|
|
|
HAYATTIR
DEVAM EDEN
Firdevs Çakmak
"yağmur bu kadar
inceyken
ağır açan bir gül
kadar hafifken merhamet
ölüm çok ağır Allah’ım
ölüm çok ağır, affet."
Hüseyin Atlansoy
Merdivenleri çıkıp zile
bastı. Tatlı, serin bir rüzgar esti o sırada. Üşüdüğünü
hissetti. Üşümeyi yaratan Rabbe hamdederdi eskiden
olsa. Yüzünde ansızın beliren bir tebessümle "özlemişim
üşümeyi" derdi. Kış aylarını hatırlardı.
Yağan karları, çamurlu yolları, bazı günler yağmurdan
korunmak için girdiği üçüncü sınıf bir pastanede
içtiği salepleri... (Pastane öyle pek şık bir yer
değildi ama temizdi. Üstelik burada içtiği salebin
tadını hiçbir yerde bulamamıştı. Pastane sahibi
bir gün iyi salep yapmanın büyük bir sır olduğunu
söylemiş, sonra da bir çırpıda anlatıvermişti bu
büyük sırrı. Sanki yıllardır bunu birilerine
anlatmanın hasretiyle yanıp tutuşuyormuş gibi bir
hali vardı. O an hayret etmişti adama ve "sırlar
birilerine anlatılmak için mi saklanır?" diye
bayağı kafa patlatmıştı sonraları. Hoş, şu anda
"iyi bir salep nasıl yapılır, bari bir ipucu ver"
deseler, söyleyebilecek tek bir kelimesi bile yoktu...)
Bir de küt küt yanan sobanın insanı ısıtan sesini
hatırlardı. Onu günler, aylar öncesine götüren bu
hatırlama süreci bir anda olup bitiverirdi. Sonra bu
kadar düşüncenin beyninden bir anda geçivermesine de
hayret eder ve "Rabbim, hayretimi arttır!"
diye eklerdi, eskiden olsa..
Oysa şimdi... "O
artık hiç üşümeyecek" diyebildi yalnızca. Yüzünde
acı bir tebessüm vardı. Bu kadar basitti ha!.. Söylemesi
bu kadar kolaydı. Ya inanması... Yüreğine bunu kabul
ettirmek ne kadar da zordu.
Yaşanan şeyler birer
yalandı. Her ölüm haberinde bir kez daha farkediyordu
insan bunu. Ebediyete uğurlanan her dost, aynı tonda
sesleniyordu: "Buraya kadar. Artık
yaşadıklarımızla yetinmek zorundasın. Yaşanan her
şeyin bir yalan olduğunu bir kez daha anlamanın
verdiği ıztırapla yaşamak zorundasın."
Yaşanır mıydı öylesi
bir acıyla?..
Yaşanıyordu.
"Hayat devam ediyor"
diyordu radyo ve televizyonlar her felaket sonrası.
Haklıydılar. Size "sıra sende" deninceye
kadar devam ediyordu hayat. Gidenler gidiyordu. Bir türlü
anlamlandıramadığınız hayatınızla öylece kalakalıyordunuz
ortada. Sıkıcıydı ölümü düşünmek, ruhunuzu
daraltıyordu. Mutluluk verecek bir şeyler arıyordunuz
can havliyle. Katıksız ağlamayı beceremezken,
katıksız gülmeye hakkınızın olup olmadığını düşünüyordunuz
sonra... Uzun sürmüyordu bu bocalama devri. Hayat
bütün kollarını açmış "gel" diyordu.
"Gel. Daha sana öğretecek çok şeyim var. Gel."
...........
-Çok bekletmedim ya?,
dedi Zeynep.
Hayır, yeni gelmişti o
da. Yeni mi gelmişti, yıllardan beri orada mıydı,
ayırt edemedi. Birden arkadaşına döndü, sonra yere
yöneltti bakışlarını (görenler parke taşlarını
saydığını rahatlıkla iddia edebilirdi.) Belli, bir
şeyler söyleyecekti.
-Ölüm, dedi, büyük bir
imtihan, geride kalanlar için.
-Öyle, dedi Zeynep.
Halinin ne kadar endişe verici olduğunu belli etmemeye
çalışan bir ton vardı sesinde.
-Zeynep, diye seslenerek
tekrar yeltendi konuşmaya.
Zeynep şaşırmıştı. Usûlü
bozmuştu bugün. Son bir aydır böyle zamanlarda
ikinci bir cümle kurduğu görülmemişti. Cevap
vermedi seslenmesine. Buna fırsat vermeden sürdürdü
konuşmasını çünkü:
-Evinin üzerine
çökmesi, herhangi bir ölümden daha mı çok acı
verir insana?
Seda çok acı çekmiş
midir?
Ne kadar donuk çıkmıştı
sesi. Oysa onun böyle bir cümleyi ağlamadan, hatta
hıçkırıklara boğulmadan kurabileceği hiç aklına
gelmezdi Zeynep’in. Korktu bu donukluktan. Sesini
olabildiğince yumuşatarak bir şeyler söylemeye çalıştı:
-Böyle düşünme, dedi.
O, Rabbine kavuştu. Hem sebebin ne önemi var; kanser,
trafik kazası veya deprem... Ne farkeder ki?
Yürüdüler, yedeklerine
sessizliği alarak... Bunu bozan Zeynep oldu:
-Ebru dersi almaya karar
verdin mi?
-Nasipse, dedi.
İstiyorum.
Yüreğine umut, yüzüne
renk, sesine heyecan gelip yerleşti bir yerlerden...
|
|
|
|
"Hayat
devam ediyor" diyordu radyo ve televizyonlar her felaket
sonrası. Haklıydılar. Size "sıra sende"
deninceye kadar devam ediyordu hayat. Gidenler gidiyordu. Bir
türlü anlamlandıramadığınız hayatınızla öylece
kalakalıyordunuz ortada.
|
|