Yıl:1 Sayı:4  KASIM 2000

Editörden
Künye
Kültür - Sanat

Röportaj

Adres Çubuğu
Arşiv

Anasayfa

 


NÜLÜFER'İN DÜŞÜ

Servet ÖZKÖK


Çiğ taneciklerinin yeryüzünü kapladığı bir sabah, terk edilmiş konağın bahçesinde gözlerden ırak adam boyu otlarla çevrelenmiş, yağan yağmurlarla dolup canlanmış bir havuz da gözlerini yeniden günışığına açmış Nilüfer çiçek... Güneşi ve suyu öyle çok seviyormuş ki her yağmur yağışında kendini yeniden doğmuş gibi hissediyormuş. Hele yapraklarındaki son su damlacığının da güneş ışınlarının peşine takılıp güneşe gitmesini izlemeye doyamıyormuş. Sanki su damlacığı değil de kendisi güneşe kavuşuyor sanıp kendinden geçercesine sularla dans ediyormuş.

Etrafındaki ağaçlar, çimenler, papatyalar, fulyalar, tüm diğer çiçekler onu saatlerce hayran hayran izlemeye doyamaz, suların ortasında mutlulukla dans eden, şarkılar söyleyen bu çiçeği çok severlermiş. Nilüfer'in kökleri olmadığından istediği gibi hareket edip dans etmesine özenir, onun özgür bir çiçek olduğunu, istediği her yere gidebileceğini düşünürlermiş.

Oysa Nilüfer'in de kimselerle paylaşmadığı içinde saklayıp büyüttüğü büyük bir özlemi varmış. Havuzu dışındaki dünyayı, uzakları hayal edip oralarda yaşamanın düşünü kurarmış. 

Halbuki havuzda bile yaşam, bazen çok zor ve dayanılmaz oluyormuş. Rüzgarın delice estiği günlerde sularda bir o yana bir bu yana savruluyor, diğer çiçekler kökleriyle sıkı sıkıya toprağa tutunup rüzgara direnirken, O tutunacak kökü olmadığından, kocaman deli dalgalarda kaybolan minicik bir ceviz kabuğu gibi sığınacak bir liman bulamıyormuş. Nihayet rüzgarın öfkesi bittiğinde Nilüfer'in de tüm yaşama gücü tükenecek hale geliyormuş ve her defasında yine yeniden aynı kabusu yaşayıp duruyormuş. Suların içinde bir o yana bir bu yana savrulurken taç yaprakları ezilip, yeşil yaprakları kırılınca canı pek çok yanıyormuş.

Ama günlerden bir gün pırıl pırıl bir güneş doğmuş rüzgarlı günlerin aksine. Nilüfer, sakin sularda güneşin sıcaklığını yüzünde hissederken aklı sürekli yine aynı düşüncelerde imiş:

-Köklerim olsaydı yaşam daha kolay olur muydu benim için?
O zaman belki şimdiki gibi özgürce dans edemeyecektim ama en azından bu deli rüzgarlara direnmek için tutunacağım bir dalım olacaktı.

Daha sonra yüzünü güneşe dönmüş gülümseyerek, gözlerini kapatmış bambaşka düşlere dalmış. O sırada yüzünde bir esinti hissedince rüzgarın yeniden geldiğini sanarak korkuyla gözlerini açmış. Ama bugüne kadar hiç görmediği güzellikteki bir kelebek, etrafında kanatlarını çırpıp duruyormuş. Sanki Nilüfer'in ne düşündüğünü merak edercesine gözlerini kocaman açmış, çiçeği izliyormuş. Gelenin rüzgar olmadığını görünce Nilüfer sevinçle gülümsemiş. Doğanın tüm renklerini, böylesine ahenkle üstünde taşıyan kanatlarıyla, etrafında dans eden kelebeğin, bu güne kadar gördüğü en güzel canlı olduğunu düşünmüş.

-Bu harika güzel kanatlar ile istediğin zaman istediğin yere gidebilmek ne müthiş bir duygu olmalı, demiş kelebeğe.

Kelebek havuzun ortasında özgürce dans ederken gördüğü çiçeğin bu sorusuna şaşırmış, gülümseyerek, istediği yerlere gidebilmesi için kanatlara ihtiyacı olmadığını söylemiş.

-Düşlerin yok mu senin? Düşlerinde istediğin yere gitmek, istediğin yerde yaşayıp sevdiklerinle olmak için kanatlara ihtiyacın yok ki.

"Ama düşler ne kadar gerçek olabilir ki?" diye yüksek sesle düşüncelerini dile getirmiş, "Hiç düşle gerçek aynı olabilir mi?"

Kelebek sıcacık bir tebessümle Nilüfer'e bakmış ve:

-Bilir misin kelebekler ne kadar yaşar? Herkes kelebeklerin sadece bir günlük ömürleri olduğunu sanır. Oysa bak bana, sence sadece bir gün yaşamış gibi mi duruyorum, aslına bakarsan ben çok yaşlı bir kelebek bile sayılırım artık.

-Peki ama bu mümkün olabilir mi?, diye kelebeğe daha dikkatli ve şaşkın, şaşkın bakmış Nilüfer. Gerçekten kelebek hiçbir gün yaşamışa benzemiyor, tam aksine çok yaşamış çok bilmiş ve biraz da muzip gözlerle Nilüfer'e gülümsüyormuş.

-Ben yaşamayı düşlüyorum, doğanın bir parçası olarak kalmayı. Ağaçlarla, çiçeklerle, kuşlarla, böceklerle dost olmayı, seviyi paylaşmayı. Düşledikçe ve paylaştıkça çoğalıyorum. Çoğaldıkça yaşadım, yaşadıkça paylaştım, daha çok sevdim ve sevildim. Sence ben gerçek değil miyim?

Nilüfer de gülmüş bu ihtiyar olduğunu söyleyen ama yeni doğmuşcasına neşeli ve canlı gözlerin sahibine. 

-Aslını istersen düş kadar güzelsin ama o kadar gerçeksin ki aynı zamanda, korkuyorum bu düşten uyanmaya, ya yoksan ya ben güzel renkli bir kelebek düşü görüyorsam? Hiç kelebekler bu kadar uzun yaşar mı? Sen gerçekten var mısın?

-Yüreğinde sevgiyi bulmuşsan ve daha güzeli düşlemişsen, çok istemişsen seviyle sürekli birlikte olmayı, her şey mümkün demiş kelebek. Demiş ama zavallıcığın aklını karıştırmış iyice. Zaten aklındaki bin bir sorularla havuzu ona iyice dar gelmeye başlayan Nilüfer, kelebeğin bu yeni sorularıyla, dünyası iyice küçülmüş, ufalmış. Kelebekler ne kadar yaşar? Düş mü gerçek, gerçek mi düş hangisi ne kadar düş, ne kadar gerçek, ya hepsi düş ya hepsi gerçek veya hepsi doğru ya da hepsi yanlış.

"Off", demiş Nilüfer bütün sorulardan kaçmak istercesine.

-Ben "e" şıkkını istiyorum. Hiçbiri...

Ama kelebek peşinden gelmiş, "Niye kaçıyorsun?" demiş. Nilüfer çiçeğin en hassas noktasına dokunarak, "Nereye kaçıyorsun, kendinden kaçabilir misin?"

-Kaçmıyorum, diye cevaplamış güzel çiçek. Başı mağrur gözleri inatçı pırıltılarla. Hiçbir zaman kaçmadım. Kaçamadım hatta. Tüm rüzgarları bu havuzda tek başıma karşıladım, tek başıma direndim bütün fırtınalara, yağmurlara. Bütün ağaçlar çiçekler kökleriyle tutundular toprağa, bir birlerine. Kuşlar ağaçlara sığındı, diğer hayvanlar mağaralara kaçtı ya da ağaç kovuklarına. Ama benim sığınacak ne bir kovuğum nede tutunacak köklerim var. Yine de direndim tüm deli rüzgarlara. Yaşamak istedim, güneşe gitmek bir gün tıpkı yapraklarımdaki su damlacıkları gibi o muhteşem ışığa ulaşıp o ışıkla bir olmak istedim, ışık olmak istedim.

Sonra içinde bir umutla birden dönüp kelebeğe sormuş:

-Sen güneşin yolunu biliyor musun?

Bir çiçeğin güneşe gitmek istemesini ve bu düşü özlemle içinde büyütmesine çok şaşıran kelebek gözlerini uzaklara çevirerek:

-Evet, demiş. Güneşe giden bir yol biliyorum. Hatta eskiden o yola gidip güneşi çok yakınım da görmüştüm. Ama öylesine zorlu bir yoldu ki ben de o zaman çok hazırlıksız gittim ki içim öyle yanıp kavruldu ki bir yudum su için geri geldim. Daha sonra görüp bildim ki aslında su yanımdaymış, içimdeymiş bilemedim.

Kelebeğin "evet" cevabıyla Nilüfer birden ışığın yüreğine yerleştiğini hissetmiş, yüreğine dolan ışık gözlerine yansımış. Büyük bir heyecanla kelebeğe yalvarmış:

-Beni de götür güneşe, sen de yanımda ol bu yolda, yanlış yollara düşmeyeyim.

-Peki, demiş kelebek. Ama çok zor bir yol bu, çok canın yanacak, daha çok değişimler, devinimler yaşaman gerekecek bil emi.

-Bildirirsen bilirim diye gülümsemiş Nilüfer mutluluktan sarhoş olan yüreğiyle.

En büyük düşüne kavuşabileceğine inanamıyormuş bir türlü. Kelebek günler geçtikçe düşlerinden daha büyük yüreğe sahip olduğuna inandığı bu çiçeğe çok bağlandığını daha da çok sevdiğini görüyor, sürekli çiçeğin ziyaretine gelerek onunla bildiklerini, gördüklerini, düşsel gerçekleri paylaşıyormuş. Fakat öte yandan içinde hızla büyüyen bu sevgiden çokta ürküyormuş.

"Bir kelebek, ancak bir kelebekle mi bunca güzellikte bir seviyi ya da düşleri paylaşmalı, bir kelebek ancak bir kelebekle mi gerçek doğruya ulaşır ve gerçekte doğru olan ne?" diye sürekli kendine soruyormuş. Yine de Nilüfer'e bildiği her şeyi öğreterek onu bu yolculuğa hazırlamaya yeniden, onunla birlikte güneş yolculuğuna çıkmaya karar vermiş. Bu çok zorlu bir yol olsa da canı pek çok yansa da nehirlerce kanayıp kanatsa da bu yoldan dönmemeye kararlıymış. Çünkü bu güzellikleri Nilüfer'e sunarken onları yeniden yaşamak kelebeği de öyle mutlu ediyormuş ki. Nilüfer çiçekte, kelebeğin yollarını gözler olmuş. Kelebek Nilüfer'in hazır olduğuna inandığı an birlikte güneşe gitme düşüncesi ile kendinden geçiyor, yüreği içine büyük geliyor sanıyormuş. 

Ama zaman geçtikçe kelebeğin kendisine gösterdiği ihtimamı onu mutlu ederken, bir yandan da kızdırır olmuş. "Ben buz çiçeği değilim ki düşten düşünce tuz buz olayım niye bu kadar her şeyden ürküyor" diye bir türlü anlam veremiyormuş. Kelebek günlerce Nilüfer'i bu yolculuğun ne zorlu bir yol olduğunu ne büyük dönüşümlerden geçmesi gerektiğini söyleyerek hazırlamaya çalışmış ama Nilüfer'in tüm düşüncesi bir an önce yola çıkmak olduğundan kelebeğin ne demek istediğini bir türlü anlamıyor sabredemiyormuş. Kelebek ise daha uzun süreçlerde Nilüfer'i deneyip böylesi güç bir yolculuğa hazır olup olmadığını bilmek istiyor onu sürekli sınamalara tabi tutuyormuş. Çünkü Nilüfer'in de aynı hatayla susuzluktan yanarak geri dönmesini istemiyormuş. Ayrıca korktuğu bir sırrı da söylememiş Nilüfer'e... Kelebek böyle bir yolculuk için kanatlarında yeterli gücün olup olmadığından da pek emin değilmiş. Günler geçtikçe Nilüfer kelebeğin bu yolculuğu sürekli ertelediğini sanıyor aslında yol hazırlıklarında olduğunu görmüyormuş. Bazen de kelebeği havuzun kenarında diğer çiçeklerle konuşup eğlenirken görüyormuş. Onu nazikçe selamlayıp diğer çiçeklerle hararetli sohbetlere dalışı Nilüfer'den uzak durması ve bir türlü Nilüfer'i güneşe götürmeye gelmemesi çiçeğin yüreğini düğüm, düğüm boğuyor, böyle zamanlarda havuzu derin karanlık bir kuyuya dönüşüyor, O da bu kuyuda yitip gitmekten çok korkuyormuş. Kelebek ise artık Nilüfer'in güneş düşüyle yatıp bu düşle uyandığını görmezden geliyormuş. Kelebeğin bazen çok yakın gelip saatlerce güneşe yapılan bu zorlu yolculuk sonunda ulaşılan büyük seviyi büyük ışığı anlatması, bazen de günlerce görünmeyişi Nilüfer'in kelebeğin onu ışıktan uzak tutup, karanlık soğuk bir kuyuya hapsettiğini sanmasına neden oluyormuş. Nice büyük rüzgarlardan büyük fırtınalardan bile bu kadar çok canının yanmadığını düşünen Nilüfer günlerce çaresizlik içinde havuzunda kelebeğin onu güneşe götüreceği günü bekliyormuş.

Havuzun etrafındaki dostları bütün bu olanlar karşısında çaresizce Nilüfer çiçeğin günden güne sararıp solmasını gördükçe kelebeğe öfkeler yağdırmaya başlamışlar. O neşeli, cıvıl cıvıl şarkı söyleyip dans eden güzel çiçek gitmiş bir köşede sürekli düşünen sus pus oturan tanımadıkları bilmedikleri daha önce hiç görmedikleri bir çiçek gelmiş. Oysa daha kısa bir zaman önce nasıl sevgi dolu bir çiçek iken, yüreğindeki sevgiyi herkese sunan, herkesin yardımına koşan, üzülenlerle üzülen, sevinenlerle sevinen Nilüfer, şimdi etrafındaki tüm dostlarını kırıp inciten kendilerine yabancı bir çiçek olup çıkmış. Bütün çiçekler bu olanların sorumlusu olarak kelebeği görmüşler. Kelebeğin geldiği günden beri Nilüfer'e olanlar olmuş mutsuz tükenen ve tüketen bir çiçeğe dönüşmüş. Oysa ne Nilüfer ne de dostları, Nilüfer'deki değişimi göremiyorlarmış. Nilüfer kelebeğin paylaştıkları öğrettikleriyle içinde çok farklı ışıklar oluştuğunu hissediyor belki de bu değişime gösterdiği inatçı direnç yüzünden nedensiz öfkesiyle etrafındakileri kolayca incitir oluyormuş. Sonrasında üzdükçe daha çok üzüldüğünü kırdıkça en fazla kırılanın aslında kendisi olduğunu görüyor daha çok canı yanıyormuş. Kelebek ise bunca öfkeden değişimden habersiz Nilüfer'e her gelişinde artan bir öfke, kendisini de acıtan nedenini bilmediği bir kızgınlık gördükçe bu yolculuk düşünden ve Nilüfer'den uzaklaşır olmuş. Nilüfer'in de, kelebek hem kendisinden hem düşlerinden uzak kaldıkça önceden çok sevdiği dünyası olan havuzu dipsiz karanlık kuyuya dönüşüyor ve o bu kuyuda her gün biraz daha fazla boğulduğuna inanıyormuş. Girdiği bu değişimin üzerindeki zorlu etkisiyle tüm dostlarından uzaklaşıp kendini yalnızlıklara hapsediyor ve kelebeğin yeniden ona eskisi gibi ışıkla, seviyle geleceği günü bekliyormuş.

Nilüfer'i en hazır gördüğü bir gün, kelebek ona yolculuğun en son detaylarını anlatmak için gelmiş. Birden kendisi de kanatlarında bir güç bir heyecan hissetmiş.

"Evet", demiş "O büyük gün geliyor". Büyük bir heyecanla coşkuyla son detayları güzellikleri anlatmaya başlamış. Başlamış ama o sırada Nilüfer de, sadece kelebekle konuştuğu, kelebeği beklediği günlerde kırıp incittiği arkadaşlarından biriyle dostluğunu onarmak amacıyla eski mutlu günlerden konuşuyormuş. Bir yandan arkadaşını yine incitmemek için bir iki kelimeyle de olsa ona ses olmaya çalışıyor öte yandan yüreğiyle kelebeği dinleyip kelebeğin heyecanına ortak olmak için çırpınıyormuş. Nilüfer aslında sadece, kendi ve sevdikleri için varolabilme çabasındaymış. Ama bütün sevgileri o sıra Nilüfer'in kendilerine yetmemesinden duydukları üzüntüyü dile getirir olmuşlar. Nilüfer kırgınlıklardan üzüntülerden sitemlerden öylesine yorgun düşmüş ki sevdiği hiçbir yüreğe yetememek artık hiç kimsenin derdine çare olamamak onu iyice tüketiyormuş. İşte tam o anda kelebek diğer çiçeklerle sohbet ettiği ve bir güneş düşünü ihmal ettiği için sitemler yağdırıp kendini yalnızlıklara hapseden Nilüfer'in duygularından habersiz aynı hatayı Nilüfer'in de yaptığını, başkalarıyla konuşup kendisini dinlemeyerek o kadar çok özlemle beklediğini söylediği bir güneş yolculuğunu ihmal ettiğini görüp korkunç öfkelenmiş. Birden tüm çabasının boşuna olduğunu düşünmüş. Kendi kendine:

"Artık güneşe gidebilecek ne umudum ne de gücüm kalmadı kanatlarımı nasıl çırptığımı görmeden nasıl başkalarına ses olmaya onları dinlemeye gitti? Ben ona hiç mi bir şey öğretemedim bu güne kadar?" diye söylenerek Nilüfer'den uzaklaşmış. Böyle bir yolculuk için Nilüfer'in asla hazır olamayacağını, kendisinin de bu yaşlı kanatlarla güneşe gidecek bir sevi enerjisine kavuşamayacağını ve dolayısıyla Nilüfer'in bu düşünü hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğine emin olarak daha fazla üzmemek ve üzülmemek için hiç gelmez olmuş.

Bütün bu gelişmelerden habersiz Nilüfer ise bin bir umutla hala kelebeği ve güneş yolculuğuna çıkacağı günü bekliyormuş. Ama bir gün aklına bir düşünce düşmüş: "Yoksa güneşe gidebilmek için kelebek mi olmak gerek?"

Kelebek bu kadar zorluktan bahsederken kelebek olmasını mı isteyememişti Nilüfer'den? Oysa kelebek kendi bildiği gerçeğini söyleseydi Nilüfer için belki her şey daha kolay olacaktı. Sonra yeniden düşünmeye başlamış Nilüfer, ne demişti kelebek ona: "Bir şeyi gerçekten yürekten istersen, düşü gerçek kılmak mümkün olabilir."

Kelebek ona gelmiyorsa o kelebek olup kelebeğe gitmeli ve artık hazır olduğunu güneşin yolunu göstermesini bu yolda kendisine yol gösterici olmasını istemeli diye düşünmüş. Bunu çok pek çok istemeliyim, yüreğimde kelebeğin bana verdiği ışıklara tutunarak düşümü gerçek yapabilirim çok istersem demiş kendi kendine. Tıpkı ipek böceğinin kozasına girdiği gibi iyiden iyiye kendi dünyasına çekilmiş. O kadar çok istemiş ki yüreğinden kelebek olup kelebekle güneşe gitmeyi bir zaman sonra birer ışık demeti gibi kanatlarının oluşmaya başladığını hissetmiş. Sevinçten çılgına dönmüş. Hemen kelebekle paylaşmak istemiş yaşadığı bu düşsel gerçeğini. Heyecandan duracak hale gelen kalbinin gümbürtüsünü bastırarak ilk defa havuzundan çıkmış. Mutluluktan akan gözyaşlarıyla deli gibi kanatlarını çırpıyormuş. Fakat düşünden çok erken, gerçeğe uyandığı için çırpınarak kendi yarattığı rüzgar henüz oluşmakta olan kanatlarını kırıvermiş. Birden içini korkunç bir hüzün kaplamış.

Kırık kanatlı bir kelebek nereye gidebilir ki? Ya artık havuzda da yaşayamaz olan bir Nilüfer çiçek nerede nasıl yaşar ki?

Genç kadın hıçkıra hıçkıra uyandığında sevdiği adamın meraklı bakışlarla kendisini izlediğini gördü:

-N'oldu Nilüfer, bütün gece sayıkladın, kah inledin kah güldün bak şimdi de ağlıyorsun kabus mu gördün bir tanem n'oldun?

Genç kadın bir yandan burnunu silerken diğer yandan gözyaşlarının buğusuyla eladan yeşil nehirlere dönüşen gözlerindeki yaşları tüketmeye çalışıyordu. 

-Yoo, dedi. Aslını istersen bu gece çok güzel bir düşün içine düştüm, düşümde özgürce dans eden bir çiçekken sonunda kanatları kırık bir kelebeğe dönüştüm. Düşümde bilemedim düşte miyim gerçekte miyim, düşten gerçeğe gerçekten düşe düşerken kırıldı kanatlarım. Kelebek de sürekli kendinin bildiği gerçeğini bildirmeden gitti, ne yapacağımı bilemedim. Gördüklerim düş müydü? Oysa ben gerçekten öte bir gerçek gördüm. Sahi ya şimdi düşteysem?

 

 
Daha sonra yüzünü güneşe dönmüş gülümseyerek, gözlerini kapatmış bambaşka düşlere dalmış. O sırada yüzünde bir esinti hissedince rüzgarın yeniden geldiğini sanarak korkuyla gözlerini açmış. Ama bugüne kadar hiç görmediği güzellikteki bir kelebek, etrafında kanatlarını çırpıp duruyormuş. Sanki Nilüfer' in ne düşündüğünü merak edercesine gözlerini kocaman açmış, çiçeği izliyormuş.

  

Anasayfa l Editörden l Künye l Kültür - Sanat l Röportaj l Adres ÇubuğuArşiv l E-Mail