Gündem oluşturma kavramı, kamuoyu oluşturma sürecinin önemli bir aşamasıdır. Gündem oluşturmaya ilişkin çalışmalar bilişsel düzeyi yani farkına varma/vardırmayı temsil etmektedir. Kamuoyu oluşturma ise daha çok medya etkilerinin bütüncül bir sonucu olarak ve diğer unsurların (motivasyon, kanaat, algı vs.) oluşturduğu daha üst bir düzeyi ifade etmektedir. Halkla İlişkiler kuramcıları, (Grable, Vibbert) gündem oluşturmayı; "bir ya da daha çok insan bir duruma ya da algılanan bir soruna önem atfettiğinde bir gündem yaratılmış olur" şeklinde tanımlamışlardır.[1] Gündem ve kamuoyu oluşturma sürecinin ortak yapısını kitle iletişim araçlarının etkisi oluşturmaktadır.
Kitle iletişim araçlarının etkilerini inceleyen pek çok kuram geliştirilmiştir. 1920 - 1940'lı yıllarda medyanın etkilerinin çok güçlü olduğu düşünülüyordu. Bu dönemde propaganda çok kritik bir öneme sahipti. 1940 - 1960'lı yıllarda ise medya etkilerinin sınırlı olduğu düşüncesi ağırlıktaydı. Kitle iletişim araçlarının etkilerine ilişkin pek çok kuramsal çalışma yapılmış, fakat medyanın etkilerini bütünsel olarak ortaya koyan kapsamlı bir kuram henüz geliştirilememiştir. Bu durum resmi bütün ayrıntıları ile görmemizi engelliyor gibi olsa da şimdiye kadar yapılan araştırmalar, çok önemli veriler sunmaktadır.
Özellikle içerik analizi, göstergebilim, sosyal grup araştırmaları gibi alanlarda bilimsel çalışmalarının gelişmesi ile medyanın etkileri daha güçlü bir şekilde açıklanabiliyordu. İletişim teknolojilerindeki gelişmeler, küreselleşme ve sosyal bilimlerin çok hızlı bir şekilde gelişmesi ile medyanın etkilerinin sınırlı olmadığı aksine, toplumların davranışlarında, kanaatlerinde çok boyutlu etkilere yol açtığı tespit edildi.
1968 yılında bilimsel çalışmalar neticesinde gündem oluşturma kavramı kullanılmaya başlandı. Gündem oluşturma kavramı, 1968 yılında A.B.D'deki Başkanlık seçimlerinde medya gündemindeki konuların önemlilik sıralaması ile aynı konuların seçmenlerin zihnindeki sıralamasının araştırması ile tanımlanmıştır. Bugün gelinen noktada iletişim profesyonelleri gündem oluşturma yaklaşımını sofistike yöntemlerle kamuoyu oluşturmak ve siyaseti etkilemek amacıyla yoğun olarak kullanmaktadırlar.
Gündem belirleme yaklaşımı, kamuoyu oluşturma sürecinin en önemli aşamalarından birisidir.Vibbert, gündemlerin dört evreden geçerek geliştiğini söylemiştir. Bunlar: Tanımlama, meşrulaşma, kutuplaşma ve özdeşleşmedir. Medya gündemin iki yüzü arasında kutuplaşma yaratıp insanları birinden biriyle özdeşleşmeye zorlayarak bu son iki evrede aktif roller oynar.[2] Gündem oluşturma, medya etkilerinin ilk düzey etkileri içinde ele alınmaktadır. Bu aşamada istenilen konu ya da fikir hakkında "farkındalık / haberdar olma" sağlanır. Daha sonra bilgi edinme düzeyi gelir. Üçüncü aşamada ise tutum geliştirme düzeyine ulaşılır. Son aşamada ise davranış değişikliği sağlanır. Bu süreci bilişsel, duygusal ve davranışsal aşamalar olarak sıralamakta mümkün.
Gündem oluşturma kavramı özellikle Türkiye'deki medyanın siyasetle olan ilişkisi açısından incelenmeye değer önemli bir konudur. Türkiye gündemi nasıl şekilleniyor? Medya gündemini neler belirliyor? Kamuoyunun gündemi ile medyanın gündemi aynı mı? Bu ve benzeri sorular medya üzerine daha derinlikli bir şekilde düşünmemizi zorunlu hale getiriyor.
Kurt Lang ve Gladys Engel Lang, gündem oluşturmaya yönelik erken dönemde şunları söylüyorlardı[3] : medya, kitlenin dikkatini belli noktalara zorla çeker. Politik insanların kamu imajlarını yaratır. Gazeteler sürekli kitle içerisindeki bireylerin ne hakkında düşünmeleri, bilmeleri ve hissetmeleri gerektiğini öneren nesneler sunarlar.
Medya kitlelere ne düşüneceklerini değil ne hakkında düşünmeleri gerektiğini telkin etmektedir. Basın bir konuya dikkat çektiğinde kitleler o konunun önemli olduğuna inanma eğilimi içine girerler. Dikkat çekilen konu farklı yayın organlarında da yer alarak mesajın tekrarlanarak pekiştirilmesi sağlanır. Eğer siyasi konjonktürün değiştirilmesi isteniliyorsa taraflar maniple edilerek "güvensizlik" ortamı oluşturulur. Daha sonra bu güvensizlik ve istikrarsızlığın sorumlusu olarak yıpratılmak istenilen hedef suçlanır.
Kitle iletişim araçları ile önce bir dünya imajı çiziliyor, ardından da çizilen bu imaj hakkında ne düşünülmesi gerektiği kitlelere empoze ediliyor. Bir başka deyişle üzerinde düşünülecek dünya da, bu dünya hakkında düşünülebilecek şeyler ve düşünme biçimleri de bir avuç insan tarafından tayin ediliyor.[4]
Türk medyasının gündem oluşturma yaklaşımı açısından nasıl bir profile sahip olduğuna bakmak için hafızamızı biraz yoklamamız yeterli. 1960 darbesinde medyanın kamuoyunu karikatür konularla (bebek davası, kıyma makinesinde kıyılan insan haberleri) nasıl yanılttığını görebiliriz. Gündem oluşturma ile ilgili en çarpıcı örneklerden birisi olarak, 28 Şubat darbesi sürecinde, medyanın kamuoyunu nasıl belli koşullara taşıyıp korku ve güvensizlik aşıladığını hatırlamak lazım. Türkiye'de medya gücü yanlış politik amaçlar uğruna bir tür silah olarak kullanılmaktadır. Bu yüzden 90'lı yıllardan sonra medyadaki gelişmeler çok hızlı bir şekilde ilerlemiştir. Sermaye odaklarının medya sahibi olma isteği her geçen gün artmıştır. Alternatif medyanın gelişmeye çalışması ve medyanın çeşitlenme çabalarına rağmen, merkez medyanın gücü ve etkisi aşılabilmiş değildir. Merkez medya kavramsallaştırması; kamuoyu oluşturma ve gündem belirleme gücünü temsil eden monopolistik medyayı ifade etmektedir. Doğan Grubu bu tanıma karşılık gelen en önemli medya gruplarının başında yer almaktadır.
Merkez medya kamuoyu ya da gündem oluşturmak istediğinde bir iletişim kampanyası lansmanı yapar gibi iletişimin çeşitli unsurlarını bütüncül bir şekilde kullanmaktadır. Özellikle köşe yazarları, bir fikri bir düşünceyi kamuoyuna benimsetmek için ısrarlı ve hedef odaklı yazılar yazmaktadır. Örneğin Hürriyet Gazetesi'nin"411 el kaosa kalktı" gibi bir manşet atması medyanın etkilerini incelemek açısından önemli ipuçları sunmaktadır. Hürriyet'in manşeti günlerce Başbakan'ın konuşmalarının ekseninde yer aldı. Şimdi burada dikkati çeken nokta; yasamanın almış olduğu bir karar karşısında medyanın kaos manşeti atması değil, tersine Başbakan'ın böyle bir konuya gösterdiği tepkinin tartışma olmasıdır. Medya ile medya mesajlarına maruz kalanlar arasında bir gösteren/gösterilen ilişkisi bulunmaktadır. Gösterenin konumu kendi içinden sorgulanamıyor.
Siyaseti yönlendirmek ve konjonktürü değiştirmek için medya çok önemli bir araç olarak kullanılmaktadır. Gazetelerde bir haberin verildiği yer, kullanılan fotoğraf, haberde kullanılan dil, haberin uzunluğu, kullanılan başlıklar gibi unsurlar aslında farkında olmadan bir kanaate zorlandığımızın ipuçlarıdır.
411 el kaosa kalktı derken toplumsal bir reaksiyonun oluşması için tüm stratejik kamular göreve çağrılmaktadır. Harekete geçirilen stratejik kamular siyasal konjonktürü yeniden şekillendirmek için sonraki gündemin ne olması gerektiğine kafa yormaya başlıyorlar.
Şemdinli, Hrant Dink olayı, ve Ergenekon operasyonlarında merkez medyanın tavrı incelenmelidir. Bu hadiselerin yeniden çerçevelenip, etkisi filtrelenerek nasıl yok sayıldığı ibretle hatırlanmalıdır. Medyanın bir olay karşısındaki tutumu, o olayı önemli ya da önemsiz bir konu haline getiriyor. Medya bir olayı yeniden çerçeveleyerek kamuoyunun dikkatini istenilen yöne çekiyor. Yeniden çerçevelemede, istenilen unsurlar öne çıkartılırken gösterilmek istenilen resmi ancak görebiliyoruz.
Türkiye'de siyasetin kimyasını bozan, kamuoyunun algılarını sürekli oynayan bir mekanizma var. Bu mekanizma Türkiye'nin siyasal ve sosyal değişim çabalarını engelleyen en güçlü engeldir. Medya, özgürlüklerin önünü açmaya çalışan, demokrasiyi savunan bir kurum olmaktan çok, simgeler ve zihniyetler üzerinde yürütülen tartışmaların odağını oluşturmaktadır.
Medyanın gündem belirleme sürecindeki yaklaşımı pek çok açıdan tartışılmayı gerektiriyor. Özellikle Türk medyası, toplumsal değişimin gerisinde kalırken, siyasetin alanını daraltan, demokrasinin ve özgürlüklerin önünde adeta set oluşturan bir görüntü vermektedir. Gerçek tartışmaların sümenaltında kalmasının nedeni de doğru gündemlerin oluşmamasından kaynaklanmaktadır. Gerçek sorunların/konuların tartışılamaması o sorunlarla baş etme yeteneğimizi de yok ediyor. Medyanın dayattığı gündem kamuoyunda suskunluk sarmalına dönüşüyor. Ve böylece neyin öncelikli olduğunu kavrayamaz bir hale geliyoruz.
Demokratik toplumlarda medya kamuyu denetleyen, kamuoyunun serbestçe oluşması için objektif olmaya çalışan bir kurum olarak düşünülmektedir. Ancak bu çok naif bir temenniden öteye gidemiyor.
______________________________
[1] Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmelik, Rota Yayınları, James Grunig 2005 sh.163
[2] a.g.e sh.164
[3] İletişim Kuramları, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir 1994 sh.367
Medya kitlelere ne düşüneceklerini değil ne hakkında düşünmeleri gerektiğini telkin etmektedir. Basın bir konuya dikkat çektiğinde kitleler o konunun önemli olduğuna inanma eğilimi içine girerler. Dikkat çekilen konu farklı yayın organlarında da yer alarak mesajın tekrarlanarak pekiştirilmesi sağlanır. Eğer siyasi konjonktürün değiştirilmesi isteniliyorsa taraflar maniple edilerek "güvensizlik" ortamı oluşturulur. Daha sonra bu güvensizlik ve istikrarsızlığın sorumlusu olarak yıpratılmak istenilen hedef suçlanır.
411 el kaosa kalktı derken toplumsal bir reaksiyonun oluşması için tüm stratejik kamular göreve çağrılmaktadır. Harekete geçirilen stratejik kamular siyasal konjonktürü yeniden şekillendirmek için sonraki gündemin ne olması gerektiğine kafa yormaya başlıyorlar.