Yıl:3 Dönem:2 Sayı:9/21

       

     
  YENİ BİR MÜZİĞE DOĞRU*

Hemen yanı başımızda Doğu, öbür yanımızda Batı... Üst tarafımız Kuzey... Ayağımızın altıysa Güney... Elimizi uzatsak dokunuvereceğiz hepsine. Bizi Doğu'nun, Batı'nın, Kuzey ve Güney'in iklimi sarıp sarmalamış. Rüzgarları okşamış vücudumuzu. Şöyle derin bir nefes alsak ciğerlerimiz, dört bir yanımızdan gelen tertemiz havayla doluveriyor. Bir kapımız Mezopotamya'ya açılıyor, bir kapımız Avrupa'ya. Biraz kulak kesilsek etrafımızdan Arapça, Farsça, İbranice, Yunanca, Makedonca, Bulgarca, Arnavutca, İtalyanca konuşmalar duyuluyor. Kürtçe, Lazca, Ermenice, Gürcüce, Boşnakca zaten dilimizde. Bir kulağımızda kıvrak, gizemli Doğu ezgileri, bir kulağımızda keman ve piyano sesleri... Aşığın elinde sazı türkü çağırıyor. Dergahın kuytu köşesinde mutrip heyeti, bir ilahi söylüyor.

Ayağımızı sıcak çöl toprağı yakıyor, başımızın üstünde Rus steplerinin yelleri esiyor. Sağ elimizde Acem, Sol elimizde "Yunan"... Üç yanımızı denizler sarmış. Giritlisi, Rodoslusu, Kıbrıslısı... hep bir ağızdan Akdeniz şarkıları söylüyor. Öbür yanda Laz uşağı horon tepiyor. Bir gemi, Akdeniz rüzgarıyla yelkenlerini şişirmiş. Endülüs'ten mektup getiriyor. Zümrüdüanka, önümüzden kanat çırpıp geçiyor, Kaf Dağı'na uçuyor. Anadolu'nun orta yerinde bir fakir derviş, yüzünü Allah'a çevirmiş yürüyor. Ötekisi pervane olmuş dönüyor. İslam'ın hoşgörüsü ruhumuza sinmiş. Dilimizde Allah zikri... Üç büyük din içimizde yaşıyor. Yüksek minarede ezan okunuyor. Caminin bir yanında kilise, öbür yanında havra... İmam, rahip ve hahambaşı sohbet ediyor. Nil, Fırat, Dicle ve sayısız nehir, içimizden coşkuyla akıyor.

Anadolu'yu, üzerinde yüzyıllardır yaşayageldiğimiz bu güzel yurdu, çok daha güzel ifadelerle anlatabilmek mümkün. Kısaca şunu söylemek gerekiyor ki, bu zenginlik bizim her şeyimize yansımış. Edebiyatımıza, şiirimize, müziğimize, konuştuğumuz dile, günlük hayatımıza... her şeyimize... Osmanlıca; Türkçe, Arapça, Farsça ve etrafımızda konuşulan dillerin karışımıyla ortaya çıkmış bu geniş coğrafyanın neredeyse ortak lisanı... Musikimiz aynı şekilde Hint, Rus, Azeri, Arap, Yunan, Kürt, Avrupa vesair ezgilerin müthiş bir harmonisiyle oluşmuş.

Aslında bugün de pek fark eden bir şey yok. Eski gücümüzü ve toprağımızı kaybetmişiz ama, o kültürel esinti dört bir yanımızdan esmeye devam ediyor. Dünya bizi işitmek istemese de, biz dünyanın bütün seslerini işitebiliyor ve bütün renklerini seçebiliyoruz. Bu bizim için bir kazanç. Hint ezgilerinden, pentatonik aralıklara; Arap şarkılarından Amerikan cazına varıncaya kadar bütün müzikleri dinliyoruz. Bu etkiyi iyi bir fırsat olarak gören az sayıdaki müzisyen, bunu değerlendirmeye çalışıyor. Türkiye'de son zamanlarda üretilen müziklere gerçek anlamda bir 'sentez müzik' denilemese de, durum yavaş yavaş iyiye gidiyor.

McLuhan, dünyayı global bir köye benzetiyor. Bu köy, çok renkli ve çok sesli bir köy. Kimilerine göre tek renkliliğe ve tek tipliliğe doğru gidiliyor gibi gözükse de, diğer taraftan iyi şeyler de oluyor. Bu alışveriş, aslında kafasını kullanan ve alıcıları iyi çalışanların işine yarıyor.

Bir açılım, dünyanın bütün seslerini duymamızı sağladı. Şu anda biraz kafalar karışık ama enstrüman yeniden akort ediliyor, insanlar yeniden bir arada şarkı söylemeyi öğreniyor. Bizler, geçmişimizdeki zenginliklerden ötürü bunu zaten biliyorduk ama, dünyada yaşayan herkes artık kendi sesinin yanında, başka seslerin olduğunu da fark ediyor. Kısaca, aslında kötü şeyler olsa da, öbür yandan bazı şeyler iyi gidiyor. Sabırlı olmak gerek... Yakın bir gelecekte Türkiye'den çok farklı ve güzel sesler yükselecek.

--------------------

* Bu metin Yalçın Çetinkaya'nın Kanüs Yayınları tarafından yayınlanan "Müzik Yazıları" isimli kitabındaki aynı adlı makaleden aktarılmıştır.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV