Çocukluğumun baharının geçtiği köyümüzde, beni kendine çeken onca şeyin yanında tek söğütler mühimdir. İki ayrı mevkide, ikisi de söğüt, ikisi de tek başına. Biri, Yıkıklar mevkisindedir ama kendisi bile bir mevki adı olabilmiştir. 'Çobanlar nerede?' 'Tek söğütte'. Tek söğüt, işte tam orayı işaretler. Bir buluşma yeridir, bir geçiş yeri, durup-dinlenme yeri. Tek başınadır. Etrafında başka söğüt yahut kavak yoktur. Gölgesi, altında yatan hayvanlara, dinlenen çobanlara yeter. Volkanik dağa, dağın üstündeki tarihi kale burçlarına, Kulakardı'na, Taşkom'a, Karakaya'ya, Tipi Pınarı'na bakar. Arkasında ise Yıkıklar, Mezireler, Mantarlı yükselir. Köyü, tarlaları, ırgatları, didinen insanları, tarlaya ekmek götüren genç kızları o kuytu köşesinden izler durur. Köyün girişini değil ama çıkışını tutan bir nöbetçi gibidir.
Bir diğer tek söğüt ise köyümüzün Damlıca mevkisindedir. Damlıca dendi mi orada durmak, mümkünse konaklamak, en az bir gece geçirmek gerekir. Oltu yolundadır, engin dağların yamacında bir meradır. Baharda besi hayvanları oraya çıkarılır, güze kadar orada otlatılırlar. Başlarında iki çoban. Bir-iki çoban köpeği. Bir çadır. Elbette isli demlik. Çay, kıtlama şeker. Bütün bunlara bakan asırlık söğüt ağacı. Bütün bunlara ince ince dokunan, gölge düşüren, kol kanat geren. Hiç bu kadar büyük söğüt ağacı olur mu? Çokça çınar, meşe, çam gördüm kocaman kocaman, göklere uzanan. Bu söğüt de öyle; dallarını birbirine dolamış, kollarını uzatabildiği kadar uzatmış, geniş bir alanı avuçları içine almış ve altında doğal bir dinlenme yeri meydana getirmiştir. Elbette yanında çeşme. Buradan geçen adı-sanı-namı bilinmeyen bir garip yolcu, bir Köroğlu, küçük söğüt dalını buraya dikmiştir. O dal bu hale gelmiştir yıllar içinde. Ve bir mevki adı olmuştur: Köroğlu. Damlıca'da Köroğlu söğüt demektir. Bütün merada tek başınadır; bir konak sahibi, bir ulu bilge gibi durmaktadır. Bakar sarp kayalara, karşı ormanlara, çobanlara. Kışın ise yalnızlığına gömülür, uzun uzun demlenir karlar arasında, kendi içinde. Susar uzunca.
Her iki tek söğüt de, nice hikâyeleri dinlemiştir, nice insanlara gölge olmuştur. Hele Damlıca'daki bir hikâye kahramanı gibidir. Bir duruşu ve bakışı vardır ki, görülmeli. Ona sırtını dayayan kendini emniyette hisseder. Öyle bir engin bakış verir kişiye. Yıkıklar'daki de köyü bir güzel selamlar, oraya esenlik diler. Gelene geçene tanıdık muştular gönderir. Garipliğini unuttur her ikisi de insana, bildik bir yolu adımlamanın güveni sarar bedeni.
Gezdiğim ormanlarda, geçtiğim yollarda, dolaştığım vadilerde, dağlarda tek ağacı nedense hemen bulur bakışlarım. O tek ağaç, bazen bir çam, bazen bir ardıç, bazen söğüt, çınar olur. Ormana ve dağlara bakarken nedense gözlerim tek ağaç arar. Tek söğüt imgesi hiç aklımdan çıkmaz çünkü. Nerede tek ağaç görsem, gördüğüm tek söğüttür.
Koca ormanda bir başına duran o tek ağaç ne söyler, ne anlatır? O imge neye karşılık gelir? Yalnızlık, küsmüşlük, dargınlık. Yahut gözetleme, nöbet tutma, öne çıkma, önden gitme. Etrafı boşalan insanın ezikliği. Bir garipleşme, yalnızlaşma. Yahut bir tenha arama derdi. Tenhada demlenme. Tenhada halden hale geçme. İnziva. İnziva merhemi arama. İnzivada merhem bulma. Daha başka şeyler. Mesela, hem teke, hem herkese bakışları çevirebilme. Bakışları toplulukta ve yalnızda dolaştırabilme. Hepsinden ince hikmetler devşirebilme. Tek olanda topluluğu, topluda teki görebilme. Topluluğu yüceltmeme, tek olanı küçümsememe idrakine varabilme. Ve daha başka şeyler.
Nerede tek ağaç görsem, onca şey gelir aklıma. Orada tek başına, başı dik öylece durmaktadır. Kartallara bakmakta, yolcuyu selamlamaktadır. Nerede tek ağaç görsem, köyümdeki tek söğütleri hatırlarım. Ve onların tek başlarına duruşlarını, bekleyişlerini. Bir de Nazım Hikmet'in mısralarını: "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ Ve bir orman gibi kardeşçe." Tek ile çok arasında gider gelirim. Tekten çoğa, çoktan teke varıp dururum. Tek söğüt bir yaşama halidir derim sonra. Kendi hallerime bakarım, tek söğütten ayna yaparım.
Çocukluğumun baharının geçtiği köyümüzde, beni kendine çeken onca şeyin yanında tek söğütler mühimdir. İki ayrı mevkide, ikisi de söğüt, ikisi de tek başına.