Yıl:2 Dönem:2 Sayı:2/14

       

     
 

DEVRİLEN HOKKA

IŞIK YANAR

yanar_yanar@hotmail.com

 
     
  "DİYORUM HEPİMİZİN GİZLİ BİR ADI OLSA GEREK"

"Özne ve İktidar" adlı kitabında, iktidarlar arası savaşın çok yoğun olduğu yerlerin yalnızca şehirler ve bu yüzyıl olmadığını bizlere gösteren Foucault, pastoral iktidar kavramıyla modern denetimin dayanaklarını bizlere sunmaya çalışır. Denetim, kimi komplo teorilerinin bizleri ayarttığı şekliyle yalnızca bilinçli bir zihnin mahsulü değildir; işte Foucault'un insana özgü olarak gördüğünü hissettirdiği fakat bunu dillendirmediği Siyasi İktidarın Bir Eleştirisine Doğru adlı makalesi insanlık tarihinin en önemli metinlerinden birisidir. Fakat bu yazıda o metni değil, onun yardımıyla başka bir yazarı haritalamaya çalışacağız: Paul Auster...

Bilindiği gibi Foucault hapishane, cinsellik ve delilik gibi uygar dünyanın kurumlarını derinlemesine inceleyerek iktidarın bu kurumlar sayesinde nasıl oluştuğunu tüm yaşamına yayılan bir çalışmayla ortaya koymaya çalışır. Yukarıda andığım makale ise yine bu konularla bütünleştirerek incelenir. Sonuç ise insanlarda bu yönde bir fıtri bir eğilim olması şeklindedir.

Kimi zaman iktidar odaklarına direnmenin yegâne yolu sessizliği seçmektir. Fakat burada sözü edilen sessizliğin altında yatan çok masum istekler ve seçimler değildir elbette. Genel bir yaşam anlayışının ya da bu yaşama inancın ister istemez zaten bizi doğrulayacağına olan bir inançtır. Yani bizim inancımızın asli unsurlarının tarih ve gelecekle uyuşma halidir olanlar. Başka bir seçenek olan organik örgütlenme ise elbette sunulana olan itirazın en reel görünümüdür fakat her zaman en etkilisi değildir.

Şehir çoğu zaman çok bilinmeyenli denklemler diyarıdır. Karşılaşmalar, kendi ruhsal duruşumuzu her an değiştirebilecek niteliklere sahiptir. Kimi zaman tesadüf olarak atfettiğimiz bir durum çoğu zaman bir sırrımızın açığa çıkması anlamına gelebilir. Nedir bu sırlarımız? Kimsenin bilmesini istemediğimiz şeyler midir sırlar?

Bütün bunları açıklığa kavuşturmadan sorulması gereken şeyler var; bunlar zaten sır tutanları ile sır peşinde koşanları aynı kategoriye indirir: Yaratıcının bizim için beklettiği sırları var mıdır? Acaba yeryüzünde görmemizi istediği kimi gizleri bulunuyor mu?

İktidar odakları hegemonyaları içerisinde tuttukları insanları eş davranışlar sergilemeye zorlarlar. Aslında daha çok kendiliğinden meydana gelen bu durum en iyi şehir hayatı içerisinde kendisini gösterir. En temel anlamıyla 20. yy başındaki yeni insan! giderek büyüyen ve zenginleşen şehirleri oluştururken aslında tesadüfün payını en aza indirgemek peşindeydi. Simmel'in ya da Musil'in bu konudaki yaklaşımları açımlayıcı niteliktedir fakat bu konuyu arkeolojik bir okumayla zenginleştiren Focault ve Elias olmuşlardır.

Şimdi bir şehirdeki tesadüflerimiz neye tekabül ediyor bunu iyi anlayabilmemiz gerekiyor: Paul Auster kurgulanmış yaşamın dışında bizi şaşırtan kurgular tasarlar bunları yaparken hep bildiğimizden yola çıkar aslında... Bir polisiye öykü, kumarbazlar ve serserilik gibi çeşitli tipleri hepimizin bildiği! bir Amerikan yaşamı içerisinde, alıştığımız kimi görüntülerin anlamını çok ince bir şekilde kaydırarak hepimizin beklediğinin olmamasını sağlar... Peki burada hepimizin algıladığı dünyadaki kopuşun nasıl gerçekleştiğine bakmamız lazımdır. Bunu gerçekleştirirken kullanmamız gereken kavramlar Alışkanlık ve Tesadüftür.

Bu iki kavram arasındaki modern gerginliktir Auster'in romanı. Özellikle New York üçlemesinde (Cam Kent, Hayaletler ve Kilitli Oda) kahramanlar alışkanlıklarıyla girdikleri durumlardan tesadüflerle çıkarlar. Karşılaşılan kimi zaman modern bir out of joint'dir (çığırından çıkma). Alışkanlıklarımızın hayatımızda tuttuğu yerin herkes bilincinde olduğunu düşünür; işte tam da burada bu farkında olmanın da bir iktidar aldatmacası olarak gene hayatımızda rutin bir durumu yansıttığını bize gösteren Auster'in metinleri, tesadüflerin başladığı yere odaklanmıştır. Olayların dizimi sanrılarımızı kundaklar. Metin bittiğinde ise olmaması gereken bir kara parçası üzerindeyizdir. Bir sır çözülmüştür fakat bizim sır olarak nitelemediğimiz bir sır... Kayıp Otoban ya da Seven filmlerinin finallerini andıran bu sonlar bir açık yapıt özelliği gösterirler.

Kent yaşamının bu sırları fazlasıyla deşifre edici bir mahiyete sahip olması, Auster'in mekan problemini kendi adına çözmesini beraberinde getirir: Çoğunlukla kent ve kentliyle alakalı durumlardır onun ele aldığı olaylar.

Çünkü insana özgü olan durumların yoğunlaşarak arttığı bir mekandır kent... Fakat işte burada bir yanılgının içten içe sürdüğünü hissederiz: İnsana özgü sırları acaba insanların tesadüfleri mi açığa çıkartabilir yalnızca? Tabi ki değil, onun sır olarak atfettiği şeyler aklın arka mahallelerinden ibarettir. Şaşırma yine de insani bir iktidar dayatmasıdır; çağdaş bir ürpertidir. Auster'in, bulduğu bu alışkanlık zincirlerinin tesadüflerle kırılışını derinleştirmesinin ve altında yatan unsurları bizlere gösterememesinin nedeni de budur: O dolaştığı sokakların arka mahallelerine göz atmış bir gezgindir ama bu arka mahalleleri betimlemekten fazlasını da yapamamıştır.

Bununla beraber Auster'in bu tür durumlarla (tesadüflerle) iktidarın kurguladığı yaşamlar arasındaki gerilimi verme konusundaki yetersizliğini, kimi zaman romanlarında verdiği simgeler bile kurtaramaz. Hayalet'ler adlı kitabındaki David Henry Throu simgesi kitabın içerisinde olaylar zinciriyle açımlanmayı bekler.

Sonuç olarak hayatımızdaki anlamsızlıkların başladığı yeri bulabilmek için dünyadaki hayatın başından beri bazı anlamsızlıklar taşıdığını bilebilmemiz gerekir.
 

Geri Anasayfa



ANASAYFA | KÜNYE | EDEBİYAT | SİNEMA | MÜZİK | KİTAP | ARŞİV