Yıl:2 Dönem:2 Sayı:4/16

       

     
 

CINEMA PARADISO

AHMET YURTKUL

ahmetyurtk2000@yahoo.com

 
     
  AŞK ZAMANI YA DA PETER JACKSON YOKSA DİĞERLERİ Mİ?

beni bir tek atlar anlar
anladıkça anlatırlar
geçmişe çöken tortuma,
kişnerler
kişnerler
kişnerler

daha fazlasını umma.


Küçük İskender


Sınırlar çizilemiyor, imkansızlık ve çözüm politikaları arasında gidip geliyoruz. Cinsiyetler rekabetlerini, stratejik soğuk savaşlarını özgürlük kavramıyla (kavram olduğunu kaç kişi biliyor cabası) kutsuyorlar. Liberaller aşk kitabı okuyor, aşk filmi izliyor, aşık oluyor ve aşk ateşiyle kavrulup libidolarını köşelerinde nar gibi kızartıyorlar. Ayşe hanımlar, Fatma hanımlar, Salkım hanımlar kocalarından izinsiz sokağa çıktıkları için azar işitiyorlar. Yetmezmiş gibi tanelere sahiplenme telaşında ve yarışında ancak bu kadar olur dedirtecek kadar da aymazlık damlıyor sinir uçlarından. İşin aslı light nefesler çekiyoruz ciğerlerimize. Gündemlerin tüm hafifliğine rağmen dalgalı sulara durgun bakışlar fırlatıyoruz. Bana kalırsa ultra yaşamların aritmetiğinde boğulup yitmeden uygulanacak en iyi yöntem de budur. Bu köşenin yazarı da aldanacağı koylarda susup yanılmak için elinden geleni ardına koymuyor. En azından sinema bu koyların en güzeli.

Sonlu yaşamımızın sonlu nesnelerine ve amaçlarına ulaşmak için sarfedilen bu gayretli(!) çabalar içerisinde pek de sonlu diyemeyeceğimiz bir insanlık durumu var ki; işte Won Kar Woi tam da bu kaçınılmaz durumu anlatıyor Aşk Zamanı adlı başyapıtında. Filmin ismine, afişine baktığımız zaman haklı bir yaklaşımla yapıştıracağımız yaftalar ortada. Bu bir aşk filmi: Kıskançlık, ağlama krizleri, kadın ve erkeğin birbirlerine yaptığı ayak oyunları vb. Evet söylediğim tüm bu klişelerin hemen hepsi filmde var. Ama Hiroşima Sevgilim'den bu yana yapılamayan yepyeni, yaratıcı ve yönetmenine has enfes bir üslupla. Fotoğraf sanatından yönetmenlik sanatına geçiş yaptığı apaçık ortada olan Won Kar Woi filmin başından sonuna kadar sekmeyen görüntü çalışmasıyla hayretler içerisinde bırakıyor seyircisini. Pansiyona aynı anda taşınan iki ayrı çift var. Ancak ilerleyen sahnelerde birbirlerine aşık olacak çiftimiz dışında yönetmen mevcut eşlerini filmin kareleri içerisine yerleştirmemeye gayret ediyor. Zaman zaman gözümüze çarpsalar bile, eşleri ya arkadan görüyoruz ya da seslerini iştiyoruz. Hatta filmin ana kahramanları dışında kalanların da mümkün olduğunca üzerine düşmüyor, açıkcası yaşanacak olan (belki de taşındıkları andan itibaren yaşanıyordu, bu kısım büyük bir sır hala) aşkın dışındaki tüm ŞEYLERİ birer yan motif olarak kullanıyor. Özce, karakterlerinin çevresinde değil de tam da zihinlerinde dolaşan ve bu yaklaşımıyla filmini ölümsüz belki de klasik kılacak olan bir yönetmen var karşımızda. Aynı zamanda video klip estetiğinin sanatsal çabalarına örnek teşkil edecek, ders niteliğinde de okunmaya ve okutulmaya açık bir film, Aşk Zamanı.

Yine geçtiğimiz haftalardan bu yazıya açık farkla sarkan diğer film, Yüzüklerin Efendisi. Medyanın yapışkan bombardımanlarının durulmaya yüz tuttuğu sıralarda yapılacak değerlendirmeler daha sağlıklı olabilir belki. Sosyal bilimcilerin ve akademisyenlerin bile koruma ve saldırma güdüsüyle tartıştığı(!) bir film oldu Yüzüklerin Efendisi. J.R.R. Tolkien hem romanında hem de yıllar sonra romanı hakettiği gibi uyarlayan takipçisi yönetmen Peter Jackson filminde, bahsi geçen sahiplenme ve sahiplenmeme paradigmalarını sorguluyorlar. Böylece egolarla örülü eleştiri savaşlarının figüranları da Karanlıklar Efendisi Sauron'un eline düşmüş oluyor. Her neyse yavaş çekim süreçlerin toplam birikimimize hiç bir zaman katkısı olmayacak ne de olsa. Tüm beğeni dayatmalarına ve de tüm yüzeysel bakma, görme, okuma, izleme anlayışlarına rağmen ellerim ceplerimde kaygan koridorlarda salına salına diğerleriyle birlikte ben de ıslık çalıyorum. Kavurucu güneşe dayanamayıp (ne yapayım) popüler olanın gölgesinde dinlendiriyorum kendimi.

Sinemanın tüm olanaklarını ölçülü ve mesafeli kullanarak epik, epik olduğu kadar da romanın duygusal ritmini sömürmeyen bir üslupla yönetmiş filmini Peter Jackson. Bir akşamüstü, Mehmet Harmancı ile yaptığım kısa yürüyüş esnasında Yüzüklerin Efendisi filmi için şöyle demişti: 'Çizgi mi yoksa gerçek bir film mi izledim, hala ayırdına varamadım.' Ben de cevaben, film üzerine yapılan bu değerlendirmenin tam da fantazinin tanımı olduğunu söylemiştim. Yüksek teknolojinin tuzaklarına düşmeden ya da "bakın bu sahnede kaç milyon dolar harcadım" yanılgısıyla hareket etmeden, çizgi(animasyon)-gerçek arası bıçak sırtı durumu, ince manevralarla hakkıyla kotarmış Peter Jackson. Aslına bakarsanız Yüzüklerin Efendisi için iktidar, birey ve göz kavramları üzerinden bir değerlendirme yapmak istiyordum. Ancak yazının sonuna doğru yapılan sıkıştırma gayretlerimin, filmin sayılan hassas kelimelerle kurulacak olan bağlamını zedeleyeceği düşüncesiyle, bu konuyu, başka bir sayıda yazmak üzere erteliyorum.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV