Yıl:3 Dönem:2 Sayı:9/21

       

     
 

MEŞKLER

FATİH ÖZKAFA

fatih_ozkafa@yahoo.com

 
     
  'TRANS'A GEÇMEK YA DA GEÇMEMEK

Yeniden merhaba.

Sanattan ve harflerin büyüsünden söz ediyorduk; kaldığımız yerden 'meşkler'e devam...

Birtakım sorular vardır, insan sormaya cesaret edemez; ama insanın kafasını kurcalayıp durur. Bu soruların cevaplarını bulanlar da bunları hiç kimseye tam olarak anlatamadıkları için, cevaplarını bulamayanların sorunları çözülemez. Herhangi bir sanatla bilfiil meşgul olanlarla, o sanatı dışardan izleyenler arasında da benzer bir ayrım olduğu ileri sürülebilir. Uğraşmakta olduğu sanat dalının metafizik alanlarına adım atmış olabilen sanatçılarla, aynı sanat dalında çalışmakta olduğu halde henüz işin başında sayılan sanatçıların durumları bile bu tür bir ayrıma gitmeyi gerekli kılar. Örneğin, beğeni sahibi pek çok insan, güzel yapılmış bir resim için kolaylıkla, takdir edici cümleler sarf edebilir de, bir hüsn-i hat eseri için -özellikle de bu sanatla yakın bir bağı yoksa- övgü dolu sözler sıralamakta zorlanır. Burada, sanatların plastik ötesi ve doğaüstü boyutlarının zenginliği konusu devreye girer. Bir sanat eserine bu boyutlardan bakabilme yetisine ulaşmış bir kimsenin kelimelere dökebileceği duyguları ve zevkleri sınırlıdır. O kimse artık bir şey söylemese de olur. Hem zaten kolay kolay da söyleyemez; belki, kendinden geçmiş birinden beklenen sayıklamalarla yetinir. İşte insanın bütün yönlerine hitap eden bir eser, gerçek bir sanat eseri sayılmaya hak kazanacağı için, aslında mükemmel bir eser hakkında, öyle uzun uzadıya yorumlar yapmaya gerek de yoktur mecal de. Çünkü gerçek bir eser; konuşturan, kafa yorduran ve yorumlatan değil; sükunete erdiren, susturan yahut sayıklatandır. Sanatın birincil işlevleri de bunlar olsa gerektir: Huzura kavuşturmak, teskin etmek, ruhun aradığı şeyi buldurmak, ifade edilmesi imkansız hislere sürüklemek, bir anlamda da 'trans'a geçirmek.

İşte bu söylediklerimizden çıkarılacak ipuçları, kafa kurcalayan birtakım soruların cevaplarına ulaşmak için anahtar olabilir. Bir resim ya da bir heykel, yahut bir başka benzer sanat eseri, 'herhangi bir sanatçı' ya da 'herhangi bir sanatsever' için birçok anlam içeriyor ve belli bir düzeyde sanatsal zevk veriyor olsa da, bu kişilerin o eserden kazandıklarıyla, ilgilendiği sanat dalında 'ileri giden' bir sanatçının yahut sanatseverin kazançları kıyaslanamayacak derecede farklıdır. İşin bu boyutuna geçemeyenler için, sorular cevapsız kalmaya devam edecektir. Onlar bazı sanatlara bir anlam yükleyemedikleri için o sanatlara ne gerek olduğunu bile akıllarına getirebileceklerdir; ama şunda kuşku yoktur ki; hiçbir sanatçının, sanatının meşruiyyetini kabul ettirme derdi ve bununla uğraşacak vakti yoktur. Üst düzey eserler, üst düzey dimağlara ve zevklere hitap ettikleri için, alt düzey beğeni sahiplerinin takdirlerini elde etme çabası, boşa vakit harcama, hatta 'züll' sayılır. Tartışma götürür bir hüküm olsa da, büyük kitlelere hitap etmek sanatın doğasına terstir genellikle.

Metafizik, seçkin bir alandır. Sanat da öyle. Metafizikle sanat birleştiği zaman ise bambaşka ve tarifi imkansız bir zenginlik çıkar ortaya. Bütün zamanların en kutsal malzemelerinden biri olan ve üzerleri toprağın rengine boyanan 'kâğıt'lara, yine bütün zamanların en kutsal gereçlerinden biriyle, sazlıklarda yetişip hiçbir teknolojik fabrikasyondan geçmeyen 'kamış kalem'lerle, 'is' mürekkebi kullanılarak yazılan 'gölge' rengindeki, ahenk ve musiki dolu 'harfler', eğer bir de kutsal cümleleri oluşturuyorsa, ortaya çıkacak sanat eserinin ne kadar metafizik ögeyi biraraya topladığını varın siz düşünün.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV