Yıl:1 Sayı:2  TEMMUZ 2000

Editörden
Künye
Yazılar - Şiirler
Kültür - Sanat
Mizah

Röportaj

Medya
Sağlık
Sizden Gelenler
Arşiv

Anasayfa

 

 
 
 

HEDİYE

Zeynep Yıldız

O sandalyesinde yavaş yavaş sallanırken, güneş yenice yükseliyordu. Bütün gece uyuyamamışlığın verdiği sıkıntıyla erkenden kalkmış ve derin düşüncelere dalmıştı. Ellerini kalbinin üzerine koydu. Teninin buz gibi olduğunu farkettiğinde, sara krizi geçiren babaannesinin yere yığılışını, önce teninin garip bir titreme ve sararmayla buz gibi oluşunu, sonra nefesinin tıkanışını, hırıldayışlarını ve çırpınamadan ölüp gidişini geçiriyordu aklından. Zavallı babaannesi ne kadar da korkardı ölümcül bir hastalığa yakalanıp yatağa bağlı yaşamaktan. Gönlüne göre verdi Allah. 

Sara hastası olduğunu bir babaannesi bir de zaman zaman evine temizliğe gelen kadın biliyordu. Derdini kimseye açmamıştı.. Zavallı kadın yaklaşık on yıldır yalnız yaşıyordu ve onu bu hastalığa iten düpedüz yalnızlıktı. Ah biraz da huysuz olmasaydı yalnızlığını onunla paylaşabilirdi. Ama iki kuşak birbirine asla katlanamıyordu. Belki de ayrı yaşamaları çok daha iyi olurdu. Zaten ne babaannesine yoldaş olabilmişti, ne de dilediği gibi bir gençlik yaşayabilmişti. Oysa şimdi babaannesi ölmüştü.

Bütün bunlar aklından geçerken eli hâlâ yüreğinin üzerindeydi. İlginç olanıysa, sanki göğsünde kocaman bir buz kütlesi vardı ve bütün vücudu bu buz kütlesinin etkisindeydi. Garip bir titremeyle sarsılıyordu. Elini bastırdığı zaman sanki yüreğinin olmadığını, teninin içe doğru çökeceğini sandı. Vücudunun titremesi aklını da hayli sarsmış olmalı ki artık sağlıklı düşünemiyordu. Acaba bu hastalık bulaşıcı mıydı? Belki de bu hastalık genlerinde vardı.. Yoksa babaannesi gibi sessizce ölüp gitmek yerine, sürünerek, acı çekerek mi ölecekti?.. Zihnini bulandıran bu düşüncelerden sıkıldı. En sonunda; aman, dedi elini yüreğinden çekerek. Kaderin önüne geçilmez.

Hani biraz kaprisliydi. Durmadan kuruntular üretir, asar, keser, bozar, yıkar, sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ederdi. Biraz da inatçıydı. Arkadaşları ısrarla "saçlarını uzat usta, yakışır sana" diyorlardı da o, "kızlar gibi mi?" deyip dalga geçiyor, inatla saçlarını bir öncekinden daha kısa kestiriyordu. Neredeyse hiç saçı kalmayacaktı. Aksi olan, kızları sevmediği gibi erkekleri de sevmiyordu. O, yalnız yaşamayı seviyordu.

Oturduğu sandalyeden kalktı. Pencereden aşağıda oynayan çocuklara baktı. Onlar da yakında büyüyecekler ve diğerleri gibi olacaklardı. Bu hiç değişmeyecekti. Sabahdan beri her şeyden şikayet ettiğini farketti. Eli ister istemez göğsüne gitti yine. Hala yumuşacıktı teni. Göğsünün içi boş muydu acaba?

Babaannesinin ölümüne alışamamıştı. Babasından kalan tek yadigâr da uçup gitmişti. Ah, geçmişe dönebilseydi ve kadıncağızın ellerini öpebilseydi. Oysa dün sabah bu saatlerde iyiydi. Sonra birden yere yığılmıştı. Gözlerini kapatamadan ölümü aniden oluvermişti. Kısacası, bugün kocaman bir kalp acısı duyuyordu ve üşüyordu. Acaba babaannesine sorsa babasını ona anlatır mıydı? Artık soramayacağını bildiğinden üstünde durmadı. Takvime baktı. Bugün on sekiz yaşının ilk günüydü. Yeni yaşına böyle bir haberle girmekten bunaldı. Babaannesinin ölümünü hatırladı; hiç unutmamıştı aslında. 

Yaşlı kadına ne kadar da ters davranmıştı. Belki de babaannesi torununa kırgın ayrılmıştı bu dünyadan. İnşaallah onu kırmamışımdır, diye geçirdi içinden. Ama kendisi bile inanmadı buna. Özür dilemek için odasına koştu, babaannesinin yeni bir dünyaya taşındığını unutarak. Kapıyı hızla açtı. Koşup elini öpecekti, af dileyecekti. Sonra babasını soracaktı. Heyecanı yarım kaldı. Titreme yine başlamıştı. Yatak dümdüzdü. Eşyalar toplanmıştı ve oda soğuktu. Ayakta öylece kalakalmıştı. Sonra yavaşça yatağa yaklaştı. Yastığı okşamaya başladı. Bir süre sonra kendisi bile şaştı bu yaptığına. Babaannesini için için sevdiğini farketti. Hiçbir kadını sevmemeye kararlıydı oysa. Annesini bile, babasını unuttuğu ve kendisine unutturduğu için sevmiyordu. Şimdi ise babaannesine olan delice düşkünlük gizlenmekten bıkmış, taşkın bir sel gibi coşuyordu. Kendini böyle karmakarışık hissederken farketti yastığın biraz kabarık olduğunu. Yastığı hafifçe kaldırdığında altındaki defteri gördü. İçi hayli doluydu. Merakla defteri açtı. "Oğlum Hasan'a" diye yazıyordu. Büyük bir heyecan ve şaşkınlıkla olduğu yere diz çöktü. Defter elindeydi ve sıtmaya tutulmuş gibi titriyordu. Demek ki babaannesinin öleceğini biliyordu da bu nedenle çıkıp gelmişti. Zaten aniden gelişi herkesi şaşırtmıştı. Bu yoğun duyguların altında ezildiğini hissetti. Silkindi de öyle açabildi defterin diğer sayfalarını.

"Oğlum Hasan! Bu nedir, diye meraklanacaksın. Ama yapabileceğim başka bir şey yoktu. Yıllarca gelmeni, elimi öpmeni, bana babanı sormanı bekledim, sormayacağını bile bile... Yine de için için meraktasın, biliyorum. O halde dinle beni. Annenle huylarımız, seninle de yıldızlarımız hiç barışmadı. Artık iş işten geçti. Seni babanla tanıştırmayı özellikle ben arzuladım. İnşaallah annen benden önce davranmamıştır. Hasan'ım! Emanetlerini geri al. Baban bana bırakmıştı hatıralarını, sevgisini, özlemini. Artık hepsi senin."

Defter elinden düşmek üzereyken fotoğrafları farketti. Hızla birini aldı ve babasını seyretmeye koyuldu. İşte o an yüreğinin ağrıdığını hissetti. Sabahtan beri içinde duyduğu yokluk, yerini yürek ağrısına bırakmıştı. Anlayamadı olanları. Aslında herşey apaçıktı. Dün babaannesiyle beraber umutlarını da gömmüştü. Bilmeden verdiği kaybı henüz farketmişti ki yeni bir umut ışığıyla yürek tekrar evine dönmüştü. Belki babaannesinin elini öpememişti, babasını ona soramamıştı ama cevabını almıştı. Bundan mı nedir, garip bir dinginlik duydu ve okumaya devam etti, en güzel yaş günü hediyesini almış olmanın hazzıyla...

 

 
Babaannesinin ölümüne alışamamıştı. Babasından kalan tek yadigâr da uçup gitmişti. Ah, geçmişe dönebilseydi ve kadıncağızın ellerini öpebilseydi. Oysa dün sabah bu saatlerde iyiydi. Sonra birden yere yığılmıştı. Gözlerini kapatamadan ölümü aniden oluvermişti. Kısacası, bugün kocaman bir kalp acısı duyuyordu ve üşüyordu. Acaba babaannesine sorsa babasını ona anlatır mıydı? Artık soramayacağını bildiğinden üstünde durmadı. Takvime baktı. Bugün on sekiz yaşının ilk günüydü. Yeni yaşına böyle bir haberle girmekten bunaldı. Babaannesinin ölümünü hatırladı; hiç unutmamıştı aslında. 
  

Ana Sayfa  l  Editörden  Künye  l  Kültür - Sanat  l  Mizah  l  Röportaj  Medya  l  Sağlık  l  Sizden Gelenler  l  Arşiv  E-Mail