Yıl:1 Sayı:2  TEMMUZ 2000

Editörden
Künye
Yazılar - Şiirler
Kültür - Sanat
Mizah

Röportaj

Medya
Sağlık
Sizden Gelenler
Arşiv

Anasayfa

 

 
 
 

KISA GECENİN MEKTUBU

Nihat Uzun

Sevgili Peri,

Bilirsin, merdivenleri inerken dik dik yürürüm. Yavaş ve ayaklarımın önce ucunu, sonra topuklarını basamaklara adeta yükleyerek. Bir başka yurtta bir başka arkadaşım merdiven inişimden ben olduğumu anladığını söylerdi. Burada öyle bir şeyle karşılaşmadım. Aklıma gelince hafifce gülümsüyorum. Ama yüzüme baksa birisi, hiç anlayamayacak gülümsediğimi. Bu, içimde olup-biten bir "şey"lerden dışarıyı haberdar etmemek, bize verilen nimetlerdendir. Fakat ki bir gülümseme dışarı çıkınca, içerde durduğundan daha işe yarardır. Ayrıca bu da rivayeten gelir. Ne yapmalıyız, söyler misin? Hem şu an sol elim eşofmanımın cebinde ve gece yarısını biraz geçmişken, her gece olmadığı gibi bu gece, sağ elim tırabzanda, üçüncü katın merdivenlerinden aşağı inmekteyim. Siyah-beyaz bir savaş belgeselinde merdiven inmekte olan kurumuş insanlardan tek farkım dövüşmüyor olmam olmalıdır. Ve merdiven inerken Peri, dövüşmek ne kadar da zordur!

[Zaten çok sonraları,yine bir gece yarısını epey geçe, endişe içinde Düşler ve Gerçekleri seyrettiğimde, merdiven inerken dövüşmenin ne kadar zor olacağını daha iyi test edecek idim. Sahi ben endişe içinde Düşler ve Gerçekleri seyrederken sen neredeydin?]

Biliyor musun, yukarıdan aşağıya her katı indikçe "hiçbir şeyin değişmediği apaçık ortadadır" deyişi geliyor aklıma: aynı sayıda merdiven, aynı malzeme, aynı bir kat inerken üst katın merdiven altlığına vurma isteğim... Bir ara durup etrafı seyrediyorum. Buradan güzel bir film çıkar. Kameram da varken hazır, önce tırabzanın başına gözümü (kameram =gözüm) yaklaştırıp estetik bir "yakın plan" alıyorum. İyi malzemeden emek verilmiş de hazırlanmış odun parçası genişten dara bir "kare" oluşturuyor. Hafifçe doğrulup kamerayı aşağıdaki ilk basamağa " zumluyorum" sonra bir üst basamak, sonra bir üst, sonra bir üst... ve ayaklarımın dibi. Gözlerimi kapatıp-açıp merdiven sahanlığından bir "geniş açı" alıyorum. Üç-dört saat sonrası ve başka bir yerde ve başka bir binada olsam, kolon ve kirişlerden "detay" alırdım ihtimal. Ama şimdi o kadar bana ait ki filmim! Hem film çekerken, yüreğimizi dolayan kavga-dövüş, yerini en estetik kaygılara bırakıyor, biliyor musun? Her şeyle barışık olmak ve olanı olduğu gibi, ama tam da olduğu gibi yansıtmak gerekiyor. Film setimiz, biz bozulabilir varlıkların el yapısı, dört-beş katlı bir bina da olsa, hele bu gece yarısını geçen vakitlerde, duvardaki boya bile konuşturulmayı bekliyor olabiliyor. Senin film anlayışın farklı olabilir. Bir perinin kamerası farklıdır zira. Bununla birlikte bu uyduruk simetrinin bana hiçbir şey hissettirmediğini düşünmeye de başlıyorum. Bir an önce zemin kata ulaşmak zorundayım. Orada simetriyi unutturacak bir şeyler var. Hem filmime yeni kareler eklerim. Fakat... Gitmeden... İkinci katın koridorundaki orta ışığı yakarak, havaya biraz loşluk kattıktan sonra üstteki boşluğu çevreleyen demir korumanın çok yakınından geçerek koridorun başında gözümü (kameramı) duvara dayayarak, duvar boyunca ilerleyerek, son duvarın camlarında yansıyan karanlık ışıklar üzerinde odaklanarak, öteki duvar boyunca geriye doğru geldikten sonra tam karşımdaki saten boya üzerine kuşun kalemle hep çiziktirmeyi düşlediğim kocaman imzamı, duvarı delip geceye çıkıncaya kadar ve kamera bitinceye kadar "zumlayabilirim". Bunu yaparsam film burada biter. 

Oysa biz filmin ne zaman biteceğini nasıl bilebiliriz ki? Üstelik daha girişteki koridorda yürüyüş çekimlerimiz ve koridorun sonundaki sağlıklı soğutan pencerelerle röportajımız bizi beklerken...

İki gözüm,

Sana şimdi zemin kattan sesleniyorum. Saat gece yarısını çoktan geçmiş olduğundan, daha üçüncü katta çalışma odasındayken ve henüz on civarındayken, 16 Ağustos tarihli takvim yaprağını "birazdan yarın olacak" diye yırtmış olduğumu şunun için yazıyorum: Bana göre cancağızım, problem bu takvim ve saatlerden kaynaklanıyor. Zaman denen sorumluluğu avuçlarımızın orta yerine bırakan onlar. Olmasalardı çok büyük bir soruyu (ne zaman?) gündem dışı bırakır, o biçim rahatlardık. Sadece güneş doğuyor ve batıyor derdik. Ya da doğmuyor, batmıyor. İşte bu problemin çözümüne küçük bir katkı olur benim davranışım diye... Takvimi önceden koparışım yani.

Gökyüzü yıldızlarla kapanık bir gece, bu gece. Bir Ağustos gecesinden beklenebilecek güzellikte. Yolculuğumun son bölümünü gökyüzünden başlatmak cazip geliyor şimdi. Büyük yolculuğumun son bölümünde gökyüzü nerede duracak, onu kestiremem. Buna gerek de yok. Kızarsın sen şimdi. En son kızdığında, bu sefer sen bir yolculuğun başlarındaydın. Gitmeye yüz tutmuştun.

- Buralarda ev kiraları nasıl? Kiralık ev var mı? Bakarsın yakında lazım olur, hı?

Buna benzer birkaç soruyla başlıyorum zemin kattaki bekçiyle ayaküstü sohbete. Anlattıklarını dikkatle dinliyorum. Saygı duyuyorum kendisine. "Gece midir, romantik midir bu adam, yahut gündüzden kalma mıdır bütün gece bekçileri gibi?" doğuda gelmiştir ve batıya gidememiştir. Bir taşralıdır ve bütün gün/gece boyuncadır bu hayata tavırlı hali. Bak sen "alt tarafı bir gece bekçisidir" diye düşünmeyesin! Bu adam benim çektiğim yüzlerce filmden birinin, belki sana bunca ayrıntılı anlattığım için ilkinin neredeyse baş aktörü oldu. Bu benim için fevkalade önemlidir.

-İyi geceler...

Havuzun kenarına kadar gelip, çatıya doğru uzanan etrafı parmaklıkla çevrili açıklığa bakıyorum. Bir kubbeyi içerden, ya da maça çıkan takım oyuncularının kafalarını öne uzatıp daire yaparak zafer için hazırlanmalarını ortalarında durup filme alır gibi. Bunu yaparken etrafımda hafifçe dönmem gerekiyor. Hiç mi film seyretmedin sen? Havuz, ortasında fıskiyesi olanlardan... Güzel mermerden, güzel sular için dizayn edilmiş olsaymış atalarımın işlediği suçlara(!) ortak olurmuş ve güvercinlere davetiye yollarmış... Hayır canım, nereden bilebilirim gecenin geçmiş bu vakitlerinde, yurdumdaki havuzun etrafında burnumu sızlatan atalarımla, güvercini kuş bellemiş olmanın dayanılır ağırlığı arasındaki ilişkiyi! Haksız mıyım?.. Bari açsam fıskiyeyi ve ah, alemi su sesine boğsam...

Hiç nedenini bilemiyorum Peri, ama havuzu koridor yürüyüşüne terletmeye çalışırken zemin katta, bir gün birisi elimden tutsa ve: "Mutluluktan uçarak gece karşılanamaz. Yani gece ve sonbahar ve giderek ölüm aynı şeyleri paylaşır gibidirler; soğuk soğuk örterler üstümüzü. Ol sebepten, kapalı bir mekanda geceye dönük söylemler, sigara dumanları ve gündüz yorgunlukları arasında kaybolup giderken ancak daha sevimliymiş gibi gözükürler. Hadi buna sen düzgün fayans döşemeli bir koridorda adımları sayarak ve her adımı bir adamın göğe yükselişinin aşamaları kabul ederek yürümeyi de ekle." ayarında bir-iki kelam etse bana diye arzuladığımı fark ettim. Geçelim...

Havuz başından başlayan koridor yürüyüşlerim saatler alıyor inan. Fakat senin nazarında bir dakikadan az bir zaman dır. Koridorun sonunda "koğuş"uma girip, kameramı bir kenara(!) bırakmam herkes gibi günü bitiriş şeklimdir. İstisnasız her gece. Gece her gece karanlık olmasa, söyle bana, mutluluk da mı olmaz? Olmadı diyelim, ben yine de bir vakitte zemin katta bulunup, havuz başından başlayarak koskoca caddeleri, köprüleri, yolları, dağları,.... geçip, yürümekle son'a ulaşmak durumundayımdır. Madem ki yolcuyumdur ve yolculuk bir esaslı tecrübedir... Bu benimki de öyle işte. Ama bir farkla -ki, günler sonra başka bir havuz başında sana yolculuktan ne anladığımı bir türlü anlatmayı beceremediğimdir o da-...

Sen Peri olalı beri ikinci kattaki "adı bizde saklı" odamızdan ne kadar da az bahsetmişim sana! Şimdi tam vaktidir, dinle: Burası ikinci katın odalarından bir odadır. Yurda ilk kabul ediliş zamanlarımızın şimdi sararmış hatıralarıyla doludur ve halihazırda başka amaçların hizmetinde olsa da hatırımızdan çıkmamaktadır. Bir kahvaltılarımız mesela: Menü epeyce zengin, ketçap unutulmamış, domatesler yüz elli gram beyaz peynirin sağ yanındadır. Dedemizin gönderdiği bal, taze ekmek ve zeytin. Bakkala kurayla gidilmiş olur. Masanın üzeri "bu masa her şey içindir" demektedir. Kıytırık bir 'walkman'in ucuna bağlı esaslı iki hoparlörden bir Müslüm, bir Bryan Adams fırlamaktadır. Çayımızın lezzetine Allah'ım kimse nazire yapamazdır! Yaklaşık on iki metrekarelik bu odaya yedi-sekiz kişi, iki büyük, üç küçük masa, kitaplıklar ve kitap kolileri sığdırmışızdır. Ders çalıştığımız da olurmuş. Bazılarımızın, kahvaltıda bile. Bu anlara dair resimlerimiz bile var. Birinde mesela, ben elimde ketçap şişesi ve "cool" takılırken gözüküyorum. Bir başkası zeytin çekirdeğini çıkarmaya çalışıyor, birimiz o günlerde sakalını kesmiş artık.

Anlamışsındır ki, bu odanın bizce "odalar içre bir yeri var". Şimdi ona dair söyleyeceklerimiz olursa, arkadaşlarım ve ben, söze neredeyse "she was my darling" diyerek başlasak istiyoruz. Hepsi birer tecrübe... Dediydim ya sana...

Artık uyuyorum.

**********

Uyanıyoruz, bir sarsıntıdır gidiyor. Bu gece çok kısa sürdü. On-on beş dakika geçmeden televizyonda, artık eski yerlerinde olmayan kolon ve kirişlerin detay görüntüleri yer alıyor.

Selam ederim.

 

 
Gökyüzü yıldızlarla kapanık bir gece, bu gece. Bir Ağustos gecesinden beklenebilecek güzellikte. Yolculuğumun son bölümünü gökyüzünden başlatmak cazip geliyor şimdi. Büyük yolculuğumun son bölümünde gökyüzü nerede duracak, onu kestiremem. Buna gerek de yok. Kızarsın sen şimdi. En son kızdığında, bu sefer sen bir yolculuğun başlarındaydın. Gitmeye yüz tutmuştun.
  

Ana Sayfa  l  Editörden  Künye  l  Kültür - Sanat  l  Mizah  l  Röportaj  Medya  l  Sağlık  l  Sizden Gelenler  l  Arşiv  E-Mail