Alim Kahraman, 1956 yılında Manisa'da doğdu. 1978'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Kamu kurumlarında ve özel kurumlarda çalıştı. Edebiyat doktoru oldu. Yedi İklim dergisinin kurucularındandır. Kitaplarından bazıları: Okumaya Giriş, Bir Duyarlığın Çağdaş Biçimleri, Çalışan Saat, Kayıp Hikayeci, Edebiyatın Saklı Dili... Akademik çalışmalarıyla da tanıdığımız Alim Kahraman'la ülkemiz edebiyatında eleştiri türünün yeri ile ilgili olarak yapılan söyleşiyi yayınlıyoruz.
Türkiye'de edebiyat merkezli bir eleştirinin yokluğu/azlığı/yetersizliği hangi sebeplerden kaynaklanıyor? Sanatçı ve okuyucunun eleştiriden beklentileri neler olabilir?
Bunu tam olarak bilmek zor. Ancak özellikle problemin doğru konulmasına ihtiyaç olduğu fikrindeyim. Bana göre, Türkiye'de sözkonusu olan, bir varlık-yokluk problemi değil, var olanın niteliği problemidir. Şikayet temelde bu nitelik sorununa ilişkin olabilir.
O zaman şöyle sorayım: Bu nitelik sorununda Türkiye'ye ait şartların yeri nedir sizce?
Biraz baştan alayım. Sadeleştirerek söylemek gerekirse, eleştiriyi oluşturacak üç vazgeçilmez öğe bulunduğunu düşünüyorum: Bilgi, yöntem ve temyiz yeteneği. Şimdi sırayla bunları açalım. Buradaki bilgi haberdar olma, belli bir birikime ulaşma anlamı taşıyor. Haberdar olacağımız alan, edebiyata ilişkindir ama sadece eleştiriyle sınırlı değildir. Eleştirinin yöneleceği verimleri de kapsar. (...) Temyiz; ayırma, ayıklama, seçme demektir. Çiftçilikten bir örnek verirsek taneyi samandan ayırmak gibi. Eleştirideki temyiz, zihni bir olay olduğu için, muhakeme gücü, sanat söz konusu olduğu için gelişmiş bir beğeni gerekir. Belki biraz da teknikle ilgili ama eseri konumlandırma, bir tablo içindeki yerine koymada sağlıklı karşılaştırmalara da ihtiyaç vardır. Fakat bu üçüncü unsur, yani, temyiz, temelde işin yetenekle bağlantılı yönünü ifade eder. Türkiye'ye ait şartlar konusuna gelince... Modern anlamıyla eleştiri, bazı diğer edebiyat türleri gibi dışardan aldığımız bit türdür. Bu şu anlama geliyor. Ait olduğu kültür içinde, onun arkasında bir süreç, bir birikim vardır. bizim katıldığımız noktadan sonraki süreç de bu birikimden güç aldığı için, kendi bağlamında daha hakikidir. Bilgi / birikim noktasında Türkiye'deki eleştirmenin problemi, bireysel bir karakter göstermez. Problem bireyin değil toplumundur veya bir başka söyleyişle Türkçe'nindir. Bilgi ve birikim konusuna öncelikle doyuma ulaşması gereken birey değil, bireye de bir zemin hazırlayacak olan Türk dilidir.
Edebiyat merkezli eleştiri türünün muhatabı ve işlevi bakımından birden fazla ucu vardır. Yazara yönelik, okura yönelik, edebiyat tarihine yönelik. Bu konuda ne diyeceksiniz?
Edebiyat tarihçisi edebiyat eserini bir belge gibi, eleştirmen bir estetik yapı gibi görür ve ele alır. belki eleştirmen de, yazdıklarıyla, edebiyat tarihçisine bazı belgeler bırakmış olur. Fakat eleştirmen, ister gününe ait, ister geçmişe ait olsun, edebiyat eserini sanatsal bir yapı, canlı bir oluşum olarak görürü ve ele alır. Eserin yazarı da iyi, işlevsel bir eleştirinin ancak okuyucusudur. Eleştirinin yazara katkısı oluşum sürecinden çok eserin yazarından kopup kendisi olarak yaşamaya başladığı aşamada, yazarında artık eserin okuyucusu olduğu zamandadır. İşte bu devrede, işlevsel bir eleştiri yazısı, eserin yazarını da, bazı bakımlardan kendi eserine uyandırabilir.
Eleştirinin bir bakıma malzemesi sayılması gereken, diğer edebiyat türleri arasında kalite, nitelik, yetkinlik bakımından bir ilişki var mıdır?
Eleştirinin ortaya çıkışı, kronolojik olarak eserden sonradır. Eser ortaya çıksın ki, eleştirmen onun hakkında yazı yazabilsin. Büyük ve öncü eserler, kendilerine özgü yöntem uygulamalarını da gerekli kılabiliyor. Yani var oluş ve belirleyicilik bakımından da eserin eleştiriye göre önceliğinden bahsetmek mümkündür. Bugün Türkiye'de, bazı yazarların, eserlerine uyguladıkları yöntemler bakımından eleştirmenleri geride kalmış ve yetersiz bulduklarına tanık oluyoruz. İlgi çekici bir durum bu. Eleştirinin edebiyattaki oluşumu ve yeniliği izleyememesi, buluşçuluğunu kaybederek donuklaşması anlamına gelen ilgi çekici bir durum.
Sizinle yapılan bir mülakatta "Oluşum halindeki edebiyat, yeni kuşak üzerine yazmanın bazı zorlukları, hatta riskleri vardır eleştiride." diyorsunuz. Bu cümleyi biraz açabilir misiniz?
Burada, asıl konu, iyi iş yapan yetkin kuşaklar arasındaki ayırıcı yönün vurgulanmasıdır. Kendilerinden önceki kuşağın eleştirmenleri, ilk anda, onları yeterince görmeyebilir. Ama kuşak sorununun dışına bakarsak, edebiyat ortamı her iyi eser için eleştiriyi üretebilir. Bunu önceki kuşaklar yapamıyorsa, kendi içlerinden çıkan eleştirmenler, o da olmazsa kendilerinden sonraki kuşaktan çıkacak eleştirmenler başaracaktır.
(Burhan Eken, Hece, 64)
Alim Kahraman, 1956 yılında Manisa'da doğdu. 1978'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi.