« Anasayfa | Künye | Arşiv 18 Mayıs 2024, Cumartesi
Gündem: Kültür-
Sanat
Gündem: Hayat
40i Gündem Nöbetçi Köşe
40PENCERE
Edeb Yahu
Nedret Kudret
Erdem Bayazıt Ey!

Gölgelik
Köksal Alver
Tek Söğüt

Dil Ağacı
İbrahim Demirci
Kafı Yutanlar

Kelimeler ve Şeyler
Abdullah Harmancı
Seni Ne İhtiyarlattı?

Mızrak ve İlmihal
Ahmet Murat
İmamın Hatırlanışı

Saksağan
Osman Özbahçe
Dünya Aklıma Yatmıyor

Şiir Çıkmazı
Mehmet Solak
Kimi, Nereye Götürür Şiir?

[ Edebiyat -> Metinler ]

Uzayda Herhangi Bir Ülke / Hüzeyme Yeşim Koçak

01.04.2000 - 16:00

Önemli not: Bu hikâyede adı geçen şahıslar, kurumlar ve olaylar tümüyle hayâlîdir. Okuyucu kendine göre bir takım yakıştırmalar yapıp, benzerlikler kuruyorsa bu tamamen onun sorunudur.

- Abi, geçenlerde birine rastladım. Vallaha adam çok tuhaftı. Karanlıkta iyice seçemedim ama, sanırım siyah uzun bir pelerin giymişti. Başına kocaman silindir şapka geçirmişti. Yalnız, sanki şapkasının sağ ve sol iki yanında çıkıntı var gibiydi, giysisinin arka tarafının tam orta yerinde de kabarıklık göze çarpıyordu. Yanılmış da olabilirim tabii. Sonra. Dur! Yüzüme acayip acayip bakma, inan doğru söylüyorum, ayakkabıları da çok enteresandı. Bilemiyorum, herhalde son modeldi. Keçi ayağı şekli verilmişti, böyle bir intiba uyandırıyordu. İtalyanlar son günlerde iyice keçileri kaçırdı diye düşündüm. Belki Popo'dan, Mafya'dan sonra keçilere sevdalanmışlardır diye aklıma gelmedi değil.

Tıknaz, ablak yüzlü, 40-50 yaşlarında gözüken şişman adam koltuğa iyice yaslandı. Yüzüne muzip bir gülümseme yerleşmişti ki, Haluk kendini tutamayıp atıldı:

- Aga yav -çocukluk arkadaşına umumiyetle böyle hitap ederdi- bu senin meşhur avcı hikayelerinden olmasın. Pek atmasyon bir şeye benziyor. Hem gece gece sokaklarda işin ne?

Recâi gücenmiş numarası yapıp suratını astı. Kahvesinden höpürdeterek bir yudum aldı. Yıllanmış arkadaşı Haluk'u çok severdi. Ayrıca çenebaz karısının vırvırından kurtuluşu, Haluk'un kendi gibi hür, bekar evinde buluyordu. Haluk'un tek katlı döküntü evi de, karşılık olarak kendisine sefertası gibi üst üste boyalı cilalı apartman daireleri verecek olan müteahhitlerin tekliflerini beğenmiyor; bu kalıplı, kutu gibi, modern dişilere dudak büküp, "Biri olsa neyse, şu amansız hayat pahalılığında dördünü beşini birden ne yapayım?" diyordu.

Sabırsızlanan Haluk tekrar konuşmaya başlayacaktı ki Recâi bir el hareketiyle engelledi:

- Dur yahu! Hemen kesme. Yengen "Benim başkan karılarından ne eksiğim var -açık açık-, neden sevk ve idareni bana vermiyorsun?" deyince fena bozuldum. Hayır, sırf ben olsam neyse, kadın öyle bir yönetme hevesine kapıldı ki, sitedeki diğer erkeklere dahi el atmaya başladı. Herkese her şeye karışıyor. Yakında parti kurarsa hiç şaşırmam. İyice bunalmışım, kendimi mahallenin yakınlarındaki büyük bir tasarruf ve sağduyu eseri sadece iki ağaç dikilmiş Belediye Parkı'na attım. Radyasyon yemiş, çöl möl gibi ama, bizim kakanoz kadından ehvendir diye düşündüm. Veciz aşk mektuplarının canlı nişanesi olan, genç yaşta hayatın sillesini yemiş bir banka kendimi teslim ettim. Karımdan nefret ediyorum diye, çakımla sanatsal güzel yazı denemeleri yaptım. Ortalıkta in cin değil kedi bile yoktu. Aklın alıyor mu, kedi bile... Durum vahimdi, kedisizlikten ya satanistlerin ilgisini çekip, kurban edilirsem diye kara kara düşünmeye başladım. Yaşlı başlı, beğenilen bir tip değildim ama, memlekette yediden yetmişe, dinden siyasete her şey tasalluta uğradığı için pak namusuma halel gelir mi diye hafakanlar bastı.

Eve hemen dönmek istemiyordum, şurda devletlû hamfendinin zulmünden yenice kaçma cesareti bulmuşken... Kalabalık yerler ilgimi çekmiyordu, üstelik Sultanım yeterince kalabalık bir şahsiyetti. Ki sonra, o ilginç adama rastladım.

Haluk acıma hissini perdelemeye çalışarak,arkadaşına mübalağalı bir biçimde:

- Eee... Bak sen!, dedi.

- Dinle kardeşim. Alâkanı çekecek başka laflarım var.

Hınzır hınzır güldü:

- Olay! Olay! Sen dinle, gerisi kolay... Az önceki gudubetin yanında bir başka tipsizi seçer gibi oldum. Civarda benzeri olmadığından kendini bi matah zanneden dallı budaklı o iki sersemin altında ayakta duruyorlardı. Ortalıkta yaprak bile kıpırdamıyordu. Siyahlının karşısındaki adam, bayağı ürkek (bencileyin korkak) bir şeydi. Fevkalade saygılıydı. Gözü yerde, süklüm püklüm...

- Ortalık karanlık diyordun, nasıl gördün?

Recâi acele ederek konuşmasını sürdürdü:

- Evet ama, gene de fark ediliyordu. Aralarında fısır fısır konuşuyorlardı. Uyanmasınlar diye, çöp bidonunun arkasına sindim. Hani yerin kulağı var derler ya, tam o durumdayım. Kulak kesildim. Galiba önemli birilerinden bahsediliyordu. İstersen kara şahısa, "Baş kişi" diyelim, ismini duyamadım çünkü.

Baş kişi hararetli hararetli "Apak Bey'e SİR unvanı vermeliyiz." diyordu. "Doğrusu haketti." Daha alt seviyede olduğu sezilen kişiyse: "Haşmetmeab! Ülkesinde resmi bir kuruma, okul muydu bilmem, başkan seçildiyse de halkı tarafından takdir edilmedi, kadri kıymeti bilinmedi. Ne güzel akıl etmişsiniz." dedi. "Kendileri açmak kapamak, soymak soğana çevirmek konularında uzmandırlar. Adeta çarpma derdi olmasa, elektrik tellerinin bile çıplak, şeffaf olmasını savunacaklar."

Nüfuzlu kişi, herhalde karanlıktan, zifiri siyah güldü:

"Kadınları da mı?"

"Özellikle onlar efendimiz."

"Soğan dedin de aklıma geldi. Ben düdükleri de cücükleri de çok severim. Birini kolayca çalarsın, ötekini rahatça yersin. Haa, yanlış anlamayasın, ben hadiselerden elbette haberdarım. Bildiğin gibi, her ülkeyi takip ederim. Fakat dikkatli olman ve özverili çalışman hoşuma gitti."

Baş kişi burnunu kaşıdı.

"Canımı sıkan bu ülkedeki tavuk kurbanı meselesi... Sen adamımıza ilet, bundan böyle bayramlarda falan tavuk ziyan edilmesin. Yumurta kafi... Kırılma yani kurban edilme usulleri, medyada en üst perdeden ince ince anlatılsın. Mürteci evleri dikkatle takip edilsin, herkes birbirini gözetlesin, rejimin koruyucu ve kollayıcıları raporlar versin. Sert bir cisimle veya tokuşturularak kırılırsa, İnsan Hakları Derneği, Uluslararası Gaf Örgütü, Çağdaş Hamham-Der, Mosmor Çatı, Hakkı Ne-Der gibi teşkilatlar devreye sokulsun. Tamimler yayınlansın, uluslararası mahkemelere müracaat edilsin."

"Benim sevgili Apak kulumun..." diye devam etti. "Aya bakıp, söylediği şarkılara da bayılırım. Aman ne parlak gösteriydi o. Oy muni, muni; oy muni! Muni.Tuu!"

Baş kişinin ağzı, son kelimeyi söylerken gayri ihtiyarî, tükürür gibi bir şekil almıştı.

"Seccadesini ararken, -ki hiçbir zaman bulamayacak, çünkü seneler öncesinden ben almıştım- bol bol seyretsin diye çok miktarda porno kaset aldım; mükâfat olarak tabii... Çıplak cariyeleriyle oturur, izler artık."

"Sevgili, cömert, alicenap efendimiz..."

"Sana da hediyelerim var,hiç merak etmeyesin."

Uşak kılıklı şahıs, ileri atıldı.

"Minnettarınızım, kölenizim... Efendim, umarım Huri Bey bendenizi unutmadınız."

"Ne demek. Haklısın, geç bile kaldık. İlk göz ağrısı, ilk aşk unutulur mu? Onu da BAŞSİR unvanıyla, ama dur, iyi ki hatırladım, rakipleriyle esaslı dövüşmesinden dolayı BOKSİR unvanıyla taltif etmek daha doğru geliyor. Yalnız lütfen, bir daha ona Huri deme. Bilirsin, mazi kalbimde yaradır. Bana o eski yeşil vatanımı, en çetin ilk düşmanımı, oldukça nahoş hadiseleri hatırlatıyor. Daüssıla hissinden dolayı üzülüyorum."

Baş kişi keyifli keyifli ellerini oğuşturdu.

"Ayrıca BOKSİR'im de, kendi de ismi de, bana şükürler olsun ki, o mahut yere artık yakışmaz değil mi? Oldukça benzeşen gururumuzdan, beni iyi taklit etmesinden, daima nevzuhur düşünceler ortaya atmasından dolayı Zuhuri de diyebiliriz."

"Sanırım Ortaoyununda bir tipdi Zuhuri, efendim" diye bilgisini göstermek istedi uşak. Baş kişi aldırış etmedi:

"Kuburi şeklinde de çağırabiliriz."

"Fakat..." diye itiraz edecek oldu hizmetkâr. Beriki sertleşti. Kesin bir dille:

"İsmin ne önemi var. Zuhuri bendemize bundan böyle Kuburi diyeceğiz. Bak meselâ bana da..."

Tam bu sırada trafik yoğunlaştı. Arabalar vın vınnn birbiri arkasına akmaya başladı. Gürültü ayyuka çıktı. Kornalar da di da di çalmaya başladı. Bu sevgi gösterisi, kıyamet, hangi devletlu için, yoksa traverstiler mi yolu kesti, müzmin intiharcılardan biri mi kendini biçti, uzaylılar mı kara yoluna indi diye kara kara düşünürken; meğer geçen Ay Em Off heyetiymiş.

- Sen asıl konuya ne zaman gireceksin Recâi?

Recâi memnun memnun gülümseyerek:

- Ne diyordum? Yalaka herif dedi ki:

"Efendimiz, cüretimi bağışlayınız. Ama sanki bazen, ödüllendirip unvanlar verdiğiniz, senli benli teklifsiz olduğunuz, ruhani madalyalar taktığınız bazı dostlarınızdan, çok da hazzetmediğinizi sanıyorum. Yanılıyor muyum acaba? Mesela son isim Kuburi Bey miydi?"

Baş kişi bu sefer kıs kıs güldü. Allah seni inandırsın, tir tir titremeye başladım Haluk. Tüylerim diken diken oldu.

Haluk pozisyonunu değiştirerek, bacak üstüne attı. Yakışıklı yüzüne alaycı bir gülüşün gölgesi düştü:

- Ey, devam et bakalım.

- "İyi bir keşif. Yerimde gözü olduğunu düşünüyorum. Ahlâkçıların hile, hurda, desise, fettanlık, oynaklık diye küçümsediği her çeşitten güzellik mevcut onda. Beni bile aşabilir. Malum boynuz kulağı geçermiş."

"Aman efendim sizin gibi bir üstat dururken..."

Baş kişi yüce bir hikmet savurmaya hazırlanırken, şapkasını düzeltti ve konuyu değiştirdi:

"Bak sadık çırağım. Şunu sakın unutma, hayat bir tiyatro sahnesidir, her gelen rolünü oynar gider."

"Sanırım buna benzer bir sözü Şekşpir de söylemişti efendim"

Başbaşkişi kurumla:

"Ona da ben öğretmiştim, sıfır zekâlım. Bütün güzellikler benden sudur eder, çirkinlikler de dindarlardan. Çoğu yazarın, şairin, bilginin, entelin, sanatçının akıl hocası benim. Ama favorim filozoflardır. Felsefecilere bayılırım. Hani meşhur 'Tanrı öldü' diyen düşünür kimdi? Aferin, bak ne güzel düşünmüş etmiş, Hiçe miydi Piçe miydi?"

"Niçe, ulu efendimiz."

"Hay Şeytan! Yaşlanıyor muyum neyim. Neyse, yorum yok... Doğrusu son günlerde askerlere de ayrı bir hayranlığım oluştu. Ancak ille de feylesoflarım, hepsini tek tek öper kucaklarım. Hatta bana sevdalı, hayranlığımı kazanmış, istidatlı düşünürlere izafeten; dedelerimden birini Mefistoteles diye çağırırdım. Bu arada kadın kullarımı unutmayalıım. Neydi hani, dişi kurt gibi bağıran, erkeklere habire çatan albenili kadının ismi? Ateşli kadınlara da bayılırım yani... Manken miydi, dansöz müydü, teleholeci miydi neydi."

Yardımcı çekinerek, bir hatırlatma da daha bulundu:

"Feminist efendim, feminist."

"Hah işte, bu hisli yavrucağı, sımsıcak sarayımda hararetli bir sevgiyle, cariyem olaraktan bağrıma basmak isterim."

"Aman efendim, ne diyorsunuz? Bu bayan, Apak Bey'in cariyelerine benzemez. Zinhar! Şeytan saklasın ha! Sonra eşitlik özgürlük deyu harem halkını kadınlarınızı ayaklandırır, erkek kullarınızı birbirine katar, sizin de mübarek başınızdaki şeylerin sayısını çoğaltabilir. Böyle kadınlardan hepimizi Karanlıkların Gücü korusun."

En Baş kişi büyük bir hiddete kapıldı. Ağzı köpük içinde kaldı:

"Sen ne diyorsun? Kulaklarım yanlış mı işitiyor, dua mı ediyorsun?"

"Affedersiniz haşmetmeab! Sizi kızdırmak istememiştim. Hemen telâfi ediyorum... Geberesiniz! Ölesiniz! Cennete giresiniz!"

Baş kişi daha beter hiddetlendi.

Bu arada sevgili Halukçuğum, yere pat pat vuran ne idüğü belirsiz, anlayamadığım bir nesnenin sesini duyduğuma sana yemin edebilirim.

"Bu ne bu?"

Uşak kekeleyerek:

"Bed... Beddua..."

"Sersem herif! Beni çok sinirlendirdin. Ceza olarak seni Baş nazırın hükümetine dışarıdan, Cehennem işleriyle ilgili devlet bakanı olarak tayin ettim. Enflasyon yengeyle, koalisyonlarla, ermişlerle, devşirilmişlerle uğraş dur da bakalım, aklın başına gelsin. Hem istifa kesinlikle yasak."

Uşak, Baş kişinin derhal ayaklarına kapandı, keçininkilere benzer yüce ayakkabıları yüzüne gözüne sürdü:

"Haşmetlû efendimiz! Ben ettim, siz etmeyiniz. Hizmetinizden kulunuzu ayırmayınız. Bu pek ağır ceza oldu."

- Sözünü çayla kesiyorum aga.

Haluk bardakları tekrar doldurdu. Recâi keyifli keyifli peçetesini düzeltti. Haluk kekten tabağına bir dilim daha aldı, fakat esnemesini tutamadı.

- Uyuma kardeşim.... Sakın ha... Devam ediyorum. Heyy... Üürüüüü... Sabah oldu, uyan yavrum.

- Üstüme gelme Başavcım... Ama ne abuk hikâye...

- "Vazgeçtim" dedi Kişibaş, Keçibaş, yok Başbaş.

"Ha, ne diyordum. Takdirimi kazanmış askerlerden bazılarını, orduma alayım mı ne dersin?"

"Çok isabetli olur efendim. Hem bizimkilere ders verir, taktik strateji falan öğretirler. Hem de birlikte mürteci avına çıkarız."

Baş kişi hayıflandı:

"Ahh! Nerde benim o eski yamaklarım, soyu tükenmiş pir ü pak, hidayete elverişli kullarım. Hitlerim, Leninim, yenilerden Miloşeviçim... Hele Stalin keratasını çok severim. Ne görkemli bıyıkları vardı. Her teline bir adam öldürtmüştür. Kıllarının gürlüğünü bilhassa hatırlatırım. Bazı memleketlerin havasından mı, suyundan mı, özelliği mi bilmem, ayıları köpekleri pek mebzul oluyor. Troçki, Rasputin, Putin... Hey güzel memleket, ne bol itin..."

Baş kişi, hülyalı hülyalı gözlerini karşısındakine dikerek sordu:

"Kısa ve öz şiirimi beğendin mi?"

"Bayıldım. İlhamınıza, keskin zekanıza, dehanıza mest ü hayranım alicenap efendimiz."

Baş kişinin ağzı kulaklarına vardı:

"Şairleri, özellikle dünyaya soldan bakanlarını çok beğenir ve teşvik ederim. Üstelik bir de Başlığa erişirlerse değme keyfime.

"Mamafih zaman zaman moralimin fevkalade bozulduğu da vaki olmuyor değil" diye mırıldandı Baş kişi esefle... "Dünya korkunç kötüleşti. Şu ademoğlu nankörün teki... İkide bir ihtida edip duruyor, en sadık, güvendiğim adamlarım bana çelme takıp arkamdan vuruyor. Halbuki ben yemedim içmedim giymedim demedim, azdırdım; bir gün yüzü görmedim demedim, kandırdım. Hep kendi iyilikleri için... Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Benim işçim, benim köylüm, benim vatandaşım; benim çulsuzum uğursuzum, benim hortumcum... Gene de Ben Ben..."

"Daha geçenlerde biri beni, kafan almayacak ölçülerde hayal kırıklığına uğrattı. Avrupa ülkelerinde tatildeydim. Seninki nasılsa benden düşüncesiyle epeydir ihmal ettiydim. Meşgalelerimin çokluğunu, insanların beni nasıl zorladığını bilirsin. Bazen patlayacak gibi oluyorum, meyhanelere, barlara uğruyorum, 'Şeytanınız bol olsun' diye bağırıyorum, şerefine diyorlar; iki tek atıyorum, kafayı buluyorum. Neyse... Geçerken uğrayayım, şöyle bir güzelce kanında rafting yapayım dediydim. Herifin şekli şemaili, içi dışı değişmiş. Şeşi beş gördüğümden farkedemedim. Bari görünür olup, üç beş çift laf edip, haline çeki düzen vereyim, yol göstereyim diye aklıma geldi. Heyhat! Bir de ne göreyim. Okuyup üflemeler, ikide bir, dilim varmıyor, hani şu baykuşların söylediğinden."

Kendini aşırı tutmaktan zorlamaktan birden patladı:

"Huu... Huu..."

Baş kişinin gözlerinden iki damla kara gözyaşı toprağa düştü. Fakat gözyaşları arasında gene de o mahut kelimeyi tekrarlıyor, 'Huu! Huu!' diye inliyordu.

Uşak, yakaladığı fırsatı kaçırmadı:

"Kulaklarıma inanamıyorum efendim, neler işitiyorum? Resmen 'Huu!' dediniz."

"Pardon, ben aslında "Muu!" diyecektim. Bildiğin gibi Serensizce'de "Muu" kelimesi, denize şırıl şırıl akan küçük derenin etrafındaki büyükbaş hayvanların hafif mırıltılarına denir."

Uşak:

"Ne böyle bir memleket, ne de böyle nalet açıklama duydum" diyemedi elbette. Yutkunarak:

"Ne yetkin ve etkin bir izah" demekle yetindi.

Baş kişi aklı anılarında derin bir üzüntüyle konuştu:

"Üstelik bir de yüzüme karşı o ecinnili sureleri okumaz mı? Çarpıldım, şok oldum. Öldüm, bittim. Derhal orayı yiğitçe terk ettim."

"Hemen ağır bir depresyona girdim tabii... Psikiyatristimle üç beş seans yaparsam açılırım diye düşündüm. Fakat, hayfaa... O da tam bir felaket... Zaten epeydir idare ediyordum, lakin artık sabrım taştı. Güya saat başı anası babası kılıklı, kızı oğlu görünümlü canavarlar buna cinsel tacizde bulunuyorlarmış. Hattâ üç aylık bir bebek, buna eliyle müstehcen bir işaret yapmışmış. Ulu Libido, Öipidus, Electra deyip, bağırıp duruyordu. Dünyadayken de kafasını cinsellikle pek bozduğundan aldırış etmeyeyim dedim ama, içim bir tuhaf oldu. Beni dahi, canavarlardan zannetti. Her ne kadar, 'Ben senin yabancın değilim, biz eskiden beri ülfet eder, halvet eder, ziyadesiyle sevişiriz, hem senin ırzın mı var' dediysem de, dinletemedim. En nihayet, 'Şu yatağa uzan, bir de ben seni analiz edeyim, terapimle şifa bulur, hoş olursun' dedim, odadan uluyarak kaçtı. Belki de sağa sola musallat olan, ikide bir kullarımdan fındık fıstık muz isteyen, çıplak kıçını gösterip 'Ben sizin babanızım, ecdadınızım' diyen maymun adamdan korkmuştur. Fakat bu arada, evrimini çok güzel tamamlayan maymun oğluma teşekkürü bir borç biliyorum; kendisini muzla beslemeyi hiçbir zaman ihmal etmiyorum. Psikiyatristimle beraber ikisi, hain Adem'i düşürdüğü nokta açısından fevkalâdeden bir destan yazmıştır ve başarıyla görevlerini tamamlamışlardır."

"Aman, bırakın şu çatlak Freud fukarasını ekselansları... Değiştirin gitsin efendimiz, adam çok. Maymun evladınıza da elbette sözüm yok; herkesin evrimi devrimi çok farklı tabii. Bakınız meselâ, Stalin kulunuz da eşek cennetini tercih etti. Anırmaları kulağımın zarını patlatıyor. Nazımla beraber, beynelmilel eşekler arası diyalog başlatacakmış, doğru mu? Bir de efendim, şimdi aklıma geldi; insandan hayvana yükselenler, geçiş yapanlar çoğaldığına göre, acaba yeni yüzyılımızı da, alternatifen, bu değerli kardeşlerimizin doğumuna veya ölümüne izafeten 'Hayvan Yüzyılı' ilan edip, kutlamalar yapabilir miyiz?"

"Hiç kuşkun olmasın, hükümetlerle aram iyidir, önerini hemen değerlendireceğim; zaten boş durmadığımı biliyorsun, böyle kaçını yücelttik, hatırla! Diyalog konusunda duyumlarına gelince, bilgin doğru ve eksik... Reenkarnasyonlarını solucan, fare, sümüklü böcek gibi pek sevdiğim şekillerde tamamlayan Budist ve bazı hayvan arkadaşların da katkılarıyla, diyalog gerçekleşecek şüphesiz... Freud konusunda ben de senin gibi düşünüyorum. Şu Yahudi Yalom da hiç fena değil, çok moda. Sabırsızlıkla dünya değiştirmesini bekliyorum. Divanında epeyce çene çalıp, akıl verdim ama, bu tarafta görüşmek başka... Hemen kaydet, geldiğinde iyi bir karşılama merasimi hazırlayalım."

Yardımcı, kara deftere bir şeyler karaladı.

Sıkıntılı hatıralarını geçiştirmek isteyen Baş kişi, tedavilerde önerildiği üzere hayattaki mutlu sahneleri, güzel dakikalarını hatırlamaya çalıştı. Kısa bir düşünce anından sonra yüzü sevinçten daha da karardı:

"Bak uşşağım! B.B'yi anımsadın mı? Onun hatırını da sayar, sevgiyle anarım."

"B.B kim efendimiz. Şu yıllanmış Fransız artist mi?"

"Hayırr... Benim B.B'm ressam... Hani geçenlerde bir roman yazdı da sübyancılık propagandası var diye toplatıldı. Ufak yaştaki kızlara, lolitalara falan pek düşkün..."

"Fakat saygıdeğer kılavuzum! O kişi, hatırladığım kadarıyla erkek."

"Ne önemi var, benim sadakat ve hamakat sahibi hamağım, pardon yamağım... Benim kulum olduktan sonra kadın erkek ne farkeder? Bu konuda ayrım gözetmeyen tek efendi benim. Gerçi uysal ve kanar akıllı olduklarından dolayı kadıncıklarımı daha ziyade severim ama."

Yardakçı ses çıkarmadı, yutkundu:

"Gözdeniz Kül.ayy! Hanım'ı hatırladınız mı efendim." dedi uşak, sahibini sevindirmeye çalışarak.

"Öff! Öyle bir kadını unutmak mümkün mü, mümkün mü geri zekâlım... Çocukluğunda ona iliştiğimden beri, ne yazılar döktürüyor, konuşmalar yapıyor. Ondaki radikal damar, kimde var? Başka çocukların aksine, dokunmalarımdan fevkalâde hoşlanmıştır. Hep benim, ona lütfettiğim zevki anımsar, arar. Hâlâ o güzel anların hayalini kurar. Ne yazık ki büyüdü. Benim çocuk odalıklarımın en güzeliydi. Çok yakında onla tekrar yakından ilgileneceğim, zatımla şereflendireceğim; doğrusu bunu haketti. Güzel planlarım var, tam ona göre; kural dışı, toplum dışı -çıngıraklı bir kahkaha attı- ve tabii ahlâk dışı... Pek yakında bütün Tecavüzcü Coşkun kullarımla bağlantıya geçip, öyle bir iyilik düşüneceğim ki... Zevklerin en büyüğü... Buna bir kişinin gücü elbette yetmez. Çokluğun cümbüşü, albenisi... Bilirsin işte, topluca yapılan eylemleri her zaman sevmişimdir; birlikten kuvvet doğar demişler..."

Uşak titredi:

"Şeyy... Sayın efendimiz... Fakat çok büyük bir ceza -yani armağan- olmaz mı?"

Kara kişi güldü:

"Ne münasebet!"

Parmağını havada bir iki kere sallayarak:

"Ben, tecavüzcünün hak ve hukukunu savunuyorum. Onlar adam değil mi canım; bedensel istekleri yok mu, çizgi film, bilgisayar oyunu mu seyrettireydik, sanallıkla mı yetindireydik yani? İlk başlarda zaten bunu hep uygularız. Benim kötülük etme hakkım yok mu? Kül.ayyy! gibileri her zaman yanımda olmadı mı? Sonra ben kimlerin hamiliğini, avukatlığını yapıyorum, bunu hiç unutma... Hem merak etme, çok geçmeden ırza geçilmenin faziletleri, namussuzluğun baştan çıkartıcı güzelliği, çocuk-büyük pornosunun hikmetleri, yüksek cinsellik sanatının erdemi hakkında kalemini konuşturmaya başlar."

Sesi zevkten titriyordu:

"Yahu, elimde değil. Bu kadına dayanamıyorum. İtiraf etmeli, benim açıktan açığa cesaret edemediğim şeyleri teklif ediyor, beni uyarıyor, ayartıyor."

Oldukça iri olduğu anlaşılan dilini, gürültülü bir şekilde şaplattı. Sıkılmaya başlayan uşak, konuyu değiştirerek:

"Efendim, B.B'den bahsedecektiniz." dedi.

Baş kişi hislenerek:

"Evet, ne diyordum... Benim yanımda Avrupalar da aslanlar gibi staj gördü, okudu. Hatta bir keresinde Ulu Beni o kadar duygulandırdı ki anlatamam. Pelerinimin eteklerini öpüp koklayıp 'Benim gerçek atam sensin' deyip hüngür hüngür ağlamıştı. Onu tebrik ediyorum. Hakikaten kemale erdi. Yakında soyut bir resmimi yapmasını isteyeceğim, 30 metre boyunda veya bir heykelimi... Resmi sergilerken, ayrıyeten çamur içinde çıplak kadınları falan güreştirebilir."

Hamako gözlerini hayretle açtı:

"Resmin ebatları çok büyük değil mi efendimiz?"

"Ben de büyüğüm sersem. İşi ne, ikide bir tabuları yıkacağım diye övüneceğine, kız çocuklarının peşinde koşacağına, otursun çalışsın. Sevindiğim ne biliyor musun, çalıştığı dernektekilerle de pek hakkım hukukum vardır. Çağdaş geçiniyorlar, bu önemli. Ama unutmasınlar ki, 'en büyük çağdaş benim'. Artık çağdaş kesimin, derneklerle yoldaşlarıyla, aydın kesimi, sosyal.it baskı gruplarıyla beraber, meclise falan etki edip, Atalarını Koruma Kanunu gibi Beni Koruma Kanunu da çıkarmaları gerekiyor. Gerçi bir çoğu fedaimdir, bendendir, bendemdir, uğruma canla başla çalışırlar ama, doğrusu gayretlerini yetersiz buluyorum."

"Efendim, lehinizde gizli bir kanun zaten yürürlükte değil mi? İzleyicileriniz hızla artıyor. Enteller, meclisler, baba yasalar, danış.taylar (büyüdü at bile oldu), başa ayağa bakanlar, ham çağlalar, medyalar, (millete karşı 'oh ya ya!'lar), yoldan çıkmış yayalar, ilahiyatta din eğitimi almış talihsiz -pardon- şanslılar..."

Baş kişi sinirlendi:

"Benim saman kafalı uşağım! Sen elbette anlamazsın. Bütün dünya, yer altı ve üstündekiler, uçan kuşlar sinekler, pıtır pıtır yürüyen böcekler, bilcümle mikroplar sürünecekler, bana tabi olmadıktan sonra, Ulu Ben'e de avanemin tümüne de dur durak yok."

Yardakçının beti benzi attı. İçinden:

"Düpedüz delirmiş" diye geçirdi. Mamafih renk vermedi.

Efendime söyleyeyim, bu arada Halukçuğum, ki ne kadar zaman geçtiğini kestiremiyordum. Kuvvetli bir yel ortaya çıktı. Rüzgâr önce püf püf, sonra -artık neye hiddetlendi bilemiyorum- celâlli celâlli esmeye niyetlendi. İşte tam o esnada Baş kişinin de pelerini dalgalandı, kıpır kıpır oynamaya başladı. Öylesine açıldı ki etekleri, neredeyse boynuna dolanacaktı. Derken gözlerime inanamadım. Bu gözler neler görüyordu? Baş kişinin arka tarafında kuyruk sokumunun yerinde, toprağı döven kocaman, upuzun, ucu püsküllü bir kuyruk vardı. Demek öfkelendiğinde yere tokatlar atıp, haddini bildiren toprak düşmanı o acayip uzantıydı.

Dehşetle yere kapandım, secdeye vardım. Bir yandan da "Aman Allah'ım ,Aman Allah'ım" diye inliyordum. Ben, yengenin yanında olduğum zamanki gibi korkudan sesim çıkmadığını zannediyordum. Çok yanılmışım. Öyle bir "Allah" bağırmışım ki, parktaki iki ağaç bile "Tövbe tövbe... Bu gürültü de neyin nesi, kafa beyin bırakmadı." der gibi, beni kınayarak, "cık cık" yaparak başlarını iki yana salladılar. Benist hışımla yönünü bana döndü. Dracula, Frankeştayn, Marks karışımı ve ne idüğü belirsiz mendebur suratını yüzüme çevirdi. İnan olsun, adeta yeryüzünün gelmiş geçmiş ve gelecek bütün canavarları o çirkin, karmaşık, bulaşık simada barınıyordu; hazret de bir tanesini bile ayırmamış, aşkından yoksun bırakmamıştı.

Olanca düşmanlığı, hainliğiyle, nefretinin bütün şiddetiyle bağırdı: "KİM ANDI O'NUN ADINI?" Zangır zangır titremeye başladım. Dünya titriyordu. Belki sen bile hissetmişsindir, mutlaka hissetmişsindir. O tarihte 6.7 şiddetinde bir deprem olmuştu. Kırmızı gözleri, önce koyu kırmızıya, sonra vişne çürüğüne, akabinde kapkara iki deliğe dönüştü. Ağzını açtı. Dilinin yerindeki kara yılanlar, "Yok önce sen konuşcan. Hayır! Evvela ben hareket edeceğim. Hayır! Kesinlikle öncelikle ben yiyeceğim..." diye dövüşmeye başladılar. O kadar şamata ettiler ki, ödüm kopmasına rağmen dayanamadım, ortaya kendimi atıp:

"Çok ayıp! Lütfen kavga etmeyin. Önce biriniz, sonra ötekiniz..." şeklinde müdahale gereği duydum. Ulu Benist hızla üzerime geliyordu. Yılanlar uyarım üzerine koalisyon yapmış, uyum ve sulh içinde birbirine sarılmıştı. Hiç bir çatlak ses yoktu, koalisyon yürüyordu. Doğrusu barışsever, güler yüzlü, birleştirici bir derviş gibiydim. Hiç şüphesiz ölüyordum. Kurtuluş uzaktaydı. Bağıra çağıra Kelime-i Şahâdet getirdim. Tam dünya değiştirirken... Kütt...

- Ne oldu aga?, diye merakla sordu Haluk.

Recâi pis pis sırıttı:

- Yataktan düşmüşüm. Meğer rüyaymış. Yengen, hızını alamayıp, ülkeyi de yönetme hevesine düştüğü için, "Bir yatakta yani ülkede iki baş olmaz" deyip, üzerime gelip, beni yataktan atmış. Karyolanın altı tabiatıyla karanlıktı, diye Recâi konuşmasına devam etti.

Haluk, büyüyen öfkesiyle, arkadaşına yakışıklı bir küfür savurdu. Yatışmamış olacak ki, arkasından kül tablasını refakatçilik için yolladı. Atik davranarak, başını yana çeviren Recâi, aldırışsız, sükûnetle gülümsedi. Ve:

- Bu eve yengen gibi bir kadın lâzım, dedi.

Önemli not: Bu hikâyede adı geçen şahıslar, kurumlar ve olaylar tümüyle hayâlîdir.  
Tekrar YayınTümü »

» Simetrim Kalkıyor Breh / Vural Kaya
» Edebiyat Ödüllerinin Günahı ve Sevabı / Refik Durbaş
» Yüzdeki Tırnak İzleri ve Pamuk Terörü / Kaan Arslanoğlu
» Sözleşme-II / Seyhan Arslan
» Meczubun Kefaret Bandoları / Vural Kaya
Türk Şiir AnıtlarıTümü »
» Şeyh Galib
» Taşlıcalı Yahya
» Ahmet Haşim
» Namık Kemal
» Mehmet Akif Ersoy
e-sohbetTümü »

» Rasim Özdenören: "Herkes Yaptığı İşin Hakkını Vermeli" / Söyleşi: İslam Doğan - Ahmet Biçer - Mehmet Emre Küçüktürkmen
» Cihan Aktaş: "Müslümanlar Sağcılıktan Ayrışmaya Devam Ediyor" / Röportaj: Nurullah Turan
» Turan Koç: "Düşünce Varlıkla Buluştuğu Yerde Şiirleşir" / Röportaj: A. Ömer Yavuz - M. Derviş Dereli
» Halit Esendir: "Siyaset ve Eğitimle Uğraşan, Gündemi Takip Eden Herkesi İlgilendiren Bir Eser" / Röp: Yüsra Mesude
» Mustafa Özçelik: "Nasreddin Hoca'yı Mevlana ve Yunus Emre'den ayırmak mümkün değil" / Röportaj: Yüsra Mesude

Yorum yazabilmeniz için üye olmanız gerekiyor. Üye olmak için tıklayın.

(Üye iseniz sayfanın en üstünde sağ tarafta yer alan kısımdan giriş yapmalısınız.)


Henüz yorum yapılmamış.

Üye Girişi
Kullanıcı adı
Şifre
Beni hatırla
Şifremi unuttum!
Ücretsiz Üye Olun!
Son 10 Yorum
toplantı (10.12.2013 - 17:25)
tek söğüt (26.02.2013 - 01:08)
yok var, var var (26.02.2013 - 01:06)
Hoş bir yazı (17.08.2012 - 00:19)
beklerken (27.05.2012 - 21:07)
bir yorum (21.12.2011 - 20:20)
bir yorum (21.12.2011 - 20:13)
işte tam da böyle (18.11.2011 - 20:37)
Gitmek (18.11.2011 - 19:53)
ELİF LAM RA (28.10.2011 - 00:02)
Yorum için üye olun!