Yıl:1 Sayı:2  TEMMUZ 2000

Editörden
Künye
Yazılar - Şiirler
Kültür - Sanat
Mizah

Röportaj

Medya
Sağlık
Sizden Gelenler
Arşiv

Anasayfa

 

 
 
 

HAMİD YÜZLÜ ÇOCUK

Hasan Sabri

Bir gün kadar sevecen dolaşırken taze düşünce aralıklarında bağdaş kurarak köşetaşında mistik bir hava oluşturdum. Kayışı gevşediğinden bileğimin üst tarafında olması gereken saatime kolumu çevirerek baktım. Henüz geç olmamıştı. Köşetaşı yeni yeni kazandığı havayla rahat bir görünüm içindeydi. Onun şık haliyle beraber bırakarak yürümeye başlıyor ve kuvvetli bir tatlı su akıntısını andıran kalabalığa kendimi salıveriyorum.

Bir ıslık çalındı. Dönüp arkama bakmak aklımdan geçmedi değil. Bunca kalabalık içerisinde bana özel çalınan bir ıslık olmadığı kanaatindeyim. Önümde akıp giden kalabalığın bir misli de arka tarafı kaplamıştı. Sokağın ensizliğinden midir bu kalabalık, yoksa o günün ehemmiyetinden midir, bilemeyeceğim. Yaşlılar, geçmiş bunca zamanın kendilerine verdiği yorgunluk, tecrübe, günah, sevap vs. ile ağır adımlarını alacakları şeylere doğru yürütürken, sokağın yoğun gürültüsüne ağır bir ton, akışına ise aksi bir zindelik veriyorlar. Onların gözlerinin hep kendi zamanlarından ufak-tefek de olsa bir şeyler aramakta olduğu, her dükkanın ve tezgahın önünde durmadıklarından anlaşılıyor. Pazar yerindeki satıcılar ne kadar da kendilerini, dikkatleri o tarafa çekmek için parçalasalar da o yaşlı insanlar ancak aradıkları şeylerin bulunduğu tezgaha gidip alışveriş ve de pazarlık yapıyorlar. 

Bu arada o ıslık yinelendi. Yaşlı insanların eğreti adımlarına dikkat kesilip ilerisi için vasıflı hayaller kurmaya hazırlanırken o sade ıslık eğreti adımların üstündeki pembeleşen tozlara üfürerek irkilip kendime gelmeme neden oldu. Bunun tanıdık birisinden gelme ihtimalini ağır yürüyüşlerim esnasında düşünürken, aklımdan geçen isimlerin ihtimalsizliğine dayanarak aynı yürüyüşlerime aldırışsız devam ettim.

Pazarın kalabalığı, ürünlerin zengin çeşidinden ve çok oluşundan olsa gerek. Aklınızdan ne tür mal geçiyorsa, bilin ki, onların yarısından fazlası mevcut bu pazar yerinde. Meyve tezgahının önündeki çocuğun meyveleri satma uğrundaki gayreti ise kayda değer doğrusu. Onun o coşkun bağırışı pazarın gürültülü kalabalığından ve de kendi içindeki fevkalade ruhtan kaynaklanıyor gibime geliyor. Çocuklara hayranımdır ben, onların saflığına, güzelliğine, coşkunluğuna... Onları oynarken, yemek yerken, uyurken seyretmeye bayılırım. Çocuğun gözündeki pırıltıdan masumiyet hecelenir. Çocuk oyuncağını sabah eline alır, onunla birlikte işe(!) gider, işte yorulur, arkadaşlarıyla dolaşır, dağlara, kırlara gider, gelir ve epeyce güç harcar. Bir ara yemek yemesi gerektiğini hatırlar. Annesinin bütün şefkatini katarak onun için hazırlamış olduğu mamayı bir çırpıda yerken esnemeye başlar ve göz kapakları kapanırken annesinin sımsıcak kucağındadır. Pazarcı çocuk da, her ne kadar orada olsa da, nihayetinde sadece bir çocuk.

Tezgahtaki malların tertipli dizilişi ve temizliği tezgah sahiplerinin işlerine olan samimiyetlerini ve ciddiyetlerini gösteriyor. Sergenlerin üzerindeki sebzeler ve meyveler cazibelerini biraz da esnafın maharetinden alıyor.

Kankırmızısı domatesleri pazarcının itina ile istiflemiş olması onların albenisini bir kat daha artırıyor. Kendi has tadındaki bir domatesten yemeyeli hayli zaman oldu. Pazar ahalisi tek tip halindeki, düzgün sıralanmış, hormonlu domatesten ziyade eski zaman domateslerine yöneliyor. Tezgahın önündeki hamid yüzlü, kara ve dik saçlı, esmer tenli, sevimli çocuk bağırıyor: Kan kırmızısı, hormonsuz domatees!

Gözlerimi domatesin kırmızılığına dikmiş, dalgın vaziyetteyken pazarın olanca gürültüsü bir anda kaybolmuş, duran zamanın içinden öylesine bir durumda onu düşündüm. Kulağımdan sesi, her ne kadar başta pek önemsemesem de, hala gitmiyor. Beni telaşlandıran, ince mi kalın mı olduğu belli olmayan o ses, önüme açtığı pencerelerle beni düşünmeye itiyor. Sesin geldiği ilk aralıklarda pek umursamadığım, sonraki tekrarında ise bana değişik şeyleri anımsatan bir ıslık olduğu aşikardı. Sadece, netleşen bir kaç kelime ile bir iki isim beliriyor aklımda. Daha doğrusu o sesin sahibinin, kendisi olmasını istediğim isim belirmekte. merakım artmasına rağmen onu başka taraflara göndererek oyalıyorum ki daha fazla hülyalara dalmayayım. Böyle aklımı ihtimallerle oyalarken pazara çocuğun bağırması bir kaç saniyelik duraklamamdan uyandırıyor beni: Çilekler de hormonsuz! 

Masmavi, pırıl pırıl gökyüzündeki yakıcı, sapsarı güneşin tepedeki haliyle ortamın sıcaklığı artarken benim de pazara olan ilgim artıyor. Pazarın sağındaki ve solundaki "ne alırsan şu kadar"cıların ve orta yerdeki çakmakçı, limoncu, mendilcilerin bağrışmaları mekanın akustiğinin ne kadar güzel olduğunu belli ettirircesine yarış ediyor. Bu ahenk içindeki gürültüyle ilk defa tanış oluyorum. Onların gürültüleri dinlendikçe çeşitli manalar yüklenebilecek kadar bütün halinde bir melodi şekline dönüşüyor ve size değişik kapılar açıyor. Bunların bağrışmalarına pazarın diğer sakinleri de katılıyor tabi ki. Bu katılımdan sonra artık tam bir orkestra gibi işlemeye başlıyor, feryadı andıran gürültülerle kaplanmış pazar yeri. Herkesin içindeki ruh dirilip heyecanla dolup taşıyor. Müşteriler alışverişlerini, pazarcılar satışlarını hızlandırmış vaziyette hep beraber uyumlu bir şekilde hareket ediyorlar. Aradan ince tiz sesiyle, bakımsız, cılız vücuduyla sucu çıkıveriyor. O da akışa kendini kaptırmış, olanca gücüyle " sucuu!.. buz gibi suu!.." diye bağırarak, çorbada tuzu bulunmasını istercesine, hıncahınç kalabalığı çelimsiz endamıyla şimşek gibi yararak susuzları kandırmaya koşuyor.

Bütün bu güzelliklerle beraber ilerliyorken o ıslık tekrar her şeyin üstüne ince bir toz serpti. Heyecanlı kalabalığın içinde bende bir kaç saniyelik duraklama daha oldu. O ıslık sayesinde bu sefer hatırıma bambaşka bir çağrışım uğradı: Soluk yeşil renginde kuru yaprağın üzerindeki "ah"lı hat ve yaprağın yanında bulunan süt beyaz kağıt. Belki bir romanda, belki bir filmde, belki de başka bir vesile ile aklımda yer etmiş olan sade iki nesneyi belirsiz ıslığın çağrıştırması cidden ilginç.

Yürüyüşüme gene ona aldırmadan devam ettim. Pazar yeri güzelliğini, canlılığını hala korumakta ve ben bunun kaybolmasını istemiyorum. Karşı yerdeki küçük satıcıyı görünce, geride kalmış olan hamid yüzlü, şirin çocuk geldi aklıma. Bu küçük çocuk da onun gibiydi, masum ve sevecen. Tıpkı tüm çocuklar gibi. Onun tezgahındaki mallar da diğerinin tezgahındakiler kadar temiz ve iyi görünümlüydü. O da olanca gücüyle bağırıyor, diğer çocuk gibi: "Elmalar hormonsuuz!"

 

 
Kankırmızısı domatesleri pazarcının itina ile istiflemiş olması onların albenisini bir kat daha artırıyor. Kendi has tadındaki bir domatesten yemeyeli hayli zaman oldu. Pazar ahalisi tek tip halindeki, düzgün sıralanmış, hormonlu domatesten ziyade eski zaman domateslerine yöneliyor. Tezgahın önündeki hamid yüzlü, kara ve dik saçlı, esmer tenli, sevimli çocuk bağırıyor: Kan kırmızısı, hormonsuz domatees!
  

Ana Sayfa  l  Editörden  Künye  l  Kültür - Sanat  l  Mizah  l  Röportaj  Medya  l  Sağlık  l  Sizden Gelenler  l  Arşiv  E-Mail