Yıl:2 Dönem:2 Sayı:1/13

       

     
 

MEKTÛBÂT-I GÜRÛNÎ

AHMED-İ GÜRÛNÎ

kitap@40ikindi.com

 
     
  BİRİNCİ MEKTUB

Ey azizler, evvela hürmetlerimi beyanla başlayıp selamlarımı takdim ederim.

Fakiri biliyorum ki çok beklediniz. İşte karşınızdayım. Bu mektubumda size bir şiir kitabını tanıtacağım. Şair-i nâşehir kitapçığına Çelişkinin Türküsü diye isim vermiş, insanın önce behey nâdân her şeyin türküsü olur da çelişkinin nasıl oluyor diyesi geliyor. Lâkin acele de etmemek gerekiyor; kitaba ismini veren şu şiiri okuyalım hele. Aman Allahım o ne tenakuz, o ne bayat laflar. Yok Meyhaneye girmiş de ayık kalmış, mâbette serhoş olmuş. Ülen muradın serhoş olmaksa mâbette işin ne. Hadi diyelim oturduğun şehirde meyhane bulmak zor, adam atlar Ankara'ya gider değil mi? Sâki-yi felek ne hikmetse bütün mestâneler içinde bu arkadaşı buluyor. Ben pek inanmadım ama "Benim yârim efsaneler içinde" diyor. Bu bildiğimiz Tobosolu Dulcinea olmasın sakın.

Unutmadan söyleyeyim kitaba öyle bir kapak yapmışlar ki fotoğrafçı dükkanlarının vitrini gibi. Anlaşılan müteşair kardeşimiz, şiirle şöhreti yakalayamazsam bari fotoğrafla yakalayayım demiş. Neyse ki bu sû-i zannımızda yanıldığımızı kitabın yayıncısı hatırlattı. Meğer Vezirfinger Pastanesi romanının müellifi, yayıncıya bu şiir serisi fotoğraflı olsun demiş. Çünkü kendisinin de bir kitabı çıkacakmış ve yakışıklılığına fazla güvenirmiş. Yayıncı da onun bu hilesine kanmış ve o şiir serisindeki bütün kitapları fotoğraflı basmış. Yani bu konuda şairin günahını almayalım hiç değilse.

Sonra efendim ne o Osmanlıcaya heveslenmeler: "Cânâ bencileyin bir müptelâ mı bulursun". E bulamaz tabii. Hem müptela hem budala; nerede bulacak. Kardeşim adam şöyle diyebilirdi: "Ey sevgili benim gibi bir tutkulu mu bulursun". Sorsanız böyle yazanlara kendimiz için yazıyoruz diyecekler. Kim inanır buna. Kendiniz için yazıyorsanız kitap olarak niye çıkarıyorsunuz? Yazın elektrik faturalarının arkasına ödemeye gittiğinizde kuyrukta okursunuz.

Kudemânın büyük şairlerine yazılmış nâzire mi nâkize mi olduğu belli olmayan manzumeler var kitapta. Hey koca Nesimî o muhteşem "yok" redifli şiirin bak ne hallere düşmüş: "Ağlasın dursun bahtına her kimin ki Leylası yok" bu düpedüz kağıt reklamı değil mi? Dostlarım şunun şurasında kaçımızın Leylası var? O halde Leylasız olan büyük çoğunluk ağlayacak ve kağıt mendil üreticileri kâr edecek. Anlamadık mı sanki olayı. Bilirsiniz şair Nâbi "Gamın da neşâtın da rûzigârın görmüşüz" diyor ya bizimki illa tersini söyleyecek: "Ben görmedim bâğ-ı dehrin baharı var diyorlar". Yani biz şimdi Nâbi'ye mi inanalım sana mı? İyi ki bunu İskender Pala duymamıştır, bir duysa divan-ı devâinini bir fırlatırdı ki anayasa bile öyle fırlatılamazdı. Zaten aruz maruz tutturamamışsın. Zülf-i leyla ile şeb-i yeldâ ile ne işin var. Senin bu şiirlerini beğense beğense Nihat Genç beğenir o da Beşir Ayvazoğlu'na inat olsun diye.

Aziz okuyucularım kitabın sonunda bir de nevhevâ bölümü var. Katyuşka ile başlıyor. Allah Allah o da kim demeyiniz. Hani bir ara modaydı ya Antonietta, Mariya, İzabella, Rumenitza isimli şiirler yazılıyordu. Bu da onlardan biri galiba. Fakat bu şiirin hiç değilse Antonietta'dan önce yazıldığını yemin billah söylüyor şairi. Bana biraz Lâleli Aksaray hattını anımsatıyor ama mesele başkaymış onu şairinden soracaksınız artık.

Bana kalırsa bu kitabın en güzel şiiri İlahi Sermet Bey'dir. Her ne kadar Sermet Bey şaire göre olumsuzsa da yanılıyor. Düşünün bir kere değerli okuyucularım salkım söğüt, nisan yağmuru Taşralı Murtaza'nın aşkı kaç para eder bu devirde. Bence şiirdeki Sermet Bey yerden göğe kadar haklı.

Arz-ı hürmet ederim dostlarım.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV