Yıl:3 Dönem:2 Sayı:8/20

       

     
 

BAYRAM BİLGE TOKEL İLE HALK MÜZİĞİ ÜZERİNE...

MEHMET KAMAN

 
     
  Türkülere geri dönüşü küreselleşme adına dayatılan bazı değerlere karşı milli kültürün ve yerelliğin gösterdiği bir tepki olarak yorumlayabilir miyiz?

Küreselleşme adı altında mahalli kültürleri yok edici, onlar üzerinde baskı kurucu, hakim bir zihniyetin varlığı şüphe götürmeyen bir gerçek. Yerel değerler, milli kültürler ve bunlardan beslenen başta müzik olmak üzere sanat ve kültürel değerlerin tabii bir tepkisi olarak görmek mümkün.


Günümüzde türkülere duyulan ilgiyi kalıcı mı, yoksa gelip geçici, pop bir heves olarak mı değerlendiriyorsunuz? Medyanın izleyiciler üzerinde kurduğu hegomonik gücü de göz önünde bulundurarak cevap verir misiniz?

Öncelikle böyle bir konuyu gündeminize aldığınız için size teşekkür ediyorum. Bugün türkülere duyulan ilgi daha çok medyatik bir ilgi gibi görünüyor. Ama türkülerin neşet ettiği (doğduğu) kaynağa baktığımız zaman yoğunluğunu kaybetmekle beraber Anadolu insanının gündeminde her zaman türkü olduğunu görürüz. Çünkü türküler bu insanların bir tür kendilerini ifade ediş biçimleri olmuştur. Ama türküler çok uzun bir süre önce medyanın gündeminden düşmüştü. Son beş yılda türkülerin itibar görmesiyle medyanın ilgisi örtüşmüştür. Daha önce hiç olmadığı bir şekilde medya, gündemine türküyü almıştır. Bunun magazinel ve popüler bir yanı olmakla beraber tamamen bununla izah etmek yanlış olur. Medyanın Türk müziğinin gerçek güzelliklerini göz ardı ederek sürekli olarak pompaladığı müzik, hem kendi hem de kitleler nezrinde bir bıkkınlık doğurdu. Böyle bir durumda medya böyle bir ihtiyacı hissetti. İşin şu boyutu da önemli: Cumhuriyet öncesinden beri süregelen ve cumhuriyetle birlikte ivme kazanan süreçte geleneksel müziğimiz resmi ilgiden uzak kaldı, ihmal edildi ve akademik ortamlara taşınmadı.


Bu ihmal bilinçli bir ihmal miydi?

Evet bunun bilinçli bir tarafı da var. Türkiye'yi yönetenlerin kafalarında sosyolojik, politik ve kültürel bir proje vardı. Geleneksel müziğin bu projeye bir katkısı olmayacağına hatta zarar vereceğine inanılıyordu. Çünkü onlara göre bu müzikleri yaşatan insanların hayat görüşleri onlarınkiyle çelişiyordu. Bunun için geleneksel müziğimiz bilinçli bir şekilde ihmal edildi. Halkın başka bir yöne doğru yeniden şekillendirilmesini planladılar. Bu şekillendirmede müzik çok önemli bir yer tutuyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında gündemin ilk sırasına müziğin konulması ve çok sesli müziğe geçişi ifade eden "müzik devrimi" yapılması bu bakımdan manidardır.


Halk müziğindeki yeni oluşum ve açılımlara nasıl bakıyorsunuz? Kendi müziğinizi tanımlar mısınız? Erkan Oğur, Erdal Erzincan, Erol Parlak gibi sanatçıların yaptıkları çalışmaları nasıl buluyorsunuz?



Bugün türkülere duyulan ilgi daha çok medyatik bir ilgi gibi görünüyor. Ama türkülerin neşet ettiği (doğduğu) kaynağa baktığımız zaman yoğunluğunu kaybetmekle beraber Anadolu insanının gündeminde her zaman türkü olduğunu görürüz.
İsimlerini saydığınız arkadaşların türkülere yaklaşım tarzları farklı olmakla beraber ortak noktaları türkü. Bütün sanatçılar için geçerli olan bir olgu var; geleneğin muhafaza edilerek ileriye taşınması mümkün değil. Geleneğin muhafaza edilip ileriye götürülmesi için; geleneğin yeni bir bakış açısıyla, eski karakterleri muhafaza edilerek yeniden ifade edilmesi gerekir. Halkın kendini ifade ediş biçimi olan türküler, toplumdaki kültürel ve sosyal değişmelerden doğrudan etkilenmektedir. Bu değişim, bilinçli bir şekilde ele alınarak kitlelere nasıl iletilir kaygısı güden sanatçılar var. Bu sanatçılardan ilk akla gelen Erkan Oğur, halk müziğinin asli karakterini muhafaza ederek onları, fantastik, artistik ve gösterişe meydan vermeksizin samimi bir şekilde yeniden ifade ediyor. Erol Parlak ve Erdal Erzincan da geleneksel formatı muhafaza ederek saz icrasına yenilik ve renklilik katıyorlar. Kendi çalışmalarımın iki boyutu var. Birincisi, geleneksel formu kullanarak farklı bir yorum ve icra ile seslendiriyorum. Bir de naçizane beste çalışmalarım var. Halk müziği ve sanat müziğinden istifade etmeye gayret göstererek yeni bir bakış açısıyla beste yapıyorum. Bu çalışmaya Çağdaş Halk Müziği denmesini de doğru bulmuyorum. Hiç birimiz Karacoğlan, Emrah ya da Sümmani değiliz. Onlar gibi yaşamıyoruz, bakış açılarımız, beslendiğimiz kaynaklar, yaşama biçimlerimiz ve imkanlarımız aynı değil. Ama sonuçta, sanatçının isteği geleneği yaşatmak olsa da türkülerin yeniden ifade edilmesi gerekiyor.


Müzisyenler ve akademisyenler arasında bir teori-pratik farkı gözlemleniyor. Bunun aşılıp ortak bir noktada buluşulmasının zemini nasıl oluşturulabilir?

Benim profesyonel müzik hayatımın başladığı Kültür Bakanlığı Devlet Halk Müziği Topluluğu'na girdiğimde başta şefimiz Mehmet Özbek olmak üzere gayemiz sadece türkü söylemekten ziyade türküleri toplayıp tasnif etmek ve belli bir metot içerisinde ele almaktı. Bu ancak devlet desteğiyle hayata geçirilebilecek bir çalışmaydı. Ama maalesef bunu gerçekleştiremedik.


Bu meyanda Muzaffer Sarısözen'in yaptığı düzenlemeleri tasvip ediyor musunuz?

Muzaffer Sarısözen'in türkülerle ilgili olarak yaptığı çalışmaları objektif olarak değerlendirmek için onun yaşadığı dönemi göz önünde bulundurmak gerekir. Yeni çıkacak kitabımda da kendisini eleştirdiğim "Üç İsim Üç Dönem" isimli bir makale bulunuyor. O zaman, türkü sanat yerine konmuyordu; halk, sanattan müzikten anlamayan bir güruh olarak, halk müzikleri de ne idiğü belirsiz cırlamalar olarak nitelendiriliyordu. Sarısözen böyle bir ortamda türküleri yöresel karakterlere göre toplaması ve geleneksel müziğimizde ciddi bir karşılığı bulunmayan bir Yurttan Sesler Korosu kurması o zaman için gerekli bir çalışmaydı. Bizim müziğimiz kişisel icraya dayalı bir müziktir. Bu anlamda türküler iki arada bir derede kalmıştır.


Halkın o dönemde halk müziğinden soğumasında bunun ne kadar payı vardır?

O dönemde halk hiç alışık olmadığı bir sesle karşılaştı ve tepki gösterdi. Bunu gören Sarısözen mahalli sanatçıların kişisel icralarını kitlelere sunarak bu tepkiyi hafifletmeye çalıştı. Kişisel icranın ön plana çıkarılması Nida Tüfekçi döneminde daha bilinçli bir şekilde yapılmıştır. Gelmiş geçmiş en büyük bozlak sanatçısı Muharrem Ertaş bu dönemde keşfedilmiştir. Yine Neşet Ertaş, Hacı Taşan, Çekiç Ali gibi isimler bu dönemde gündeme gelmiştir.




Türkü, onu söyleyen insanda kolay kolay ortaya çıkmaz. Çok ciddi, çok sancılı bir devreden sonra ortaya çıkar. Ferdi dramını ya da sosyal trajedileri yüreğinin derinliklerinde hisseder ve bunu ifade etme sancısı çeker ve bunun neticesinde türküler neşet eder (doğar).
Neşet Ertaş üzerine geniş kapsamlı bir kitap hazırladınız. Bu çalışma sonucunda vardığınız nokta nedir? Neşet Ertaş'ı Neşet Ertaş yapan sır nedir?

300 küsur sayfalık kitabı yazdıktan sonra da hâlâ bunu tam olarak ifade edemediğimi düşünüm. Neşet Ertaş'ı Neşet Ertaş yapan değerlerin başında samimiyet geliyor. Zaten sanat samimiyettir. Bunu en üst seviyede idrak edip spontane bir şekilde sanatına yansıtandır yegane sanatçı. Neşet Ertaş, yüreğinin sesini dinliyor. Şeyh Galip şöyle diyor: "Hoşça bak zatına, zübde-i alemsin sen." Neşet Ertaş, Şeyh Galib'in bu mısrasını bilmiyor, her insanın kainatın özünü temsil ettiğini, insanın kendisini keşfettiğinde kainatı keşfedeceğini sezgisiyle hissediyor, kendi içinde derinleşiyor, bunu içinden geldiği gibi ifade ediyor. Bu da ona müthiş bir zenginlik katıyor. Bir de babasından devraldığı geleneksel bir birikim var. Bu birikimi nasıl takdim edeceğini çok iyi biliyor. Ayrıca Neşet Ertaş sadece güzel saz çalıp güzel bozlak okuyan birisi değil, aynı zamanda ustaca şiir söyleme yeteneği var. Karacaoğlan'dan, Seyrani'den, Pir Sultan'dan günümüze gelen halk şiiri tarzını yenileyerek, başta da söylediğimiz gibi Karacaoğlan gibi konuşmuyor ama onun seviyesinde konuşuyor. Halkın dünyasında yaşıyor ve onun çektiği acıyı biliyor, bunu da en güzel bir üslupla ifade ediyor.


Bir türkünün ortaya çıkması kolay olmasa gerek. Ozan hayatla iç içe, onu görüyor ve okuyor sonra başlıyor söylemeye. Bu nasıl bir duygu, bunu bize aktarır mısınız?

Türkü, onu söyleyen insanda kolay kolay ortaya çıkmaz. Çok ciddi, çok sancılı bir devreden sonra ortaya çıkar. Ferdi dramını ya da sosyal trajedileri yüreğinin derinliklerinde hisseder ve bunu ifade etme sancısı çeker ve bunun neticesinde türküler neşet eder (doğar). Bunun yanında bireysel aşk türküleri vardır. Bunlar da ancak kişisel ruh depremlerinin ve gönül cenklerinin yaşandığı bir süreç sonrasında doğarlar. Gösterişe tevessül etmeden samimi olarak yüreğinden gelen sesleri ifade etmesinden dolayı türküler çok güzeldir.


Katı olan her şeyin buharlaştığı, pazar değeri olanın pirim yaptığı günümüzde, türkülerin gerçek dinleyicilerle buluşması için yapılması gereken çalışmalar nelerdir? Sanatçılar ve aydınlar bu resmin neresindeler ve ne yapmaları gerekiyor?

Bu sadece günümüze yaşanan bir olay değil. Özellikle sanatın ve müziğin olduğu her yerde ve zamanda mutlaka popüler bir boyut olmuştur. Bugün bizim klasik bestekar diye bildiğimiz sanatçılar da zamanının popüler müziklerini yapmışlardır. Sadettin Kaynak da bunlardan biridir. Tuhaf olan bütün bunlar olurken devletin ciddi kültür politikalarıyla, sanatçıların ve aydınların bulundukları yerlerden magazinelin ötesinde geleceğe yönelik projeler geliştirmemeleridir. TV'yi seyrettiğinizde ümitsizliğe kapılıyorsunuz, canınız sıkılıyor. Halbuki bir iki kanal hakkını vererek bir iki program yapsalar, meselenin ciddiyetine vakıf sanatçılara söz hakkı tanısalar, köşe yazarları yazılarında bu konulara değinseler, konservatuarlarda seviyeli öğrenciler yetiştirseler şikayet edilecek kadar olmaz. Örnek aldığımız batıda aydınlar popüler müziği gündemlerine bile almazlar, bu eski demir perde ülkelerinde de böyledir. Bu, bizde maalesef böyle, aydınlar halktan kopuk, türküler hâlâ aydınların gündemine bile girebilmiş değil.


Bir röportajında dünyaca ünlü kemancımız Suna Kan, ailesi dinlemesini yasakladığı için Dede Efendi hakkında bilgisi olmadığını söylüyor. Bu bağlamda bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu maalesef doğru. Suna Kan'ın, Dede Efendi'den bihaber olması çok büyük bir eksiklik, bunun yanında bunu marifet sanan aydınların sayısı da çok az değil. Medyada önemli noktalarda bulunanlardan bir çoğu bunu meziyet gibi takdim ediyor ve bu insanlar zaten bunun çağdışı bir değer olduğuna inandırılmışlar. Asıl trajedi burada. Dünyanın her yerinde, ait olduğu müzik kültürünü en iyi şekilde icra etmiş bir kişiyi yok saymak, bir bilgisizlik olarak görülür ve şu bir gerçektir ki ulusal olamayan evrensel olamaz. Bugün evresel diye bildiğimiz Mevlana'ya, Yunus'a baktığımızda onların tamamen yerel olduklarını görürüz. Goethe çok koyu bir Alman'dır. Kendi değerlerinizi ifade ettiğiniz zaman evrensel olursunuz. Marquez kadar yerel bir edebiyatçı var mıdır?


Şimdilerde orkestraya bir bağlama katarak, parçalara da bazı geleneksel motifler ekleyerek halk müziği yaptığını iddia edenler var. Gerçeğini sahtesinden ayırmak isteyen okuyucularımıza neler tavsiye edersiniz?

Medyada takdim edilen, pop dediğimiz forma uygun sanatçıları izleyen büyük bir kitle var. Bu gün Mahsun Kırmızıgül kendi sesine ve üslubuna uymadığı halde türküleri ticari bir boyutta ele alarak, bu türküler seviliyor diyerek okudu ve çok büyük satış rakamlarına ulaştı. Halk, konserlerimde bunu tasvip etmediklerini söylese de bunlar biraz azınlıkta. Medya kendi bakış açısına göre istediğini hedef kitleye pompalıyor ve halkın müzik zevkini istediği ölçüde yozlaştırıyor. Ama şunu söyleyeyim, halka kaliteli şeyler sunduğunuzda olumlu tepki göstermekten de geri durmuyor.


Mesela buna Neşet Ertaş'ı örnek gösterebilir miyiz?

Evet, Neşet Ertaş, milyarlarca para verip klip çekmedi bunun yanı sıra Televole'lere de çıkmadı ama halk ona büyük teveccüh gösterdi ve kasetleri çok sattı.


Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Pek çok dergiden ve medya organlarından sohbet konumuza şeklen ilgi gösterir gibi yaparak çok sudan, ıvır zıvır şeyleri magazinel boyutta ele alıp yazılar ve röportajlar yapılıyor. Gerçekten konunun ciddiyetini ve önemini kavrayan dergilerin ve insanların bu konuya eğilmesi gerekiyor. Naçizane benimle böyle bir röportajı tercih gerekçenizin böyle samimi bir endişeden kaynaklandığını düşünerek kendi adıma ve milletimin sanatı, kültürü ve türküleri adına size samimi teşekkürlerimi sunuyorum.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV