Yıl:2 Dönem:2 Sayı:1/13

       

     
  AYIN DOSYASI:

STANLEY KUBRICK


26 Temmuz 1929'da Bronx'ta doğdu. Tanınmış bir doktor olan babası, 12 yaşındaki, profesyonel davulcu olmayı düşleyen jazz tutkunu oğluna satranç öğretti ve bir fotoğraf makinası satın aldı. Kubrick lisede vasat bir öğrenciydi. Fizik dışında hemen hemen hiçbir dersten ortalamanın üzerinde notlar alamadı, hiçbir kolej tarafından kabul edilmedi. Lise yıllarında çektiği birkaç fotoğrafı Look ve New York Daily News'e satmayı başardı. Nitekim okul biter bitmez Look'un kadrosuna alındı, dört yıl boyunca fotoğrafçı olarak tüm ülkeyi dolaştı. 1949'da okuldan tanıştığı ve 18 yaşındayken evlendiği Toba Metz ile birlikte Greenwich köyüne taşındılar. Burada Kubrick, boş zamanlarının önemli bölümünü, Modern Sanat Müzesi'nin düzenlediği film gösterilerinde geçirmeye başladı. Sinemacı olmayı kafasına koymuştu.

1950'de, sonraları yönetmen olan eski okul arkadaşı Alexander Singer'la birlikte, Look dergisi için fotoğrafını çektiği orta sıklet boksör Walter Cartier hakkında kısa bir belgesel yaptı. Dövüş Günü'nün müziklerinde, sonraları Kubrick'in ilk dönem filmlerinde çalışacak ve Hollywood'da ünlü olacak olan yine okuldan arkadaşı Gerald Fried'in imzası vardı. 3900 dolara mal olan film, 100 dolar kârla RKO'ya satıldı. 1953'de salon işletmecisi Joseph Burstyn'in yüreklendirmesi ile ilk uzun metrajlı filmi için zamanın geldiğini düşünen Kubrick, Look'dan ayrıldı. Arkadaşlarından 9000 dolar topladı, şair arkadaşı Howard Sackler'la birlikte senaryoyu yazdı, günlüğü yirmibeş dolara bir Mitchell kamera kiraladı; sahibinden kullanmasını öğrendi. Böylece Kubrick; ışıkçı, görüntü yönetmeni ve kurgucu olarakta çalıştığı Fear and Desire'ı çekerek genç yaşlarda sinemaya adımını atmış oldu.

İlk uzun ve konulu filmi Fear and Desire'ı daha 25 yaşında yöneten Kubrick'in, Killer's Kiss ve Son Darbe filmleri sanki genç bir sinemacının değil, kırk yıllık bir ustanın çektiği neredeyse kusursuz filmlerdir. Bu filmlerin başarısıyla tam bir yeni polisiye film ustası sayılacakken, birden tür değiştiren ve hep böyle yapacak olan, Zafer Yolları ile sinema tarihinin en güçlü antimilitarist filmini yapan, Lolita'da şaşırtıcı bir Nabokov uyarlamasını, Spartacüs'te farklı bir tarihsel üstün yapımı, Doktor Garipaşk'ta ciddi mi, şaka mı olduğu anlaşılmayan ürpertici bir atom savaşı uyarısını sunan, 2001 - Uzay Yolu Macerası'nda finali yıllar sonra hala tartışılan ve kimilerine göre artık kesin ve son bilimkurgu başyapıtını yaratan Kubrick'in daha 1950 yılından başlayarak çektiği kimi kısa filmleri ve görülmesi neredeyse olanaksız olan ilk iki filmini bir yana bırakırsak, geniş kitleye yansıyan ilk filmi olan Son Darbe, Amerikan sinemasına yakışır klasiklikte bir soygun öyküsünü anlatan gerilimli bir suspense kurdelası... Bir stadyumun kasasını soymak için bir araya gelmiş bir avuç loser'ın yani hayatta hep kaybetmiş, hiç şansı olmamış ve bu soygunu artık son fırsatları olarak değerlendiren bir avuç zavallının öyküsünü anlatıyor film...

Bundan sonra çektiği Zafer Yolları, Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransız ordusunda anlamsız bir disiplin nedeni ile haksız yere idam edilen birkaç askerin öyküsünü anlatıyor ve savaş, askerlik, askeri disiplin sorularına cüretli bir bakış açısı getiriyordu. Bu nedenledir ki film Fransa'da 1970'lere kadar yasaklandı ve gösterilemedi. Türkiye'de ise 1970'lerde film ithalinde etkili olan Amerikan Haberler Merkezi tarafından, sonraları da Türk sansürü tarafından yasaklanarak yurda sokulmayan filmler arasında yer aldı.

Kubrick'in daha sonraki filmleri de ilginç filmlerdi, ama çok büyük yankılar yapan, seyirciyi şaşırtan ve sinema klasikleri arasına geçen filmler sayılmadı. Bunlardan ilki olan Lolita'da Kubrick, yönetmenlik yaşamının başında söylediği tümcedeki 'iyi romanları sinemaya uyarlamanın tamamen aleyhindeyim' düşüncesine aykırı davranarak, Vladimir Nabokov'un ünlü romanı Lolita'yı perdeye aktardı.

Orta yaşlı bir adamla çocuk denecek yaşta bir genç kız arasındaki ilişkiyi konu edinen 1960'ların bu ünlü romanı, Kubrick'in elinde, James Mason, Shelley Winters ve Sue Lyon'un tüm yeteneklerini sergiledikleri, geniş kitlelere ters gelen bir seri durumun ve duygunun yüreklilikle işlendiği ilginç bir film olmuştu. Daha sonra çektiği Spartaküs'de ise Kubrick, ünlü senaryocu Dalton Trumbo'nun bu senaryosundan yola çıkarak, Hollywood tarihinin en kaliteli, üstün yapımlarından birine imza attı. Tarihi ilk isyanını başlatan kölenin öyküsünü anlattığı bu filmde Kubrick, Hollywood'un ve üstün yapımın kalıplarına ve kurallarına tamamen sırt çevirmeksizin, yine de kişiselliğini korumasını bilmişti.

Stanley Kubrick'in ilk dönemini kapayan film de sayılabilir Spartaküs. Gerçekten de bu dönemin filmlerinde ortak bazı özellikler vardır. Kubrick, belli bir türün ve kesin bir üslubun adamı değildir. Ama genellikle klasik üslupta bir sinemacıdır. Anlattığı öyküleri dikkatle seçmekte, konuları sağlam bir içerik ve belli bir çağdaş toplum eleştirisi taşımaktadır. Son Darbe'de burjuva toplumlarında paranın abartılmış işlevine, Lolita'da aynı tür toplumların yapay ahlak değerlerine, Zafer Yolları'nda militarizme karşı eleştiri kesin ve açıktır. Spartaküs ise köleliğin egemen sınıflara karşı ilk ayaklanışına, çağdaş ve modern bir yorum getirmektedir. Ama konular ilginç de olsa, Kubrick henüz seyircisini bütünüyle şoke edecek, çarpacak bir sinemayı gerçekleştirmemiştir. Dikkatleri çeken yetenekli bir genç sinemacıdır. Ama dahi değildir.

Kubrick'in ikinci dönem ilk ürünü Doktor Garipaşk'dır. Kubrick, bu çok değişik filmde, tamamen fantazi bir konuyu işlemekte, Amerikan Haber Alma ve Genelkurmay noktalarında bulunan bir dizi önemli kişinin içine düştüğü yanlışlıklar zinciri sonucunda dünyanın bir atom savaşına nasıl sürüklendiğini anlatmaktadır. Kubrick'in kendi senaryosuna dayanarak yaptığı film, çılgın bir güldürü atmosferinin gerisinde, çağdaş insanı gündelik yaşamında Demokles'in kılıcı gibi duran sürekli ve büyük bir korkuyu, kaygıyı dile getirmektedir. Bir atom savaşının getireceği kıyamet günü korkusu... Kubrick'in üslubu keskin ve acımasız bir mizah içermektedir, buna karşın film, düşünen birisi için hayli ürkütücüdür...

Doktor Garipaşk'ı rahatça uyarıcı filmler türüne sokmak mümkün, çünkü toplumumuzu büyük bir hızla itildiği bu çılgın yolun tehlikelerine karşı uyarıyor. Ne yazık ki, savaş ve kişisel yok olma konusunda bizleri uyaran sanatçılar, durumu yeniden nasıl kontrole alacağımızı söylemiyorlar. Çılgınlığı gösteren Doktor Garipaşk akıl yoluna nasıl dönüleceğini anlatmıyor. Bu yüzden bir hicivden çok, korkuların açıklanması ve doğrulanması oluyor. Filmi seyreden herkes gülüyor. Yeni kuşaklar dünyayı çıldırmış görmekten zevk alıyorlar. Gerçekten korkmaktan vazgeçip, bombayı sevmeye başlıyorlar. Aslında şu anda bomba ile yaşıyoruz zaten.

Kubrick'in artık klasik sinemayı bir yana bırakıp, her türlü sınıflamanın dışına taşan bir yönetmen olma, seyircisini sürekli olarak şaşırtma dönemi başlamıştır. Bundan sonra yaptığı 2001 Uzay Yolu Macerası tam üç yıllık bir hazırlık döneminden sonra gerçekleşen ve Arthur Clarke'ın özgün bir senaryosuna dayanan filmdir. Kubrick, bu filmde, bilimkurgu sinemasına en önemli başyapıtlarından birini kazandırmakla kalmıyor, sinemanın tartışması hâlâ süren en önemli filmlerinden birini imzalamış oluyordu. İnsanlığın gelişmesinden geleceğe doğru uzanan bir çizgi üzerinde insanoğlunun serüvenini ve uzay açılışının olası sonucunu vermeye çalışan Kubrick, bu filmde yaratıcı gücünün doruğuna ulaşıyor, nefes kesen bir sinemasal anlatıma ulaşıyordu. Bazılarınca gizemli ve metafizik öğeleri dolayısıyla eleştiriliyordu film. Bilmkurgunun yapısında ve özünde taşıdığı öğelerin zaten tümüyle akılcı, Marksist bir dünya görüşüyle doğal olarak çelişeceğini ileri sürenlere karşı olarak ise, Rus yönetmeni Tarkovski, bir Anti-Kubrick ve Anti-2001 olarak nitelediği Solaris'i yapıyor, ne var ki kendisi de metafizik öğeleri kullanmak ve gizemciliğe düşmekten kaçınamadığı gibi bu konuda Kubrick'den de ileri gidiyordu.

Kubrick'in elbette ki en tanınmış filmi ya da en iyi filmi 2001 - Uzay Yolu Macerası'dır. Film birçok kişiye göre tüm zamanların en iyi bilmkurgu yapıtıdır. Ama bu görüşe şiddetle karşı çıkanların bulunduğu da göz ardı edilemez. Kubrick yorumcularının bazılarına göre ise, Kubrick'in en iyi yapıtı, ismi bile sıra dışı olan 1963 yapımı olan Doktor Garipaşk'tır. Bu film soğuk savaş döneminden kalan son söz olarak tanımlanabilir ve aynı çizgideki çağdaş filmlerin çoğunu etkilemiştir.

2001'den sonra Kubrick, yakın gelecek fantezilerine geri döner. Bu seferki hedefi sosyal evrimin yönlendiği yolun kara yorumudur. 1971'de çektiği Otomatik Portakal'da yine aynı hileleri kullanır, müziği korku sahneleriyle kurgular ve gerilimi sürekli yukarıya çeker. Vahşeti, acımasız tecavüz sahneleri peş peşe birbirlerini izlerken geleceğin kentsel toplumunu oluşturan genç gangsterler Gene Kelly'nin 'Singing in the Rain'ini söyleyerek öldürürler. Anthony Burgess'in romanının temelini oluşturan hiciv, Kubrick'in yaratıcı dehasıyla daha belirginleşir ve netleşir. Filmdeki emin olma güdüsü ve bireysel anlatımdaki büyü o kadar iyidir ki, romanların sinemaya aktarımlarında böylesine rastlamak çok nadirdir. Gelecek öldürücü ve acımasızdır, insanlık değerlerinden uzaklaşılmış şiddetin ve vahşetin geçerli olduğu sembollerle dolu bir noktaya ulaşılmıştır, tecavüz bir eğlence türüdür. Ama Kubrick, tipik çekiciliği ile dinleyicileri metafizik tuzaklara düşürür, düşünce alanlarında baştan çıkarır ve izleyenlere yetersizliklerini gösterir. Sonra tüm akış değişir ve yönetici güçlerin eline düşen çetenin reisi olan acımasız katil Alex cezalandırılırken, seyircisinin sempatisini kazanır. Burada Totaliter toplum düzeni ile ilgili denemeler sergilenir. İşkence sırasında Alex'in gözlerinin acı çekilirken açılması ve acı çektikten sonra kapanması izlenirken, fonda duyulan Beethoven'in 9. sefonisi kulakları deler ve geçer. Alex için artık seksin önemi yoktur, üstelik de iktidarsızdır. Yani şiddet seksi yok eder. Kubrick işi burada bitirmez, duyguları kullanmaya devam eder, sonu iyice belirlemek için daha uygun bir tanımlama yaparak, Alex gibi hareket eden resmi güçleri tamamen canavarlaştırır. Filmin yaklaşımı en üst düzeydedir, çarpık bir toplumun üzerinde yürüdüğü yolu göstererek sona erer.

Tüm Kubrick filmlerinde kötümserlik ön plandadır ve sergilenen insan tiplemeleri hep hatalı karakterlerdir. Teoloji çizgisinde, Kubrick'in temel konusu büyük günah, yani insanın şeytana kanması ve cennetten atılmasıdır. Ama Kubrick, günahkarlara düşman da değildir, sık sık bizlere günahın cazibesini de gösterir. Bu onun favori hilelerindendir. Bu yüzden de eleştirmenler tarafından Stephen King'in çok satan romanı The Shining için en uygun yönetmen olmadığı yönünde eleştirilir. Filme kötülük doğal bir ortamda saklıdır ve yaşamaktadır. Bu yer Rocky Dağları'nda kışları ulaşılması mümkün olmayan bir oteldir ve kurbanlar günahsız insanlardır. Tüm hesaplara ve görünür ortama rağmen 1980'de çekilen The Shining, genel anlamda bir hatadır.

Doğal olarak kolay bir film değildi The Shining. Çoğu Kubrick'ten kaynaklanan gerilimler ortaya çıktı. Tartışmalar büyüdü, King'in öyküsündeki fantastik korku unsurlarını, Kubrick yetersiz buluyor ve 'çok kötü' diyordu. Hayal kırıklığı yaratan bir diğer neden, Kubrick'in şiddeti değiştirmesiydi; telepat çocuk Danny ve alkolik yazar baba Jack'le çok oynamıştı. Fakat bu yaklaşım, Kubrick'in vizyonuydu. Otelin kötüye yönelik değişimi aslında Jack'in kafasının içiydi, korku labirentlerinde acı çekerek deliriyordu. Bununla beraber otel vizyonun merkeziydi ve Kubrick'in vizyon duyusu her zaman olduğu gibi canlı ve parlaktı. Yavaşca kaydırarak kullandığı steadicam kamera ile dünyasal olmayan görüntüler yakalıyor, kamerayı otelin bitimsiz koridorlarında ve odalarında dolaştırarak sadece Danny'nin görebildiği kan dalgalarını, günah çocuklarını ve yine sadece Jack'in görebildiği şeytani barmeni ve cesetleri gösteriyordu.

Ama bütün bunları yaparken sık sık olayları Jack'in acı dolu, işkence çeken beynine yönlendiriyordu. Sinema tarihinde yazarın engelleme psikolojisi daima yaşanmıştı ama belki de Stephen King, yapıtının dönüşümünde bu kadar acı çeken tek örnekti. Jack'in karısı Wendy, sıradan bir kadına dönüştürülmüş ve otelin korkunç vizyonlarında filmin sonuna kadar korunurken, sadece çıldırmış kocası tarafından tehdit edilmiş, yaralanmıştı. Yani gerçek kötülüğün otelden değil Jack'den geldiğini Wendy'yi kullanarak kesinleştirmişti.

Tüm Kubrick çalışmalarında olduğu gibi, The Shining aşırı yüklenmiş ve karmaşık bir filmdi. Tedirgin edici binlerce sözcük, anlamı dağıtmıştı. Görüntülerde ise soğukluk gerekenden azdı. Film geleneksel bir korku filmi olarak tanımlanmamaktadır ve bu yüzden de toplumsal kabulde zorlanılmıştır.

Elbette ki Kubrick bu kadar değildir, ama burada onun entellektüel sinemasının üzerinde duruldu. Spartaküs, Lolita ve Full Metal Jacket kendi türlerinin doruklarında yer alan filmler. Full Metal Jacket günümüzün hit filmi Er Ryan'ı Kurtarmak'ın gerisinde kalmış değil. Stanley Kubrick çok verimli bir yönetmen değil, bu onun kişiliğinden kaynaklanıyor kırk üç yıllık sinema yaşamında sadece on iki film çekti.

Yüzünü gören gazeteci sayısı pek azdır. Neden söyleşi yapmadığını şöyle anlatır: 'Söyleşilerden hoşlanmam, sözlerimin yanlış aktarılması tehlikesi hep vardır. Daha kötüsü, doğru aktarılabilir ve ben söylediklerimle, harfi harfine yazılı olarak karşı karşıya kalabilirim.' Sanırım Nabokov'un yaklaşımı en doğrusuydu. Nabokov, yanıtları yazıp muhabire yollarmış o da üzerlerine soruları yazarmış.

Yeni bir filmi gösterime gireceğinde söyleşi yapmayı kabul ederdi. Ama sadece kendi seçtiği birkaç gazeteciye. Şoförü bu şanslı kişileri birer birer evinin yakınlarındaki bir yol kıyısı barına getirir, söyleşi boyunca Kubrick tüm soruları kısa ve sade cümlelerle yanıtlardı. Tüm bunlardan sonra, söyleşi yayınlanmadan önce satır satır bir kez daha kontrol etmekte ısrar ederdi.

Bu ısrarın nedeni iflah olmaz bir mükemmeliyetçi olması... Sinema tarihinde Ran filminin bir sahnesi için tarihi bir şatoyu satın alıp gerçekten yaktıran Akira Kurosawa gibi başka mükemmeliyetçi yönetmenler de görülmüştür, ama Kubrick bu konuda da bir istisnaydı.

Kariyeri, oyuncularına yaptırdığı çok yüksek sayıda tekrarların hatıralarıyla doludur. Örneğin The Shining'in bir planı için Shelley Duvall'a tam 127 tekrar yaptırmış. Gözleri Tamamen Kapalı'nın çekimleri ise aynı nedenle kelimenin tam anlamıyla yılan hikayesine döndü.

Mükemmelliyetçiliği, kendisiyle ilgili pek çok anekdotun efsaneleşmesine yol açmıştır. En bilinenlerden biri MGM'in yürütücü yapımcısı 2001'in çalışmaları dört yılı bulunca, dayanamayıp Kubrick'e sormuş: '2001 filmin adı mı gösterim tarihi mi?'

Kubrick'in en belirleyici özelliğinden biri de entelektüelliğidir. Sahip olduğu eşsiz kültürel donanımı filmlerine mutlaka aktarır. Her Kubrick filmi, özellikle olgunluk döneminde yaptıkları, yanıtlarından daha fazla soruyu arkalarında bırakırlar.
On üç Kubrick filmi, bilimkurgudan savaş filmine, tarihsel epikten tutku öyküsüne çok değişik bir yelpazeye yayılırlar. Hemen hepsi yönetmenin belirli bir tür için gerçekleştirdiği laboratuvar çalışması ve o türün kilometre taşlarından biridir. 2001, Doktor Garipaşk ve Otomatik Portakal filmlerinin üçü de bilimkurgudur, ama birbirlerine hiç benzemezler.

Kendini yinelememe kaygısı Kubrick'i, birbirini izleyen filmlerde çok farklı, hatta tam zıt tarzlar üzerinde çalışmaya götürür. Lolita'nın ardına Doktor Garipaşk gelir örneğin, 2001'den sonraki filmi Otomatik Portakal'dır. Yanık bir gazel gibi usul usul gelişen, medidatif, hatta melankolik özellikler taşıyan bir filmini, gerilimli, dinamik, pimi çekilmiş bir el bombasına benzeyen bir diğeri izler.

Tüm bu filmlerin anlatım bakımından ortak noktaları, Kubrick'in kendine özgü tavrını yansıtmalarıdır. Rejisinin temel özelliği yalınlıktır. Kesme yöntemi özellikle çağdaş yönetmenler için çok güçlü bir araç konumundayken Kubrick bu tekniğe şöyle yaklaşır:

'Kesme yapmak için ciddi bir neden olması gerekir. Eğer sahne tek bir kamera açısından çekildiğinde iyi görünüyorsa ve kesme yapmak için başka bir neden de yoksa, kesme yapmam. Kurgunun etkisini azaltacak teknik bir ritm oluşturmaktan kaçınırım.

Filmleri süssüzdür, sinema okulundan yeni mezun bir delikanlının çekebileceği kadar gibi basit görünürler. Ama planları, yakından incelendiğinde her öğeleriyle mükemmel tasarlandıkları farkedilir. Her şey ölçülüp biçilmiş, uzun hesaplardan sonra son haline getirmiştir.

Gençliğinden ölümüne değin ilgisini yitirmediği üç tutkusu yani jazz, fotoğrafçılık ve satranç rejisine çok önemli katkılar yapmışlar. Setlerde, çekimler arasında oyuncularıyla maç yapmasıyla tanınan yönetmeni satranca ilgisi planlarındaki matematiksel kesinliğe katkıda bulunmuş mizansen ve montaj anlayışını geliştirmiştir. Profesyonel fotoğrafçılığı planlarını gerçekçi anlayışla yüceltmiş, estetik birikimini artırmış ve ışık kullanımını mükemmelleştirmiştir. Jazz tutkusu ise ritm ve kurgu anlayışını geliştirmiş, müzik seçiminin de yetkinleşmesini sağlamıştır.

Kubrick filmleri, birbirleriyle ilgisiz öykülere sahip olsalar da çok paralel temaları işlerler. Onu en çok ilgilendiren izlek, Pascal'ın ünlü cümlesinden kaynaklanır: 'Kimin emri ve tercihi bu yer ve zamanın kaderim olmasını sağladı.'

Öykülerini, bağımsız ruhlu karakterlerin kaderle mücadelesi üzerlerine kurmaktan hoşlanır. Tipik bir Kubrick karakterinin, örneğin Jack'in algısı sınırlı, derinliği azdır, istek ve duygularını koşullandıran bir çevrede yaşar, geçmişinin kurbanıdır ama kendi geçmişini anımsamaz, aynı biçimde geleceğin de farkında değildir.

Kubrick'in insan bakışı çok karamsardır. Şöyle der: 'İnsanın hayvanca ve vahşi doğasıyla ilgileniyorum, çünkü bu, onun gerçekçi bir portresi.' Onun gözünde, örneğin Alex ile çetesinin, 2001'in başındaki gorillerden farkı yoktur.


FİLMOGRAFİ:

1. Eyes Wide Shut (1999) 
Full Metal Jacket (1987) 
Shining, The (1980) 
2. Barry Lyndon (1975) 
3. Clockwork Orange, A (1971) 
4. 2001: A Space Odyssey (1968) 
5. Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (1964) 
Lolita (1962) 
6. Spartacus (1960) 
7. Paths of Glory (1957) 
8. Killing, The (1956) 
Killer's Kiss (1955) 
9. Fear and Desire (1953) 
10. Seafarers, The (1952) 
11. Flying Padre (1951) 
12. Day of the Fight (1951) 


KAYNAKLAR:

Negatif Dergisi
Sinema Dergisi
100 Yılın 100 Yönetmeni - Atilla Dorsay
Türsak Sinema Yıllıkları
http://www.imdb.com
http://www.paradisedirector.com
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV