İZLER
Ümit Kalkan
Gecenin bir vakti,
ölümün o gizemli sesi çınlıyor kulaklarımda...
Bir an tüylerimin ürperdiğini farkediyorum.
Kalabalık bir cadde ve ortasında ben... Koşarken
omuzlarına çarptığım insanların farkında bile
değilim. Bilmiyorum neden ve hepsinden önemlisi nereye
koştuğumu... Derin bir sızı kalmış yüreğimde, yüreğim
herşeyden aciz... Başımı kollarımın arasına alıp
etrafımda dönüyorum. Kaçıp kurtulmak istiyorum bu
şehirden... Ve insanlardan... Yalnız, üzerimde tarifi
imkansız bir ağırlık... Gücüm yetmiyor kaldırmaya...
haykırmak istiyorum. İstiyorum ama dilim tutuluyor.
Bir türlü bağıramıyorum. Saklıyorum gölgemi
sessiz ve sağır sokaklardan... Ölmek kolay olsa gerek
bunun yanında... Temmuzda titreyip şubat ortasında
sıcaktan bunalmak gibi bir duygu... Ki galiba adına
sessizlik diyorlar. Sessizlik...
Tâ ki bir zaman
sonra adımlarım vücudumu taşımayacak kadar
kısalıyor. Ruhumun içinde saklı kalan gölgem boyuna
kadar gömülüyor uykuya... Karanlık bir uçurumun
kenarındayım. Ufukta yıldırımlar kucak açmış
kırkikindilere... Ellerim ve ayaklarım prangalara
mahkum. Suçluyum, evet suçluyum galiba... Suçum
ıssızlığın ortasında tek ve ürkek kalmak. Düşmemek
için geriliyorum. Fakat istemeye istemeye yine kenarına
geliyorum. Yaşam ile ölüm arasında bir çıkmaz...
Kararsızım.
Bir vakit ellerim
titremişti, kimseler yoktu... Demiryolunun rayları
üzerinde ardıma bakmadan koşuyordum. İşte o zaman
da böyle bir yağmur vardı. Bir uçurum kenarında
boşluğa savrulur gibi yüzüne çarpan çisiltilerle
birlikte ölmek, kolay olmasa gerek... Bir, iki, üç ve
dördüncüsü derken hızla yüzüme çarpan yağmur
damlalarını sayamayacak kadar âcizim artık...
Kafamı kaldırıp bakmak istiyorum gökyüzüne...
Nedendir bilinmez cesaret edemiyorum. İçimde bir
suçluluk duygusu... Gözlerimi açmaya korkuyorum. Çiğ
zamanların sağanağı altında ne düşündüğümü
düşünmeye çalışıyorum. O an tüm insanlığa
sormak istediğim bir soru: Hiç yağmur yağarken gökyüzüne
baktınız mı?
....... / .......
Bir vakit irkiliyorum.
Gecenin herhangi bir
yarısı... Varlığından habersizken, saat şimdi her
vurduğunda baynime bir balyoz iniyor sanki... Üşenmesem
kalkıp saatin engereğini parçalayıp ayaklarımla
ezdikten sonra yeryüzünün en dipsiz kuyusuna atmak
istiyorum. Odaya zifir karanlık hakim olmuş. Ölüm ve
hayatı birbirinden ayıran çizgiyi düşünüyorum.
Duvarlar karanlık, sessiz ve içli... Duvarları
seyrede seyrede içe kapanışın tutsağı olmak...
Karanlığı bozmak istiyorum. Yerimden kalkıp -ilk
defa bu gece- perdeleri aralıyorum. Yüzümü buğulu
cama dayayıp uzunca bir süre gökyüzünü
seyrediyorum.
Ay ve hemen yanındaki
küçük parlak yıldızım, sicim sicim yüreğimin en
derinlerine işliyor yine...
Darmadağın bir
masa, yarım bırakılmış bir bardak çay ilişiyor gözüme,
tekrar yatağıma uzandığımda... Gözlerimde
gölgelerin hüzün çizgileri... Vücudum erimiş,
bitmiş, tükenmiş artık... Dehlizlerin ortasında,
karanlık şehrengizlerini anlatıyor gözlerime...
Gölgeler, ateşin ortasında ansızın sararıp
kaybolan eski bir fotoğraf gibi izdüşümlerini
çizmemeli; gözlerimin içinde sönen ışığı kimse
görmemeli artık... Ki yağmursuz ve rüzgarsız bir gün
yine karşımda... Belki bir köşe başında belki de
ıssız bir uçurumun kenarında yahut...
|