Yıl:2 Dönem:2 Sayı:5/17

       

     
 

MEKTÛBÂT-I GÜRÛNÎ

AHMED-İ GÜRÛNÎ

kitap@40ikindi.com

 
     
  BEŞİNCİ MEKTUB

Pek muhterem dostlarım,

İşbu mektubumda size Wesirfinger Pastanesi'nden söz etmek istiyorum. Eserin muharrir-i mâhiri ile muârefemizi der-hâtır edip iltimas geçeceğimi düşünürseniz, hemen size birinci mektubumu hatırlatırım. Binaenaleyh itminân-ı kalb ile kıraat edebilirsiniz.

Âdet olduğu üzere üdebâ-yı benam şiirle başlayıp romana intikal ederler. Pastanenin yazarı ise; romanla başlayıp şiire geçti. Bu vâdide epeyce vüs'at ü füshat kesbettikten sonra, şiiri yedeğine alarak hatta şiiri esir ederek romana rücu etti. Bu seyr ü sülûk onun tarz-ı tefekküründe de müşâhade edilir. Hâşiye bâbında şunu söyleyeyim ki; fakir, üstadın şiirdeki muvaffakiyetini daima üstün bulur ve romanlarına tercih eder. Hatta mübâlağa olmasın ama şiirimizde "anne" mânâ-yı kâmilesi ve bütün hamulesiyle ilk defa onun eş'arında mevki-i muazzezine ve muazzamına kavuşmuştur. Bunun esbabını düşünürken imdadıma Etyen Mahçupyan ustanın, Nâzım hakkındaki yazısı yetişti. (10.02.2002 - Zaman) Orada Mahçupyan, Nâzım'ın hayatındaki farklılığı ve şiirindeki güzelliği, onun hep "çocuk kalışına" bağlıyordu. İnanmazsınız ama Kapkıner'in şiirindeki anne imajını ve hayatındaki, yani "çileli yol"daki arayışını, çok önceleri ben de aynı sebebe bağlamıştım: "Hep çocuk kalmak". Bu bahsi yazarın Poetikasını da hesaba katarak başka bir yazıya havâle edip biz romana dönelim.

Efendim, fakir, Cumhuriyetten sonraki Türk romanında, Divan şiirini hatırlatan mühim bir damarın varlığını keşfetmiş bulunuyor. Bana göre, Divan şiirinin bazı hususiyetleri, romanda farkında olarak veya olmayarak devam ettirilmektedir. İhsaslar ve tedailer dünyası, Divan şiirindeki gibi "mazmunlar" vasıtasıyla aktarılmaktadır. Bunun okuyucuya geniş bir zihnî saha açtığı doğrudur. Ne var ki her zaman başarılı olunduğu da söylenemez. İşte romanımızdaki bu çizgiye ben "Divan romanı" adını veriyorum. "Fehim Bey ve Biz", "Huzur", "Yeni Hayat" ve "Güz İnsanları" lütfen hatırlansın.

Sözünü ettiğim benzerliği, romanda, A. Şinasi Hisar, A. Hamdi Tanpınar, Orhan Pamuk ve Murat Kapkıner sürdürmüşlerdir: Tanpınar'ın romanları âdetâ bir "divan" bütünlüğü arz etmektedir. A. Şinasi Hisar'ın romanları ise sayıları tutsa hamse denmeye sezâdır. "Kara Kitap"ta Sebk-i Hindî'yi sezmiyor musunuz? Okunamaz oluşunun sebebi başka ne olabilir? "Güz İnsanları" epeyce "Adem Kasidesi" değil mi?

Sadede gelelim; Kapkıner'in Wesirfinger Pastanesi romanı, önceki romanlarından ana çizgi olarak pek farklı değil. Ama geçen zaman içinde yazarın bizatihi kendisi roman kahramanına dönüştüğü için müstesna bir hikâyeyle bizi başbaşa bırakıyor. Dili ve üslûbu fârika arz eden biri. Şöyle ki: bir metnin Kapkıner'in kaleminden çıktığını, onun bir eserini önceden okuyanlar hemen anlarlar. Engebesi bol bir üslûp Kapkıner'inki. Yani okurken inip çıkmadığınız tepe, tırmanmadığınız bayır kalmıyor. Edebî üslûbu, bir zamanlar, başka bir vesile ile; "deniz izlenimi verenler ve dağ izlenimi verenler" diye ikiye ayırmıştım. Birincisinde biteviyeliği ancak bir fırtına bozabiliyor; ikincisinde ise biteviyeliğe neredeyse hasret kalıyoruz. Wesirfinger Pastanesi böyle bakıldığında yorucu bir roman. Bunu, okuma güçlüğü anlamında söylemiyorum. Bilakis önceki romanlarından daha kolay okunuyor. Bu romanın zorluğu yoğunlaştırılmış göndermelerden, çarpıcı mecazlar ve istiarelerden kaynaklanıyor. Ayrıca okuyucuda epeyce dikkat ve birikim gerektiriyor. Psikoloji müktesebatı olmayanlar da bu romanı zevkle okuyabilirler. Ama ona nüfuz etmek isteyenlerin biraz Freud biraz Jung ve Fromm okuması gerektiğini düşünüyorum. Gerçi yazar bu konuda okuyucunun işini kolaylaştırmak için ara sıra ipuçları vermiştir. Ancak özellikle ruhiyat bahsinde behredar olmayanlara roman kendini fazla açmıyor. İpuçları dediğim şeyler (özellikle müstehcen olanları) ilk bakışta yadırganabilir. Son dönem romanlarında mebzulen rastlanan istihcan (ona parça diyoruz biliyorsunuz) yerinde ve zamanında estetik bir öge olabilir ve sakıncası yoktur. Kapkıner'in romanında ise "parçalar" zannımca estetikten ziyâde psikolojik kaygılarla kullanılmıştır. Fena da olmamış hani.

Muharriri tanıdığım için bana garip gelmeyen bir husustan söz edeceğim. Okuyucu, kitapta roman malzemesinin bolluğunu ve israf edildiğini hemen anlayacaktır. Muktesit bir yazar, bu malzemeden en az iki roman çıkarabilirdi. Kapkıner sanki son romanıymışçasına malzemesini har vurup harman savuruyor. Onu yakından tanıyanlar bana taaccüp etmezler. Ve bana sorarsanız bu güzel de olmuş. Fakat sair okuyucu "zihin fesadına" uğrayabilir. Böyle bir tehlikeyi sezinlediği için de yer yer başarısız toparlamalara gitmiş.

Romanda özgün aforizmalar dikkat çekici. Bu, romanın roman olarak bütünlüğünü olumsuz etkilemiyor. Çünkü aforizmalar "vaazın" içinde söylenmiş değil. Bu "vaazın içinde söylemek" hastalığından, bilirsiniz; Rus ve Türk romancıları bir türlü kurtulamazlar. Okuyucu, bir an gelir vaaz mı dinledi; roman mı okudu farkına varmaz. Wesirfinger'de söylediğim gibi, vecizeler, metnin içinde fosforlanmamış, okuyucunun kafasını kakmıyor. Dolayısıyla vitamini tabletten değil; elmadan ve portakaldan alıyorsunuz.

Tereddüt cümleleri bu romanın neredeyse ayırıcı özelliği. Ama zaten, roman hayatın tereddütlü hâli demek değil midir?

Kısaca aziz dostlarım, güzel bir roman karşısındayız, müsrif bir yazarın, bol malzemeli bir romanı. Şiir için bir yerlerden malzeme gelebilir; ama roman öyle değil. Dileğimiz yazar bu ayrımı yapar.

Îd-i adhânızı tebrik ederim. Aziz dostlarım.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV