Arkanıza baktıkça, ışıkların arasında kocaman boş bir karanlığı gördünüz mü?
Önünüze baktığınızda, korktunuz mu aydınlık bir yolda adım atmaktan, yürümeye yeni başlayan bebek misali? İşte, böyle bir anında rastladım raylardan geçen trenin tam manasıyla aydınlattığı yolda, genç kadına.
İki tarafı ağaçlarla çevrili yolda yürüyen insanlar, belediyeye söylenerek ilerliyorlardı caddenin loş ışığında.
-Hani arkamızdan biri gelse, çantamızı kapsa... Vallahi de billahi de tek suçlu belediye! diyordu caddeyi, iki tarafı ağaçlarla çevrili metro yolunun ayırdığı sokağa bağlayan köşedeki konfeksiyonda çalışan, belli ki kırklı yaşlarında olan bir kadın ve arkadaşı.
Ellerini ovuşturmasından üşüdüğü anlaşılan sıcacık evine ve çocuklarına (elindeki beyaz naylon poşette görünen lolipop şekerlerinden anlaşıldığı üzere) biran evvel kavuşmayı hayal ederek loş yola ve artan rüzgara aldırmadan yürüyen bir baba.
Yolun sağ yanındaki üç beş ağacın arasına girip kendini yağmurdan ve rüzgardan korumaya çalışan elindeki viskiyi yudumlayan saçı sakalı karışmış, yaşlı, bitkin adam.
O da rayların üzerinden geçen hayatları seyrediyor, yolun diğer tarafındaki, ışıkları yanan evlere imrenerek, belki hasretle bakıyordu.
İşte tam bu anda gözüme ilişti, rayların kenarında yoldakilerin ve herkesin aksine amaçsızca yürüyen yürürken adım atmaktan adeta korkan, yalnız bir kadın.
Krem rengi pardösüsüne sıçrayan çamurlara aldırmadan elleri cebinde yürüyordu, belli ki düşünceli, belli ki dertli. Alnına dökülmüş parlayan kızıl saçlarının arasından, teninin beyazlığı, karanlığa rağmen belirgindi.
Uzun zamandır bırakmaya çalıştığım sigaramdan bir nefes çektim derinden, dikkatle izlemeye başladım rayların kenarında yürüyen yalnız kadını.
Her adımında sanki geçmişten kaçıyor lakin atacağı her yeni adımda bir o kadar tereddütlü, cesaretsiz. Neydi seni korkutan kızıl saçlarının alevi mi? Yoksa yüreğini alev alev yakan, yandıkça küllenen, küllendikçe yeniden alevlenen tüm bedenini saran yangın mı?
O yangın mı seni peşi sıra sürükleyen, sürüklendikçe sana hem mutluluk hem acı veren? Beklenmedik anlarda gelen hayal kırıklıkları, yalnızlıklar, acılar değil midir gönlümüzü yaralayan.
Gecenin sessizliğinde, gözü yaşlı kadın anne diyordu kendimizi çaresiz hissettiğimiz her zaman olduğu gibi.
-Anne, annem... Sen kıyamadın bana, okşarken bile incitmekten korktuğun benin hayatına birileri geldi. Öyle ki yaşamının yüreğinin içine girdi hatta kalbinin. Sonra annecim, zaman geldi kıymetten düştüm, kimi zaman sözle kimi zaman gözle kimi zaman elleriyle acı verdi o kalp bana, diyordu yalnız kadının yüreği.
Susuyorum Anne, dediğin gibi yapıyorum beni büyütürken söylediğin, hep tembihlediğin gibi. Ama bilsinler ki annem sesim çıkmıyorsa eğer, acıyan kalbimin feryadı sen ve canım dindiriyor anne.
Anne şimdi canım çok uzaklarda, sanki kalbimi çıkarıp götürdüler anne, beni yalnızlığa, sensizliğe, cansızlığa mahkum ettiler anne.
Bilmezdim anne, hayatın bu kadar meşakkatli olduğunu, bu kadar acı vereceğini, senin kızıl saçlarımı okşayıp ördüğün günlerde.
Korkuyorum annecim, ölesiye korkuyorum... Yalnız, sensiz ve cansız kalmaktan anne... Yağmur sularına karışarak sessizce akan gözyaşları, yüreğinden gelen tüm kırıklıkları alıp, toprağa ekiyordu büyüyüp yeşermesi için.
Aslında eteklerine bulaşan çamurlar gibiydi hayatındaki onu üzen her şey.
Gözlerini kapadı, kızıl saçlarının uçuşurken yanaklarına nasılda değdiğini hissetti, içini çekti derinden. Küçükken "saçlarım neden kızıl? niye çillerim var?" diye odasına kapanıp ağladığı günleri hatırladı? Oysa seviyordu şimdi kızıl saçlarını ve çillerini. Onlardı şimdi onu gülümsetebilen. Annesi vardı yine o eski günlerde için için ağladığı o odada, onu teselli eden,ipek gibi olan güzelim kızıl saçlarını okşayıp, öpen.
Her son yeni bir başlangıçtı, yeni bir hayat... Hem can'ı vardı, gülümseyebilmeliydi ama içten. Olabilir miydi ki? Tüm kalp ağrılarına rağmen, karanlık odalarda kalmış ANNECİĞİNE rağmen.
Yeni bir tren geliyordu, ışıkları bu karanlık geceyi, yolu aydınlatıyordu ya, senin acılarını toprağa ekmiş yüreğinin yollarını da aydınlatmaz mı?
Denemeye değer dedi kızıl saçlı, genç kadın. Omuzları dik daha hızlı adımlarla karanlıkları geçerken, arkasına bakmadan aydınlığa bıraktı kendini.
İstasyonda kulağa hoş gelen güzel bir müzik çalıyordu, soğuktan buz kesmiş elleriyle ıslak pardösünün cebinden çıkardığı nemli, kırış kırış olmuş parayı biletçiye uzatırken küçük kız çocukları gibi masum, utangaç ama umut dolu gülümsüyordu.
İyi yolculuklar size, bu uzun yolculukta dedi biletçi, kızıl saçlı kadının ardından bakarken hüzünle.
Sigaram bitti, bir hayli üşüdüğümü fark ettim. Eşim balkon kapısını araladı kucağında can'ım vardı.
-Sıcak bir kahve... dedi.
Gülümsedim sevgime, mutluğuma. İyi ki varsın dedim ellerini tutarken. Soğuk ve karanlık gecenin kapılarını kapadım.
Önünüze baktığınızda, korktunuz mu aydınlık bir yolda adım atmaktan, yürümeye yeni başlayan bebek misali? İşte, böyle bir anında rastladım raylardan geçen trenin tam manasıyla aydınlattığı yolda, genç kadına.
Zeynep Hanım, yazınını çok beğendim. Beni bir yerlere götürdü. Bazen kendimi gördüm yazınızda,bir an üzüldüm, hüzünlendim. Sonra sevindim, umuda açık kapı görünce. Sizi tebrik ediyorum.