Yıl:3 Dönem:2 Sayı:8/20

       

     
 

MASAL MASAL İÇİNDE...

HANDE ŞARMAN

 
     
  Masal, anlatanın ve dinleyenin birlikte ve ayrı ayrı içine girdiği, bir başka dünya. Aslında kimi masal uyutmak için anlatılır ama uyandıran masallar, düşündüren ama meselleşmeyen masallar da yok değil. Bu sebeplerle farklılaşıp ayrı bir yere konulabilecek, tam binbir masaldan söz edeceğim. Hayır, Binbir Gece Masalları değil sözünü ettiğim, Binbir İnsan Masalları... Binbire ulaşacak masallar.

Binbir İnsan Masalları, Cem Mumcu'nun, 'Üçüncü Sayfa Güzeli' isimli kitabıyla bize ulaşan, ilk masallarının içinde bulunduğu projesinin adı. Şimdi bu projenin ikinci kitabıyla karşı karşıyayız: 'Muallâkta, Araf'ta ve Düşlerde'. 'Üçüncü Sayfa Güzeli'ndeki öykülerden daha uzun, ama yine kısa öykülerle karşılaşıyoruz bu kitapta. Cem Mumcu, binbir masalın şiir, roman ya da başka bir tür metinle ya da mesela fotoğrafla devam edebileceğini söylüyordu ilk kitapta. İnsan masalı dinlemekten hoşlandığım için olsa gerek, bence bunlar 'masal' işte. Hem de kimisi roman, kimi şiir, kimi öykü gibi. Dünya şiirinin başyapıtı sayılan 'İlahi Komedya'nın Cehennem, Araf ve Cennet gezilerinde Dante'ye Vergillius rehberlik yapar. Bana sanki şair Cem Mumcu'yla Cem Mumcu, tabii psikiyatrist (Mumcu aynı zamanda bir psikiyatrist) Cem Mumcu ve Cem Mumcu yan yana çıkmışlar gibi geldi bu yolculuğa. Bir şairden masal dinlerken 'Muallâkta, Araf'ta ve Düşlerde' ismini duyar duymaz da aklıma gelen 'İlahi Komedya'ya bu kitabın ismiyle acaba bir selam mı var diye sorduğumda Cem Mumcu'nun buna itirazı olmadı, ancak bu çağrışımın benimle ilgisi olabileceğini; kendisinin yalnızca 'bu'nu yazdığını söyledi. Gerisi bize kalmış...


Binbir İnsan Masalları - 2 / Muallâkta, Araf'ta ve Düşlerde' çıktı. Binbir İnsan Masalları - 1 de 2001'in Ekimi'nde yayımlanmıştı. Binbir İnsan Masalları projesinden söz eder misiniz?

İsmi üstünde, binbir gibi bir rakam üzerine gidiyorum. Aslında burada bir oyun var. İçerik olarak ilk kitapta 'Hepimizin içinde bir deli, bir de ölü var'dediğim. Ölümle olan ilişkim zaten duygumda, yazımda vardı. Şimdi içerik olarak ya içerik olarak da format olarak da. Çünkü binbir gibi bir rakam var ortada. Bir yandan ölüme bu kadar yakın duracaksınız, bir yandan da böyle bir iddiayla ortaya çıkacaksınız. Ben de diyorum ki, hayat da zaten böyle bir şey. İlk öyküyü yazmaya başladığımda belki de burada kalacak diye düşündüm. İlk kitap bitti, kırk ikide kalacak diye düşündüm. İkinci kitap bitti, yetmiş ikide kaldı diye düşünüyorum. Ama binbire gidecek diyorum ... Bence işte bu, tam da hayatın tarifi. Benim de bu oyunu oynamak hoşuma gidiyor.


Bu ilk iki kitapta öyküler var. Şiir veya başka türde eser olmamasının bir nedeni var mı? Çünkü siz aslında şairsiniz...

Aslında şairim. Bu arada şu var önemli olan. Benim kendimle, yazıyla ilişkimle, duruşumla ilgili olan bir şeydi. İnsan olaylarını yazan biri değilim. Sait Faik'in dediği gibi 'yazmasam çıldıracaktım' noktasında yazan biriyim. Öyle yazdığım için de formatın ve nasıl yazacağımla ilgili bir öngörüde bulunamıyorum. Nasıl binbire tamamlayıp tamamlayamayacağımı bilemiyorsam... Ben ne olacağım ve nasıl yazacağım.. Onu da bilmiyorum. Aslında bakın, bir plastik esere bakarken de doğal boyuta tamamlanması da hiçbir zaman heykeltıraşın elinden çıktığı anda bitmez... Bir parka, açıkhavaya konulur. Açık havada sergilendikten sonra da onda birtakım şeyler olacaktır, birtakım yeşillikler, yosunlar... Bence işte o, eserin ta kendisidir. Azalarak belki biraz da... Evet, azalarak ve çoğalarak... Azalarak, çoğalarak. Lekelenmeler başlayacaktır. Kuşlar pisleyecektir. Artık onlarla bence işte o, tam da kendisidir eserin. Hiçbir heykeltraş da bunu kendi heykelinden uzak tutmak istemez. Çünkü o yaşamdır. İşte "Binbir İnsan Masalları' da böyle çıktı. Ben de okurumu bundan uzak tutmak istemem. Çünkü hayat bu. Şu anda içimde yeni kitapla ilgili bir şeyler doğmaya başladığını hissediyorum. Ben akmasını isterim. Akmasa ne olur? Akmasını istiyorum ama... Durabilir de. Tak diye kalp krizi geçirebilirim. Tak diye, yarın bir tümörle yaşadığım ortaya çıkabilir... Ve ben artık tümörlü bir yazar olurum ve bundan sonra toplam üç ay ömrüm vardır üç ay tümör yazarım. Benim artık bundan sonra tüm yazdıklarım tümör kokar.


Kitaplarınızda Orhan Cem Çetin'le çalışmışsınız, kapak fotoğrafları ve ilüstrasyonlarıyla... Cem Çetin'le çalışmalarınızdan söz eder misiniz?



Cem Mumcu, 'Muallakta, Araf'ta ve Düşlerde' kitabıyla ölümle yaşam arasındaki yeri aradığını vurguluyor.
Ancak her şey bittikten sonra işin cover'ını yapabilirsiniz. Yoksa tabii nasıl bir şekilde sunulacağıyla ilgili çalışamazsınız. Ben bunu sunmakla, o şekilde okurla nasıl buluşacağıyla ilgili şeylere önceden, yazarken önem vermedim hiçbir zaman. Hangi duygularla oluştuğuna bağlı. Birinci kitabın kapağı için sonradan çalışırken Cem'in gönderdiği bir fotoğrafla acaba bunu kapak yapsak mı derken, bu örneğe bakarken. Ama bence o değildi işte. Sonra bir fotoğraf gördüm ve işte o fotoğraf kitabın kapağıydı benim için. Onu kullanmak istedim. Ama ben o kimdi bilmiyordum. Öğrendim ki Yeşim Salkım'mış. Sorduk, izin istedik. O da kabul etti, kullandık. Sonra Cem'le ve fotoğraflarla devam ettik. Belki binbire tamamlarken bir de sergi yaparız kitap kapaklarıyla. Yoksa önceden bir planlama yoktu. Ama birlikte yaptığımız ve yapacağımız çok şey var. Kitabın ithaf edildiği kişi babanız.. Onun ölümü, ölümün kendisi... "Ne ölüm ne de hayat can çekişme kadar ürkütücüdür bilirsiniz" demişsiniz bu kitabın ilk öyküsünde. Kitaba başladığımda babam yaşıyordu. Ve ben tabii bunu beklemiyordum. Ölümle yaşam arasındaki yeri arıyordum. Bir yandan sanki hayat artık o arada. Mesele nasıl dramatize ettiğimiz. Artık ne ağlamamız ağlamaya benziyor ne de gülmemiz gülmeye. Garip bir duyguyla karşılaşıyorsun sanki ama duygu örtük. Edebiyatın bir misyonu varsa birazcık da budur herhalde diye düşünüyorum. Ama ısrarla da tekrar ediyorum benim bir misyonum yoktur. Bir duruşum; sanatçı duruşum, aydın duruşum yoktur. 'Bir şey gibi' duruşum yoktur. Açık Radyo'daki programda 'çağrışım' oyunundan söz etmiştiniz. Bundan biraz söz etmenizi rica edeceğim. ('İncir' öyküsünde olduğu gibi, başka neler var?) Aslında bu benim yazıyla aramdaki ilişkinin ana motiflerinden, dürtülerinden, hallerinden biri. Yazıyla birçok şekilde hemhal olabilirsiniz. Ama eğer söz konusu olan şiir, roman, öykü gibi bir yazınsal türse, orada işin içine 'düşünce' ya da 'entelekt' çok girmemeli bence. Makale, eleştiri, deneme ya da bilimsel metinlerdeki zihinsellik bu türlerde olsa olsa kokusunu hissettirmeli. Ve bu koku, okur ya da karşılaşanın yine de beyni dışında bir yerlerine ulaşmalı. Dolayısıyla plansızlık, hesapsızlık benim için çok önemli. Kendi yazdığım metinle ben de okurken karşılaştığımda, hatta yazdığım şeyi yazarken değil okurken ağladığımda, öfkelendiğimde, güldüğümde kendi 'sahi'mle yüzleştiğimde utansam da, canım yansa da, saklamak ve saklanmak istesem de içimde bir şeyler 'tamam' diyor. Kurgusal metinleri de kendi iç kurgumun yönlendirmesini sevdiğim için beni garipsemeyecek dostlarıma 'bana şu anda içindeki ilk sözcüğü versene' diyorum. Onlar da kırmayıp veriyorlar kendi sözcüklerini, ben de o sözcükten bir öykü yapıyorum ya da o sözcüğün benim içimde gittiği yere gidip oradan bir öyküyü kendi yüzeyime çıkarıyorum. 

MUALLAKTA, ARAF'TA VE DÜŞLERDE
Cem Mumcu, Okuyan Us Yayın, 2002, 93 sayfa

Not: Bu söyleşi Radikal Kitap ekinin 10 Mayıs 2002 tarihli internet sayfasından alınmıştır.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV