Yıl:1 Sayı:4  KASIM 2000

Editörden
Künye
Kültür - Sanat

Röportaj

Adres Çubuğu
Arşiv

Anasayfa

 


GÜNEŞ ÖYKÜLERİ

Ramazan GÜNEŞ


YEŞİLDİ GÖZLERİN

Ah! Evet.
Yeşil yeşil.
Tıpkı onun gözleri.

İlkin,
bir peri masalı.
Ferhat ülkesinde. Şirin ülkesinde.
Bu can sevgiliye fedadır.
Aşkın sırrını bilen sevgili.
Cefa çektiren nazlı dilber.
Senin sevdan sultanım, bende can komadı.
Dest busi arzusuyla.
İbibikler öter ötmez.
"Bana dağlar kadar mektup yaz. Ormanlar, ağaçlar kadar. Çiçekler, zambaklar, şarkılar gibi..."
Sonra,
Bir şarkı bitti
Bir türkü bitti
Kala kala bir gönül kaldı bana
Bir perişan, bin perişan.

Tıpkı onun gözleri.
Bir otogarda. Yabancı. Herhangi biri.

Yine bir ilkyazdır. Bir ikindi sonrasıdır yine. Kasabalı yağmurlar yağmamıştır. Islak toprak kokmuyordur. Islak. Burcu. Yağmur. Beyaz badem çiçekleri uçuşmuyordur. Beyaz beyaz. Erik çiçekleri uçuşmuyordur. Afacan bir çocuk elinde sapanla yuva yapmak için didinen bir kuşu vurmak için koşmuyordur. Belki de çocuklar, kuşların yuva yaptığını bilmiyordur. Yuvalarında yumurtalarının olduğunu ya da cik cik öten yavruları bilmiyordur çocuklar. Belki sevdalılar da parklardan ve sinemalardan başka bir yer bilmiyordur. Ve parklarda beyaz badem çiçekleri uçuşmuyordur. Beyaz erik çiçekleri... Yağmurlar kasabalı değildir. Islak toprak kokmuyordur. Belki yine bir ilkyazdır. Yalnızca bir ilkyaz. Yıllar sonraki... Yine bir ikindi sonrasıdır. Zor olsa da. Bir ikindi sonrası. Unutulmayan...

Bir simitçi cırtlak cırtlak bağırıyor. İki inzibat eri uygunadım yürüyor. Cüzdan ve kimlik kılıfı satan bir işportacı, suratına ters ters bakan görevliye "N'apalım abi" der gibi bakıyor. Bir temizlikçi tembel tembel oturanların ayaklarını kaldırtıp görevini yapıyor. Bir otobüs yenice perona giriyor. Başka bir otobüs son yolcularını da alıyor.
Bizimki ondokuzkırkbeş arabası. Kırmızı biletli. Mavi biletliler ondokuzotuz. Onbeş dakika önce. 

İki yıl oluyor. Belki de üç. Gitmeyeli. Yapayalnız bir oda. Rutubetli. Darmadağın... Kitaplar, resimler, yıpranmış bir iki tablo: Kurumuş çınar yaprakları, saçlarını dağıtmış bir kadın, falan. Eski. Bir şiir denemesi. Bir öykü müsveddesi. Örümcekler. Ve belki de hamamböcekleri bayram ediyordur.

Uzaktan bir hoparlör "Unutulmuş birer birer..." diye bir şarkıya başlıyor. 
Sonra
Bir şarkı bitti
Bir türkü bitti
Özlem eskimez dedim yine işitir kemikleri.
"Seni bütün kalbimle..." diye başlıyordu. Ama hayır. Sevmiyordu oysa. Bunu ezberlenmiş ve alışılmış öyle bir ustalıkla söylüyordu ki... Oysa hep tereddüt ediyordu. İnanmıyordu.
"Biz birbirimizi anlayamadık."
"Ama neden?.. Ama neden?.."
Anlayamadık. Biz birbirimizi anlayamadık. Ne bileyim. Farklı dünyalardan mıydık? Başkalarının serüvenlerini mi çok dinlemişti. Bize yabancı aşkları. Bizim olmayan. Pazarlarda satılan aşkları. Sevda pazarlarında. Vitrinlerde. Bizim olmayan aşkları... Ezberlenmiş bir iki söz. Mektup falan. Oysa... Ne bileyim?..

Bilmezdim saçlarının rengini, bilemezdim.
Gözlerinden başka
Bir de ellerini bilirdim
O narin, zarif ellerini.

Evet evet... Tıpkı onun gözleri. Yeşil yeşil. Ne de çok benziyor. Belki maviydi de ben istiyordum yeşil olmasını. Ayırtedemedim sonra.

Desem ki:
"Şey... Affedersiniz..."
Hayır hayır, tanımıyorum bile. Böyle bir şey sormak? Olmaz. Çok uzak bir aşinalık bile yok. Bir otogarda araba bekleyen, herhangi biri.
Sürekli bakmamı farketti sanki. Başını çeviriyor. 
Belki maviydi. Hayır yeşildi. Yeşil yeşil bakıyordu. Yeşildi gülümseyişi. Mavi olamazdı. Mutlaka yeşildi. Zeytin yeşili. Ceviz yeşili. 
"Mavi biletliler!" diye bağırıyor biri. "Ondokuzotuz arabası. Mavi biletli yolcular." Telaşla kalkıp koşuyor. Binmeye hazırlanırken birileri biletini alıp bakıyor. "Hayır. Bu değil sizinki. Sizinki kırmızı bilet. Onbeş dakika sonra. Kırmızı-Mavi bir otobüs. Birazdan gelecek." 
Tesadüf... Aynı otobüse bineceğiz. Birazdan gelecek. Kırmızı-Mavi bir otobüs. 
Biraz üzgün, dönüp oturuyor. Yorgun. Tedirgin. "Kaç saat çekiyor?" diye soruyor yanındakine. "Beş." diyor. "Belki de altı. Hiç belli olmaz." 
Yorgun. Sessiz. Gözleri uzaklarda biryerlere asılıp kalıyor. Yeşil yeşil. 
"Mavi biletliler" diye bağırıyor aynı ses. "Yolcu kalmasın."
Yolcu kalmıyor. Herkes biniyor. Otobüs yavaşça ayrılıyor perondan. Uzaklaşıyor. Uzaklaşıyor. Kayboluyor.

Beyaz badem çiçekleri. Beyaz erik çiçekleri...
"Acaba..." demiştim. "Acaba bir şey isteyebilir miyim?.."
"Tabii, buyrun."
"Bir fotoğraf çektirsek, beraber, hem de renkli?"
Bir fotoğraf. Yeşil gözlü. Anılardan arda kalan. Birkaç mektup. Birkaç şiir, kırık. Öyküler. Kitaplar. Örümcekler ve hamamböcekleri...
Belki sigaraya yeniden başlayabilirim.
Belki bir dostuma çok uzun bir mektup yazabilirim.
Belki de çok küçük bir öfkeyle örümceklere kafa tutabilirim.

Bir şarkıcı bas bas bağırıyor. Ne dediği de anlaşılmıyor. Bir simitçi son simitleri için bağırıyor. Ondokuzkırkbeş. Yeşil. Kırmızı-Mavi. 
Bir perişan. Bin perişan.
Belki önemsiz bir öfkeyle örümceklere kafa tutar, hepsini yok edebilirim.
Belki de, dağ kadar bir sevgiyle bağışlayıp hepsini, dost olabilirim yalnızlığımda.

 

 
Yine bir ilkyazdır. Bir ikindi sonrasıdır yine. Kasabalı yağmurlar yağmamıştır. Islak toprak kokmuyordur. Islak. Burcu. Yağmur. Beyaz badem çiçekleri uçuşmuyordur. Beyaz beyaz. Erik çiçekleri uçuşmuyordur. Afacan bir çocuk elinde sapanla yuva yapmak için didinen bir kuşu vurmak için koşmuyordur. Belki de çocuklar, kuşların yuva yaptığını bilmiyordur. Yuvalarında yumurtalarının olduğunu ya da cik cik öten yavruları bilmiyordur çocuklar.
  

Anasayfa l Editörden l Künye l Kültür - Sanat l Röportaj l Adres Çubuğu l Arşiv l E-Mail