Daha ilk satırda belirteyim ki, bu bir 'tanıtım' yazısı değil. Aksine, bir romanın 'tanıtım'ına ilişkin yazılara damgasını vuran bir kavram üzerine; bu kavram bağlamında da sormaya, sorgulamaya yönelik... Dahası bu romanın, 'nesneleşme'ye, 'nesneleştirmeye' olumsuzluk atfederek yadsımaya çalışan her 'tanıtımcı'sı tarafından, kaçınılamaz bir biçimde, nesneleştirilişi üzerine. Paradoks da bu. Romanın adı 'Kumru İle Kumru'... Başlıkta 'donu' söz konusu edilen Kumru ise, romanın temel karakterlerinden birinin adı.
'Kumru İle Kumru' Tahsin Yücel'in son romanı... Yayınlandığı günden bu yana, hakkında birçok yazı yer aldı, dergi ve gazetelerde. Ve bu yazıların geneli, romanın eleştirel ve bütünsel bir değerlendirilmesinden çok, onun 'tanıtımı'na dönüktü. Bu 'tanıtım' yazılarının geneline damgasını vuran da 'nesneleşme' kavramıydı. Bu kavram, neredeyse, tüm romanı anlamanın ve anlamlandırmanın temel anahtarı gibi sunuldu okura.
Hatta bunlardan birinde, Hürriyet Gösteri dergisinin Şubat 2005 tarihli sayısında yer alan 'Tahsin Yücel'in Kumru İle Kumru romanında nesne ve nesneleşme' başlıklı ve Sadık Aslankara imzalı yazıda, Kumru'nun paçalı donunu çıkarıp, Tuna hanımın donunu ve memeliğini giymeye başlaması bile 'nesneleşme' olarak niteleniyordu. 'Nesneleşme' ise, olup olamayacağı bir yana, günümüzde varlığı tartışılmaksızın kabul edilmesi gereken bir olumsuzluk hali olarak sunuluyordu. Ki Aslankara'ya göre, o her yerdeydi ve "her birimiz boynumuzdaki bu kara çelenkle dolaşıyor"duk zaten.
Öte yandan Sadık Aslankara, romanın 115. sayfasından yaptığı alıntının ardı sıra da, "Bunun bir yanı, özde aidiyete dayalı benzeşim duygusunu öte yanı ise yerine geçmeye-koymaya dayalı özdeşim duygusunu getiriyor görüldüğünce. Nesneleşme, kuramsal temelde daha başka nasıl dile getirilebilir ki?" diyerek, hem nesneleşmeden ne anladığını hem de bunun, sanki, başka türlü dile getirilemeyeceğini bildirir okura. Ki böylece, 'nesneleşme' kavramının romanda, 'kuramsal temelde' ve neliği düzeyinde içkin kılındığına işaret eder. Hatta, romanın "'nesneleşme' olgusuna" özgülendiğini söylemenin daha doğru olacağını belirtir.
Ve Aslankara, nesneleşmenin "ardından bir yabancılaşmanın gelmemesi olası mıdır artık; bu çerçevede nesneleşmenin sanrılarla kucaklaşmaması düşünülebilir mi?" sorularına içkin kıldığı kendi yanıtını, soruların soruluş biçimiyle okura da verdirtmeye yönelir. Ki kendi yanıtı, "evet" ya da "bilinemez" olmadığına göre, "hayır"dır.
Bu girizgâh için son bir belirleme: Sadık Aslankara, gerçeklikten romanın evrenine, romanın evreninden gerçekliğe yönelişlerinde izlediği, bir yandan bazen indirgemeci bazen de genellemeci yaklaşımıyla, diğer yandan da, sanırım ki hem 'nesneleşme'ye hem de yayıncının, romanın reklamlarında öne çıkardığı "yabancılaşmanın tamamlayıcısı eşyalaşma" temasına bağlı kalma kaygısıyla olsa gerek, aynı yazıda çelişkiye düşer. Bir yerde, nesneleşmenin "ardından bir yabancılaşmanın gelmemesi olası mıdır artık" derken; bir başka yerde, yabancılaşmanın ardından nesneleşmenin geldiği düşüncesiyle, insanın "gereçlere yabancılaşıp, kendisini bunlara yatkınlık içinde teslim ediverdi"ğini (*) belirtir. Ki bu bariz bir çelişki, bariz bir tutarsızlıktır. Bütünsel olarak gerçekliği açıklama girişiminde ya da bu gerçekliğin farklı alanları arasında bağ kurma yönelişinde, aklını ve düşünmesini, bu bir kavram da olsa, herhangi bir varlığa endeksleyen, herhangi bir varlığın ipoteğine veren, her insanın yaşayabileceği türden bir tutarsızlık, bir çelişkidir bu.
'KUMRU İLE KUMRU' BİR VAROLAN MI YOKSA NESNE Mİ?
'Kumru ile Kumru', Tahsin Yücel tarafından önce düşünsel düzeyde tasarımlanıp nesneleştirilen sonra da özelde roman olarak, genelde ise bir varolan olarak ortaya konan bir nesnedir. Her nesne, ister düşünsel olsun, isterse bilincimizden bağımsız olsun, aynı zamanda bir varolandır. Ancak her varolan aynı zamanda bir nesne değildir. Çünkü hiçbir varolan kendi başına ve kendinde bir şey olarak, 'nesneleşme' yeteneğine haiz değildir; nesneleşemez. 'Kumru İle Kumru' da, yazarınca son noktası konulduğu ve "bitti" denildiği andan itibaren, yazarından başka hiçbir kimse bilmiyor bile olsa, artık o, özel anlamda edebiyatın, sanatın gerçekliğine; genel anlamda ise toplumun, bilinen ve bilinemeyen boyutuyla dünyanın, hatta evrenin gerçekliğine katılan bir varolandır. Ki bu düzeyde, 'Kumru İle Kumru'nun bir nesne oluşu ve onun yeniden nesneleştirilebilirliği, yalnızca Tahsin Yücel için geçerlidir; çünkü tamamlanışının ardından, yazarından da bağımsızlaşır o.
Yazar, romanı yayınevine teslim ettikten sonra ise, o, yayıncı tarafından da olumlu ya da olumsuz anlamda nesneleştirilebilir bir nesne haline gelir. Diyelim ki, 'Kumru İle Kumru'da olduğu gibi, hem yazarının adına ve tanınmışlığına, hem de romanın niteliğine ya da yazarı tanımasa bile yalnızca "eserin niteliğine binaen" yayıncı tarafından, "Bu roman güzel. Çok iyi iş yapar; satar ve para kazandırır" denilerek olumlu anlamda nesneleştirildi ve basımının yapılıp yayınlanmasına karar verildi. Sonra da, yine diyelim ki, matbaaya gönderilip, "çok iyi iş" yapacak olmasına istinaden, on binlerce adet bastırıldı. Bu durum, söz konusu romanın, on binlerce okur tarafından nesneleştirilen bir nesne haline geldiğine mi delalet eder? Elbette ki hayır. Bu yalnızca, basımı yapılan romanın, birer varolan olarak depoda ya da dağıtımı yapılmışsa kitapçı raflarında duran, on binlerce nüshası olduğuna işaret eder. Basılan kitabın, tesadüfen ulaşmış olanlar dışında, geniş okur kitlesi tarafından nesneleştirilen bir nesne haline gelebilmesi için, başkalarınca da yeniden nesneleştirilip sunulması gerek daha. Bu başkaları ise reklamcı ve tanıtımcılardır. 'Kumru İle Kumru' da bu yeniden nesneleştirilme sürecinden geçmiş ve hâlâ da geçmektedir. Yayıncısı, "yabancılaşmanın tamamlayıcısı eşyalaşma" teması ekseninde nesneleştirip reklamlarla sunar okura. Tanıtımcıları ise, 'nesneleşme'yi, nesneleştirmeyi olumsuzlamalarına rağmen, örneğin Sadık Aslankara'nın yaptığı gibi, "çağımıza sunulmuş trajedik, kapkara bir çelenk olarak alabilirler pekala 'Kumru İle Kumru'!" ya da "'Kumru İle Kumru'nun bir Charles Chaplin klasiğine döndüğü unutulmamalı" diyerek nesneleştirirler onu. Çünkü, olumlu anlamda değerli ve çarpıcı niteliklerle nesneleştirilip değerli bir nesne olarak sunulmadığı sürece, bir kitabın okunmasını ya da herhangi bir malın hızlı bir biçimde tüketilmesini sağlamak olanaklı değildir. Bundan dolayı, okunması gereken bir kitap olarak nesneleştirilip bir nesne kılınması gerekir. Aksi halde, kitapçı raflarında ya da depolarda bir varolan olmaktan öteye geçemez. Bundan dolayıdır ki olanı tükettirebilmek, varolanları anlamak ve anlamlandırıp yeni şeyler üretmek, gerçekliğe yeni varolanlar katabilmek için de olsa nesneleştirme kaçınılmazdır. Çünkü nesneleştirilmemiş olan, 'şey'liğiyle kaim olan hiçbir şeye ilişkin bildirimde bulunulamaz. Bu noktada nesneleştirme, insanın, geçmişten bugüne, bulunduğu en küçük alandan başlayarak, çevresinde varolanlara doğru ya da yanlış, olumlu ya da olumsuz değer ve nitelikler atfederek tüm yeryüzünü, adım adım evreni, kendi düşünsel, duygusal ve bedensel boyutuyla üretim ve tüketim zincirine eklemleyerek, kendini var kılma, kendisi gibi olanları koruma, yaşatma, mutluluk ve refahını sağlama ve aynı zamanda da biçimlendirme eylemliğini içerir. İnsan, nesneleşen, eşyalaşan bir varlık değil; aksine nesneleştiren ve eşyalaştıran bir varlıktır. Genelde 'tanıtımcıların özelde ise Sadık Aslankara'mn, bir yandan 'nesneleşme'ye ve nesneleştirmeye olumsuzluk atfederken, diğer yandan nesneleştirmede bulunma paradoksuna düşmelerinin nedeni de burada gizlidir. Çünkü onlar, 'Kumru İle Kumru'yu olumsuzluk niteliği yükledikleri bir kavram ekseninde anlamaya, anlamlandırmaya ve dahası bu kavram ekseninde de potansiyel okur kitlesine algılatmaya yönelmişlerdir.
Özellikle Aslankara, kendisini öylesine kaptırır ki bu kavrama, sanki onu camları renkli bir gözlük gibi kullanmaya yeltenir ve tabiri caizse baktığı her yerde aynı rengi görürcesine, Kumru'nun don ve memelik kullanmaya başlamasında bile nesneleşmenin örneğini görür. Tıpkı, elindeki tek araç çekiç olanın herşeyi çivi olarak algılayıp çakmaya yeltenmesi misali...
KAVRAMLAR NE GÖZLÜKTÜR NE MAYMUNCUK
Oysa kavramlar ne gözlüktür ne de maymuncuk... Kavramları, her kapıyı açmak için kullanılan basit maymuncuklara dönüştüremezsiniz. Herhangi bir kavramı, toplumsal gerçekliği anlamanın, anlamlandırmanın ve açıklamanın anahtarı kılamazsınız. Keza bu bir roman evreninin gerçekliği için de geçerlidir. Kavramlar uygun yerde ve uygun zamanda kullanıldığında işlevseldir. Çünkü onlar düşünmemizin temel birimleridir. En genel haliyle, olayların, olguların, durumların, nesnelerin, vb zihnimizdeki tasarımıdır. Kimi kavramların hem neliği hem de gerçekliği vardır. Kimi kavramların ise neliği olsa da gerçekliği yoktur. Salt düşsel, düşünseldir.
Bundan dolayıdır ki, kavramlarla düşünüyor olmak yetmez. Kavramları da düşünmek gerek. Onların neliklerini, gerçekliklerini, yani herhangi bir varlığa delalet edip etmediklerini de düşünmek, sormak, sorgulamak gerek. Yoksa yerli yersiz kullandığınız aynı kavram gelir sizi vuruverir en olmadık zamanda...
Son söz: 'Tanıtımcıların, 'Kumru İle Kumru'yıı, olumsuzluk niteliği yükledikleri 'nesneleşme', 'nesneleştirme' kavramı ekseninde tanıtmaları üzerine yazılan ve bir nesneleştirme olan bu yazı, bazı 'tanıtımcıların, romanı, neliğini dikkate almaksızın 'trajik', 'trajedik' kavramlarıyla nesneleştirmelerini de içerebilirdi. Ancak şu anda daha fazla uzatmak istemiyorum.
*) Sadık Aslankara, Hürriyet Gösteri Dergisi, Şubat 2005, s. 10. Bu dipnotu herhangi bir tahrifat iddiasına yer bırakmamak için veriyorum. Çünkü, Sadık Aslankara'nın devrik bir biçimde kurduğu, "Gereçlere yabancılaşıp, kendisini bunlara teslim ediverdi yatkınlık içinde..." cümlesini, ben, herhangi bir anlam kaymasına yol açmaksızın aynı sözcüklerle ama bazı sözcüklerin yerlerini değiştirerek kullandım.
Kumrunun Donu ve Bir Paradoks, Atalay Girgin, Hürriyet Gösteri , Eylül 2005 , Sayı: 273 , Sayfa: 66-67.
Tahsin Yücel'in son romanı Kumru ile Kumru medyada çokça tanıtıldı ve konuşuldu. Atalay Girgin nesneleşme kavramı etrafındaki bu romanın nesneleştiğine dair haklı bir eleştiri sunuyor.