolunu seçiyorum.

Kitapta, neredeyse ABD imparatorluğunun yıkılma sürecine girdiğini söylüyorsunuz. İnsan neyi aramaktaysa onu buluyor. Siz ABD resminde insanlara öncelikle neyi aramalarını öğütlüyorsunuz?


Amerika'yı kendi "hayal güçlerine" mahkûm etmeden, "tanımalarını" öneriyorum. Tanımaya çalışmalarını, tarihini, sosyolojisini, anayasasını, devletini, inançlarını, pratiğini incelemelerini, Amerika'yı olduğu gibi görmelerini öneriyorum. Dünya'nın tartışmasız lideri, anayasa ile kurulan ilk federe devleti, uzay sanayiinden bilişime kadar muhteşem yaratıcılık sergileyen, dünyanın gelmiş geçmiş en önemli ulusu, Amerika'nın, çalışkanlığı, etiği, hukuk sistemini çok iyi tanımalarını ve "Amerika'ya ne oldu?" sorusunu sormalarını öneriyorum. Amerika, eski Amerika değil çünkü. Güçlü iksirini kaybediyor ve deyiş yerindeyse kendi ateşinde yanıyor.


Yani, başarısı başını mı döndürdü?

Aynen öyle oldu. Her şeyden önce halkı apolitikleşti. Oy verenlerin oranları yüzde otuzlara düştü. Clinton meselâ sadece geçerli oyların yüzde 12'sini alarak başkan oldu. Bugünkü başkanlarının Bush olup olmadığı bile belli değil. Dahası Amerika'nın 37 eyaletinde üçüncü bir parti kurmak nicedir yasaktır. Yasak olmayan eyaletlerde de mümkün olmayacak kadar güçtür. Bütün bunlar, Amerika'nın küçük bir azınlık tarafından yönetilmesi anlamına geliyor. Küçük bir azınlık yani zenginler yani ulus-ötesi oligarşi. Bu oligarşi ki, Birleşmiş Milletleri, Birleşmiş Tröstler haline getirmeye çalışan oligarşidir. Ulus-devletin, bu arada, tabii, "Amerika"nın sonu.


Siz şimdi Amerikan derin devletinden mi bahsediyorsunuz?

"Uluslar-ötesi bir derin dünya devletinden" bahsediyorum. Bu devletin yöneticileri arasında Amerikalılar da var, elbette. Ve bu Amerikalılar kendi ülkelerini anti-demokratik bir devlet haline getiriyor. Örneğin, Amerikan anayasası son altmış yıldır ihlâl ediliyor. FEMA meselâ, Federal Emergency Management Agency, bir sıkıyönetim idaresidir ve Amerikan anayasasının dördüncü maddesini açıkça ihlâl eder. Buna karşın, Zbigniew Brzezinski, Amerika Birleşik Devletleri Milli Güvenlik Kurulu başkanı, David Rockefeller'in Üçlü Komisyonu'nun kurucu başkanı ve Başkan Jimmy Carter'in Ulusal Güvenlik Direktörü, son beş Amerikan başkanının danışmanı tarafından kurulmuş bu teşkilat son olayda yönetimi fiilen devralmış gibi görünmektedir.


Nitekim romanınızda Amerikan Hava Kuvvetleri'nin ulusal hava taşımacılığı yaptığını, inşaat işleri başta olmak üzere ordunun her sivil faaliyetin içine girdiğini yani sistemin adım adım askeri, totaliter bir rejime doğru kaydığını söylüyorsunuz. Çok büyük iddialar bunlar...

Yanılıyorsunuz. Bunlar benim iddialarım değil. Amerika'nın düşünen insanları, muhalifler senelerdir bağrıyorlar. Meselâ, 1992 başkan adaylarından Bo Gritz. Ne ki, kontrollü medya sayesinde adamın ismini bile duymadık, nerede kaldı muhalefetini.


Yine romanda ABD'deki yüzlerce new-age kültün, terör örgütlerinden farksız olduğunu ve belki de Amerikan sisteminin çöküş nedenlerinden biri olacağını söylüyorsunuz...

Amerika'nın "ayrışmasından" bahsediyorum. Bu kültler ille de "terörist" değiller ama "terörist" muamelesi görebilirler, çünkü sisteme iltihakı reddediyorlar. Nitekim, Branch Davidians'a ne olduğunu gördük. Bildiğiniz gibi, seksen kişi kolluk kuvvetleri tarafından yakılarak öldürüldü. İntikamını alan Timothy, Oklahoma katliamı ile intikam almaya kalktı ve sonunda idam edildi. Her ne kadar bu kültlerin sisteme muhalefet için ortaya çıktığı düşünülebilirse de, kendi içlerinde terör odakları oldukları da doğru. Yani, Amerika, Türkiye'den göründüğü gibi süt liman bir ülke değil ve kaynıyor.


11 Eylül'de bunların payı olabileceğini düşünüyor musunuz?

Onların ya da "uluslar-ötesi derin dünya devleti"nin payının olabileceğini düşünüyorum tabii. Unutmayın ki, Bush'un, Ladin'in şirketleriyle ortak olduğuna dair duyumlar da geldi. Bush'ların petrol zengini oldukları malum. Suudi Arabistan'ın en büyük yatırımı Amerika'ya yaptığı da.


Romanda dünyayı terörize eden "bilinen" örgütlerin arkasındaki oluşumları anlatırken bazı demokratik görünüşlü oluşumlarla ilgili dehşetengiz iddialarınız var ve bunlardan en fazla Bilderberg'e atıfta bulunuyorsunuz. 11 Eylül'de yaşanan trajedide onların payı var mı?

Bakın, bu "iddiaları" ortaya atan ben değilim! Sistemin muhalifleri, yurtsever Amerikan vatandaşları. İnternet'e girin, bunlardan onlarcasını bulacaksınız. Benim yaptığım o muhalefeti Türkiye'de gündeme getirmek hepsi bu.


Dünyayı bilmeyen maskara olur

Kitapta yeni dünya düzeninin tüm mağdurlarını, onarımcı olmaya çağırıyorsunuz. Bunun da ön koşulu talep etmek, yani taliban olmak. Afgan'ın yıkıcı Taliban'ına karşılık Türkler nasıl barışçı, yaratıcı bir taliban olabilir?

Uluslar-ötesi oligarşinin "bilgi tekeli"ni kırarak. Bence bu düşünüldüğü kadar zor da değil. Örneğin, simulasyon yapabilir, her bir matematikçiyi, fizikçiyi, Bilderberg üyesini teke tek markaj yapabilirsiniz. On yıl içinde harikalar yaratabilirsiniz. "Bilgi"ye hakim değilseniz, neyi talep edeceğinizi bilemezsiniz. Ve "dünyayı bilmeyen dünyanın maskarası olur."


Tamam Rüya muheşem bir ütopya ve bütün roman bu simulasyonu anlatıyor. Ama bunun pratikteki karşılığı nedir?

Buyurduğunuz gibi "Rüya" bir ütopya. Öte yandan, sizce 65 milyon Türk'ten kırk tane matematikçi çıkaramaz mıyız?


Niye kırk?

Çünkü Ondokuz ve Yirminci yüzyılda matematiğe yön veren büyük matematikçiler topu topu kırk tanedir. Ya da her bir Bilderberg üyesini sıkı markaja alamaz mıyız?


Romanda özetle Türklerin insanlığa şunu öğretebileceğini söylüyorsunuz: Hep beraber büyümezsek, hep beraber küçüleceğiz. Hep beraber gülmezsek, hep beraber ağlayacağız. Hep beraber yaşamazsak, hep beraber öleceğiz.

Elbette. Meseleye "holistik" bakmadığımız sürece, bir tek kuşun, tek bir milletin gezegenimizdeki yaşamın olmazsa olmazı olduğunu anlamayı reddettiğimiz sürece, dünyayı felâkete sürükleyeceğimiz kesin! Nafile olmayan bir dünya ancak ve ancak, herkesin, her yaratığın hakkının teslim edildiği bir dünyadır. Bunu fizik de böyle söyler, tasavvuf da.

İşte ben buna milliyetçiliğin evrenselliği derim. Eline sağlık Alev Alatlı.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV