Yıl:2 Dönem:2 Sayı:4/16

       

     
  MÜZİK YOZLAŞMADAN ÖNCE

MURAT AK



Müzik yozlaşmadan önce 'var'dı. Lakin gel zaman git zaman radyoların ardından televizyonun da yaygınlaşmasıyla işitsel bir estetik derinlik sunan müzik yerini görsel bir âyine bıraktı. Modern zamanların yırtcısı 'homo economicus / tüketen insan' önce sözü aldı ondan. Zamanla sözlerin içi boşaldı. Sonra ruhunu da aldı onun. Sonra...

"Artık radyoda fasıllar çalmıyor. Ne muhayyer, ne hicaz, ne uşşak."

Bizde, bize ait olan ne kaldı. Artık kimse bir zamanlar bu fasılların dillendirildiğini de bilmiyor. Bir zamanlar bu fasılların dinlenildiği kimsenin umrunda da değil artık. Yanlış anlaşılmasın, müziğin sadece musikimizden ibaret olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Bugünü değersizleştiren klasik bir eskiyi kutsama hâli de değil bu. Bu, biz yaşarken her dem demini biraz daha yitiren müziğe dair hikayenin acıklı terennümü sadece.

Öyle bir âlemdeyim ki, gam nedir kasvet nedir?
Mestü bitâb tüvânım, çektiğim firkat değil
Bir serencâm-ı hazînim ki serâpâ hasretim,
Bilmedim gönlümde bir dem, yâr ile sohbet nedir?

Bu dörtlüğü okuduktan sonra sözün düştüğü kanaatinde hemfikir olmuşuzdur herhalde. Biz düşmesek söz düşmezdi ya bu da ayrı bir bahis.

Dörtlüğün sözleri Halûk Recâi'ye ait. Bir "Bûselik-Aşiran" şarkı bu. Bestekarı Bekir Sıtkı Sezgin. Çok da eskilerden değil. Yakın zamanda vefat etti. İşinin üstâdı olanlardandı. Hani işin üstâdı olmak için işine âşık olmak lazım ya. İşte öyle. Serâpâ sanatçı, serâpâ âşık. -Ahmet hocam kulakların çınlasın. "Serâpâ adalet" gibi hakikati serâpâ taşıyan bir anlatımla ufkumu açtın ya. Allah ömrünü hayırla dâim kılsın.-



Ömrü musiki ile geçmiş 'bir güzel âdem'. Tasavvufî eğilimleri olan bir aşk ehli. Yurt içinde ve yurt dışında bir çok konser vermiş. Artık dünyamızda değil. Sanat icrasıyla geçen bir ömürden sonra 10 Eylül 1996'da vefat etmiş.
1 Temmuz 1936 İstanbul Şehremini doğumlu Bekir Sıtkı Sezgin. Babası Hafız Hüseyin Efendi. Kendisini müziğe teşvik eden babasından kendisi için çizdiği yol sebebiyle "hasılı babam, benim hem sebebi hayatım, hem öğretmenim, hem mürebbim, hem de arkadaşım olmuştur" diyerek bahsetmiş yaşarken üstâd. Annesi de bir ûdî: Feride Hanım. Bir çok eser meşk etmiş annesinden. Küçük denecek yaşlarda sokakta babasının elinden tutup onu evlerinin yakınındaki kahveye sürükleyen, sonra orada saatlerce oturup plak dinleyen bir çocuk Bekir Sıtkı. Üç buçuk yaşında "hıfz"a başlayıp beş yaşında "hafız" olan bir gönül ehli. -Nasıl bir coşkudur ki bu aşk beş yaşında bir çocuğa kutsal emâneti taşıtır. 'Aşk varsa yoktur başka şeye ihtiyaç' diye boşa denilmemiş ya.- Küçük yaşlarda özel dersler almış mevlidhanlardan. Tasavvufî geleneğe bağlı bir aileden gelme ve ömrünü aşkına vakfetmiş bir İstanbul beyefendisi Bekir Sıtkı Sezgin.

1959'da İzmir Radyosu "yetişmiş sanatkar"ı, 1973 İzmir Radyosu klasik koro şefliği, 1976 İstanbul Devlet Türk Musikisi Konservatuarı öğretim üyeliği, İstanbul Radyosu ses sanatkarlığı, küçük koro şefliği, İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'nda öğretim üyeliği. Hâsılı musiki ile yoğrulmuş, musiki ile yorulmuş bir ömür. Serâbı ömrüm bile musiki oldu diyebilecek kadar hemhâl onunla. O yine sanatkar bir ruhun inceliğiyle "hayatımı musikiye vakfetmiş olan ben, henüz hiçbir şey öğrenmediğimin farkındayım" diyecek kadar mütevazı. O bir sanatkâr.

"Artık radyoda fasıllar çalmıyor. Ne muhayyer, ne hicaz, ne uşşak."

Çalsa da kimse dinlemiyor artık bu fasılları. Artık bu fasılları icra edenler de azalıyor. O da 10 Eylül 1996'da Hakk'ın rahmetin kavuştu. Ardında sanatını bıraktı. Zaten sanatından başka bir şeyi de yoktu bu ömrün. O bir sanatkârdı.

Allah rahmet eylesin.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV