Ömer Lütfi Mete Türk Sineması'nın son dönemdeki önemli senaristlerinden birisi. Şu sıralar televizyonda gösterilen "Kapıları Açmak" adlı dizideki intro hikayeleriyle dikkatleri çeken yazar, son olarak yakında gösterime girecek olan 'The İmam" filminin de senaryosunu yazdı. Kendisiyle "The İmam" filmi ve Türk Sineması üzerine internetten 40ikindi.com sinema bölümü için dört soruluk kısa bir söyleşi yaptık.
"Türk sineması yoktur. İran sineması vardır, hatta Suriye sineması da vardır ama Türk sineması yoktur. Sebebi çok basit, Türkiye'de sinema yapanların yüzde doksan dokuzu dünya vatandaşıdır, Türkiye insanıyla bağlantısızdır."
Sinemaseverler sizi daha önce yine İsmail Güneş'le birlikte çalıştığınız ve gösterimi yasaklanan "Gülün Bittiği Yer" adlı filmin senaristi olarak hatırlıyor. Yine İsmail Güneş'le birlikte "The İmam" adlı filmle seyircinin karşısına çıkmak üzeresiniz. Neden Böyle bir filme ihtiyaç duyuldu ve neden filmin adı "The İmam?"
Yapımcı böyle bir hikayeyi film yapmak istedi, ben de senaryolaştırdım. Filmin adının THE İMAM olması da yapımcının önerisidir. Sebebi ne midir? Tabii öyküyle ters düşmeyen bir fantazi denemesi sayılabilir. Bir kinaye gibi düşünebilirsiniz. Belki de yayına öyle girmeyecek.
Sizce Türk Sineması diye bir olgudan bahsedilebilir mi? Eğer edilebilirse bu olgunun altını dolduran örnekler nelerdir?
Hiç zahmet etmeyin, Türk sineması yoktur. İran sineması vardır, hatta Suriye sineması da vardır ama Türk sineması yoktur. Sebebi çok basit, Türkiye'de sinema yapanların yüzde doksan dokuzu dünya vatandaşıdır, Türkiye insanıyla bağlantısızdır. Onun gibi yaşamaz, onun gibi hissetmez, onu tarafsız bir gözle izlemez... Bu ülke insanının inancı ve kültürüyle bağı olmayan sanatçıların yapay eserleri genellikle içtenlikten yoksundur. Türk sineması diyebilmek için bizim öykü anlatma geleneğimizle bağlantılı bir sinema dilinden söz edebilmemiz lazımdır.
İçerisine İsmail Güneş'in de dahil olduğu, Yücel Çakmaklı, Mesut Uçakan, Salih Diriklik gibi yönetmenlerce temsil edilen Milli Sinema (ya da Beyaz Sinema) akımını ortaya çıkaran parametreler nelerdir? Ya da sizce gerçekten kendi dilini ve estetiğini oluşturmuş böyle bir akımdan söz edilebilir mi?
Rüzgara karışan sıradan bir ıslık... Böyle bir akım var mıydı, olmak üzere miydi, tartışılır. Bu süreçte gerçekleştirilen yapımlar -birkaç istisnai örnek hariç- dindar insanların inançlarının amatörce yansıtılmaya çalışıldığı başarısız ürünlerdir.
Bir Osman Sınav projesi olan "Kapıları Açmak" adlı dizideki "İntro Hikayeleri" ile televizyon izleyicilerinin dikkatlerini çekmeyi başardınız. Osman Sınav projelerinin televizyon izleyicisini bu derece etkileyebilmesini neye bağlıyorsunuz?
Pek dikkat çektiğimizi sanmıyorum. Halkımız böyle ağır başlı işlere pek teveccüh göstermiyor. Dizinin uzun soluklu olması halinde belki böyle bir umut doğabilir. Osman Sınav, halkın içinden gelen, onun gibi hisseden, onun gibi anlayan bir dostumuz. İşini çok seviyor, oyunu kurallarına göre oynuyor ve halkın nabzını tutarak yapımlarını gerçekleştiriyor.
Biyografi:
1950 yılında Rize'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamlarkan özel olarak dini eğitim gördü.Bir süre Kuran Kurslarında hocalık yaptı. Rize Ülkü Ocakları Başkanlığı yaptı. 1970 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne girdi. Aynı dönemde Babıali'de Sabah gazetesinde basın hayatına atıldı. 1972'de İktisat Fakültesi'nden ayrıldı. 1973 yılında Atatürk Eğitim Enstitüsü'ne girdi 1976'da mezun oldu. Kısa süre edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra tekrar gazeteciliğe döndü. Ortadoğu, Tercüman, Türkiye, Yeni Binyıl, Ayyıldız gazetelerinde ve Türk Edebiyatı, Boğaziçi dergilerinde yazdı, Çağrışım dergisini çıkardı. Senaryo çalışmaları yaptı. ANAP ve MHP'den milletvekili adayı oldu, seçilemedi.
Eserleri:
Senaryoları: Bizim Ev, Çizme, Bizim Yunus, Köstekli Saat, Veysel Karani, Ahmet Bedevi, Evlere Şenlik, Avcı, Deli Yürek, Gülün Bittiği Yer, The İmam. Şiirleri: Gülce (1989) Romanları: Balonya Tüneli (1978), Çığlığın Ardı Çığlık (1989), Çizme (1991), Yerden Göğe Kadar (1993), Asker ile Cemre (1993).
Söyleşi: Ahmet Aksoy
Ömer Lütfi Mete Türk Sineması'nın son dönemdeki önemli senaristlerinden birisi.
"Türk sineması var mı yok mu?" derken özgün bir duruşu olup olmadığından bahsediliyor herhalde. Bana kalırsa özgün bir duruşu olduğundan söz etmek zor ama bu demek değildir ki Türk sineması yoktur. Özgün bir duruşa sahip olmasa bile güzel örnekler verilmiştir; Türk sineması bu anlamda vardır. (Kötü örneklerin çokluğu da bir gerçektir maalesef) Kaynağını Türk toplumundan alan "özgün" damarlar iyi kullanıldığı gün Türk sineması gerçek anlamda var olacaktır. Ömer Bey'in bunu kastettiğini sanıyor, umuyorum.