« Anasayfa | Künye | Arşiv 25 Nisan 2024, Perşembe
Gündem: Kültür-
Sanat
Gündem: Hayat
40i Gündem Nöbetçi Köşe
40PENCERE
Edeb Yahu
Nedret Kudret
Erdem Bayazıt Ey!

Gölgelik
Köksal Alver
Tek Söğüt

Dil Ağacı
İbrahim Demirci
Kafı Yutanlar

Kelimeler ve Şeyler
Abdullah Harmancı
Seni Ne İhtiyarlattı?

Mızrak ve İlmihal
Ahmet Murat
İmamın Hatırlanışı

Saksağan
Osman Özbahçe
Dünya Aklıma Yatmıyor

Şiir Çıkmazı
Mehmet Solak
Kimi, Nereye Götürür Şiir?

[ Edebiyat -> e-sohbet ]

Bizde Bir Çocuk Edebiyatı Var mı?

13.03.2005 - 11:38

Havva Sena Yaman, Yeni Türk Edebiyatı araştırmacısı. İlgi alanlarından biri de çocuk edebiyatı... Kendisiyle, başta çocuk edebiyatı olmak üzere çeşitli konularda söyleştik. İlgiyle okuyacağınızı umarız.

Öncelikle okuma ve yazma serüveninizden bahsedelim istiyorum. Edebiyat sizin için ne ifade ediyor? Bir meslek olmanın ötesinde? Okumayla ve yazmayla ilişkinizin akademisyenliğinizden önceki/dışındaki yeri... (Çünkü bana, edebiyat-bilimcilerinin içinde hep gizli bir yazar yaşıyor gibi gelir. Mehmet Tekin'le yapığım söyleşi de delilim.)

Edebiyat kültüre dahil bir olgudur ve edebiyatta bir üretim söz konusu ise de, bu, edebiyatın temelde meslek olarak alınmasını haklı gösterecek bir üretim değildir. Yani edebiyatla ve güzel sanatların diğer dallarıyla bilinçli olarak uğraşan bir kimsenin ilk kaygısı meslek edinmek değildir. Edebiyat, kısaca söylemek gerekirse; dünyayı, olayları ve davranışları algılayışı farklılaştırır ve bu yönüyle insanın kendini tanımasına, keşfetmesine yardımcı olur. Okumak sayesinde edebiyatın gücünü kavrayan bir beynin, "el"i harekete geçirmemesi mümkün değildir. Fakat edebiyat, şu anda kimliğini hatırlayamadığım bir edebiyatçının dediği gibi, şairin en kıskanç sevgilisidir, kendisinden başka bir gözdeyi asla kabullenmez. Yalnızca kendisi için yaşanmasını ister, hatta diretir. Kendisini edebiyata adayamayanlar için amatör bir uğraş olmanın ötesine geçemez. Böyleleri için yapılacak en iyi şey, ortaya konan güzel eserleri fark etmek ve alkışlamaktır.

Bizde bir çocuk edebiyatından bahsedilebilir mi? Çocuk edebiyatı alanında kalem oynatan/oynatmış bu kadar yazar, şair var. Acaba problem/yetersizlik teorik sahada mı?

Bizde çocuk edebiyatına verilen önemin belirlenmesinde bakılacak ilk kaynak, çocuk yayınlarıdır. Nicelik artışı beraberinde nitelik artışını da getirmelidir. Çocuk duyarlığı yeterince gözetilmelidir. Bilinen çocuk klasiklerinin hâlâ en çok okunanlar arasında yer alması ve klasikler arasına katılan yeni eserlerin yokluğu bu noktada tam bir belirleyici olarak alınamayacaksa da, bir ipucu verebilir sanıyorum. Teorik alandaki yetersizlik de elbette etkilidir. Fakat edebiyat teorisinin edebiyatın oluşumundan sonra gerçekleştiği de unutulmamalıdır. Olmayan bir şey üzerine teori üretilemez.

Çocuk edebiyatı ya da gençlik edebiyatı gibi bir ayrımı neye göre yapmalıyız? Böyle bir ayrım gerçekten var mı? Bu ayrımların ülkemizde yeterince anlaşıldığını, kabul gördüğünü söyleyebilir miyiz? "Çocuk edebiyatı" tamlamasında bile içkinleşmiş bir hafifseme var gibi sanki...

Çocuk ve gençlik edebiyatının geçiş edebiyatı özelliği vardır. Bu, çocukluk ve gençliğin yetişkinliğe bir geçiş aşaması olmasıyla da yakından ilgilidir. Dolayısıyla bu gibi bir ayırım, çocuk ve gencin gelişme dönemlerine göre, yani yaşa bağlı olarak yapılmaktadır. Okul öncesi edebiyat, çocuk edebiyatı (7-12) ve ilk gençlik edebiyatı ya da sadece gençlik edebiyatı (13-18). Bu tür edebiyatların edebiyat araştırmalarında genellikle "hedef grup edebiyatı" olarak tanımlanması da bundandır. Yani yaşa ve gelişime bağlı olarak beliren ilgi ve ihtiyaçlardan kaynaklanmasındandır. Dolayısıyla çocuk edebiyatı, eğitimcilerce ve psikologlarca elbette bağımsız bir alan olarak algılanmaktadır. Başlı başına çocuk kitaplarına yönelmeyen fakat eserleri içinde çocuk kitapları da bulunan yazarlarla edebiyat araştırmacıları ise çocuklara yönelik kitapları genel edebiyat içinde, kendi yazış tarzı ve özellikleri bulunan özel bir alan olarak saymaktadırlar. Bağımsızlığı kabul edilsin ya da edilmesin, çocuklara yönelik, çocukları hedef alan kitapların birtakım özellikleri olduğu ve bunların göz ardı edilmeyeceği herkesin kabulüdür. Çocuk edebiyatını genel edebiyattan ayıran temel belirleyici de dil ve anlatımdır. İşlenen konunun, çocuğun ve gencin dünyasıyla ilgili olması da çocuk edebiyatının, özelliklerindendir. Çocuk okuduğu kitapta merak, ilgi, beklenti ve hayallerine kavuştuğu oranda onu kendisine mal eder, onunla özdeşleşir. Aslında çocuklar düşünülerek kaleme alınmış olmayan kimi eserlerin (Robinson Crusoe, Paul ve Virginie, Gulliver'in Seyahatleri...) çocuklarca benimsenmesi, çocuklar için ilgi çekici olmasındandır. Çocuk sonsuz bir merak ve macera duygusuyla doludur. Yukarıda adı geçen eserlerde çocuk bu duygusunu tatmin edebilmektedir. Bütün bunlar, çocuklar için yazan yazarın kendini edebiyatçı ya da çocuk edebiyatçısı olarak tanımlamasının ötesinde, bu tür edebiyatın kurallarına göre yazmanın önemli olduğunu göstermektedir.

Ülkemizde, bu ayırımların -terimsel anlamdan önce çocuklara okutulacak kitapların niteliği konusundaki ayırım- yeterince önemsenmemesi, çocuğun önemsenmesiyle ilgilidir. Çocuk edebiyatına yönelik olarak hissedilen hafifseme, çocuk edebiyatının gelişmesine en büyük darbeyi vuran -geçmişte ve kısmen şu anda- tavırdır. Fakat çocuk edebiyatı alanında, Batı'da olduğu gibi bizde de, çocukluk çağlarına yönelik edebiyat ve yayın anlayışının oluşmaya başlaması, bu tür edebiyatın giderek geliştiğinin belirtisidir. Bu bağlamda, Satı Bey'in yüz yıl önceki yakınmasının (çocuklar için yazmanın yazarlarca alçaltıcı sayılması), giderek geçerliliğini yitirdiği söylenmelidir. Artık, alanı çocuk edebiyatı olmasa bile, bazı yazarların eserleri arasında çocuk kitaplarının da bulunması önemlidir. Fakat bunların çocuklara ulaşması da önemli bir sorundur ve yana yakıla şikâyet ettiğimiz okuma alışkanlığının ülkemizdeki seviyesinin düşüklüğünde, birincil amacı çocuğa okuma alışkanlığı ve edebiyat zevki kazandırmak olan geçiş edebiyatlarının "geçiştirilmesi" en büyük sebeptir.

Çocuk edebiyatının bizdeki gelişiminden bahsedebilir miyiz biraz da? Ve bu bağlamda tezinizden?..

Toplum olarak, uzun süreden beri yüksek evrensel değerleri on yıllarca geriden takip ettiğimiz bir gerçektir. Çocuk edebiyatının bizdeki varlığı da bu duruma paralel bir çizgidedir. Fakat burada can alıcı nokta, bu tür edebiyatın Batı'da da gecikmiş olarak doğduğudur. Bu yüzden, çocuk edebiyatının bizdeki serüvenine eğilmeden, ilk kaynağına dönmek yerinde olacaktır. Batı'da çocuk edebiyatı, "insan"ın önem kazanmaya başlamasıyla gelişen bir süreçtir. Batı'da çağlar boyunca, dünyaya günahkâr geldiğine inanılan ve "küçük adam", "eksik yetişkin" olarak bakılan, yedinci yaşında, kendisinden bir büyük adam gibi iş beklenen çocuğun "çocuk" olarak algılanmaya başlaması, 18. yüzyıl Aydınlanma'sına kadar uzanır. Kişiler arasındaki ayırımın çocuk - yetişkin olmak üzere yaşa bağlı olarak değil de, sosyal sınıflara bağlı olarak şekillendiği dönemlerde çocuklar da "halk"la birlikte, masal, efsane, halk hikâyesi dinleyerek büyümüşlerdir. Bu döneme kadar yetişkinle çocuk yaşamı birbirinden ayrı düşünülemez. Çocuk kıyafetleri bile büyüklerin giydiklerinin küçültülmüş hâlidir, çocuklara özgü çizgiler yoktur. Zaten, "çocuklara özgü" diye bir kavramdan da söz edilemez. Hem insana bakışın ve bununla birlikte çocuğa bakışın dönüşüme uğraması, hem de matbaanın icadıyla birlikte "enformasyon"un yaygınlaşması dolayısıyla çocukların okuyacak kitaba ihtiyaç duymaları bu alana gelişme ortamı hazırlamıştır. Bugün çocuk klasikleri arasında yer alan birçok kitabın büyükler için yazıldığı hâlde, çocuk kitaplarında bulunması gereken birçok ögeyi içermeleri sebebiyle çocuklar tarafından "benimsenmesi", çocuk edebiyatının, aslında her alanda olduğu gibi, bir ihtiyaca binaen oluştuğunun belirtisidir. Sonrasını tamamlamak için uzun açıklamalara gerek yoktur sanıyorum.

Bizde ilk öğretimin, kız ve erkek çocuklar için resmî olarak zorunluluğu, birçok Avrupa ülkesiyle yakın tarihlere rastladığı hâlde, (1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile) çocuk edebiyatı alanında Batı ile aramızda yaklaşık bir asırlık bir zaman sekmesi vardır. Sadi'nin Bostan ve Gülistan'ı, okullarda uzun süre kıraat kitabı olarak okutulmuştur. Nabi'nin Hayriyye'si ile Sümbülzade Vehbi'nin Lütfiyye'si ve bunlara benzer örnekler, ahlâkî ve terbiyevî öğütler içeren basit eğitim kitaplarıdır. "Edebiyat"a yaklaşan tarafları olmaması yüzünden çocuk edebiyatına dâhil edilemezler. Bizdeki bu, sınırlı, plansız "kendiliğinden" varlığının yanı sıra, Batı'dan ilhamla oluşan modern anlamda çocuk edebiyatı, Tanzimat'la birlikte gündeme gelmiş, II. Meşrutiyet'le yetkin ürünler verilmeye başlamıştır. Modern edebiyatımızda olduğu gibi, çocuk edebiyatı da dergi ve gazetelerde doğmuştur. İlk çocuk dergisi, 1869'da aynı adlı siyasî gazetenin haftalık çocuk eki olarak verilen "Mümeyyiz"dir. 49 sayı sürmüştür. Bu tarihten harf inkılâbına kadar elliden fazla çocuk dergisi çıkmıştır. Çoğu uzun süreli olamamıştır. 1896'dan 1908'e kadar yayınına devam eden Çocuklara Mahsus Gazete ise 627 sayı devam etmiştir. Ondan sonra gelen Çocuklara Rehber bile 166. sayıda kalmıştır. Fakat çocuk edebiyatına yaptığı katkılar bakımından en dolgun çocuk dergisidir. Sahibi Ahmet Midhat'tır. Bu bakımdan, ilk çocuk şiirleri, hikâyeleri, tiyatroları vs. çocuk dergilerinde yer almıştır. Bizim çalıştığımız derginin önemi, çocuk edebiyatının kuruluş aşamasında hem en uzun süre yayın yapmış olmasıyla yakaladığı profesyonel çizgi, hem de çocuk edebiyatına, telif ve tercüme olarak yaptığı büyük katkılar bakımındandır. Masal ve masalsı ürünler dışında, çocuklara yönelik her tür esere yer verilmiştir. On iki yıl aralıksız yayınlanan dergi bu süre içinde kendini oldukça geliştirmiş ve Avrupa standartlarında bir çocuk dergisi olmayı başarmıştır. Bu yönüyle diğer çocuk dergilerine de örnek olmuştur. Özellikle altıncı yıldan sonra çeviri ürünlerin büyük bir ağırlık kazanması, buna karşılılık edebî seviyenin yükselmesi dikkate değerdir. Bizdeki yetersizlik, çeviriler yoluyla giderilmiştir. Tür açısından ilk yıllardaki şiirin ağırlığı, yedinci yılla birlikte tamamen ortadan silinmiş ve yerini çeviri hikâyelere bırakmıştır. Resimli romanlara ise ilk yıldan itibaren rastlanmaktadır. Şiirlerin çoğunluğu dergi dışından isimlere aittir ve bunlar da genelde lise seviyesinde öğrenim gören öğrencilerdir. Yani çocuk edebiyatı başlangıçta fazla önemsenmemiştir. Bu dergi, gerek çocuk edebiyatına, gerekse çocuk dergiciliğine katkıları açısından diğer dergilere örnek olmuş, içeriğindeki zenginlikle çocukların kültürel ve edebî gelişimine önemli hizmetlerde bulunmuştur.

Kitap olarak basılan ilk çocuk edebiyatı ürünü ise, 1859 tarihli, Kayserili Doktor Rüştü'ye ait Nuhbetü'l- Etfal'dir. Bu kitap alfabe kitabıdır ve içinde fabllar ve kısa hikâyeler bulunmaktadır. Çocuk edebiyatının yazılı ürünlerini bu eserden önceye taşıyanların yanıldıkları nokta, oldukça genel bir yaklaşımla, çocuktan bahseden her kitabı çocuk edebiyatına dahil etmeleridir. Bundan önce Tanzimat döneminde Şinasi, Muallim Naci, Recaizade Mahmut Ekrem gibi edebiyatçıların çevirdikleri ve kendi yazdıkları fabllar yanında Robinson Crusoe, Gulliver'in Seyahatleri ile Jules Verne'in gezi nitelikli romanları ilk çeviriler olarak önemlidir.

Çocuk edebiyatını bir kenara bırakırsak, günümüz edebiyatında eleştirisizlikten bu kadar çok yakınılırken, üniversitelerimizdeki "yeni türk edebiyatı" kürsülerine çok iş düştüğünü sanıyorum. Zaman zaman mezkur kürsülerin bu sebeple eleştirildiği de oluyor. Edebiyat bölümleri, çağdaş edebiyatımızı irdeleyecek bir görev yüklenmek zorunda değil mi?

Edebiyat eleştirisi iki yolda ilerlemektedir: İçeriden ve dışarıdan. Edebiyat âlemindeki eleştirmenlerin çoğu aynı zamanda edebiyatçı da oldukları için, daha doğru bir ifadeyle edebiyat dünyasının içinde bulundukları için, içeridekiler tabiriyle onlar kastedilmektedir. İçeriden eleştiri daha çok güncele yöneliktir ve edebiyat ortamının oluşmasında etkilidir, bu, birincil işlevidir. Bilimsel eleştirinin işlevi ise edebiyat gündemi oluşturmak değil, varlığı kesinleşmiş edebiyatın konumunu genişliğine ve derinliğine belirlemektir. Dolayısıyla "müdahale" konumu içeriden eleştiriye düşmektedir. Bilimsel eleştiri zaman faktörünü, yani eleştirmen ve bir anlamda eleştirmenin yönlendirdiği okuyucu faktörünü de göz önünde bulundurmak durumundadır. Bu bağlamda, bilimsel eleştirinin çıkış noktası çoğu zaman içerden eleştirilerdir. Bilimsel eleştiricinin, ya da edebiyat araştırmacısının, yaptığı işten sorumluluğu vardır. Bu, eleştirmen için görece bir sorumluluktur, bu yüzden söylediklerinin "doğru"luğu tartışmaya açıktır. Oysa akademisyen, sadece "doğru"ları bulmak ve dile getirmekle yükümlüdür. Ve görüşünü ispatlamak zorundadır. Akademisyen de elbette, eleştirmenlerin yaptığı işe soyunabilir ve kültürel dergilerde yazılar yazabilir. Fakat sorun yazının yayınlandığı yer değildir, yazının niteliğidir ve bir akademisyenin "hakemli" olmayan dergilerde yayınladığı yazılar, bilimsel kriterlere göre amatör uğraş olarak görülmektedir. Akademisyen, yazısının şeklini bile (punto, yazı stili vesaire...) belirlenen kriterlere uydurmak durumundadır. Eleştirmenlerin kişisel üslûplarına karşılık akademik üslûbun ortaklığı da aradaki farkı ortaya koymada önemli bir göstergedir. Edebiyatın şekillenmesindeki bu dışarıdan tavır, akademisyenlerin, "kendi işlerini" yapmakla yetinmeleriyle ilgilidir sanıyorum.

Kırkikindi'ye konuk olmuş yazarlara sıklıkla sorduğumuz sorulardan birini size de sormak istiyorum: Teknolojinin, kitabı daha doğrusu kağıdı yok edeceğinden, bildiğimiz anlamıyla kitabın, derginin, gazetenin, kütüphanenin yok olacağından bahsedilmesi, sanal olanın bu kadar ileri boyutta bir anlam ifade etmeye başlaması, şu söyleşinin de ennihayetinde sanal ortamda gerçekleştirilmesi ve sanal bir dergide yayınlanacak olması... Hasılı "yazı"nın değilse bile alıştığımız halleriyle kültürel aygıtların belki de tamamen ortadan kalkacak olmaları... Siz bütün bu durum karşısında neler hissediyorsunuz?

Teknolojinin o kadar da abartılacak bir tarafı yok bence. Ben, bundan yaklaşık 6-7 yıl önce, 2025 yılında, bir dilden bir dile kendiliğinden çeviri yapacak aygıt üretilecek diye bir haber duyduğumda çok şaşırmıştım. Öyle bir makine hâlâ yok muymuş; teknoloji bu kadar geri miymiş? diye. Bunu bile üretememişse, insanlar niye "Teknoloji teknoloji" diye hop oturup hop kalkıyorlar diye. İnsanoğlu büyük bir "kanıksama" edimi içinde sürdürür yaşamını. Yaşanırken kanıksanacak bir hadise için şimdiden endişelenmenin bence bir anlamı yok. Daha doğrusu endişelenmeye gerek yok. Okullarımızda yazı hâlâ "kalem"le öğretiliyor. Yazının icadından beri olageldiği şekliyle. Yüzlerce yıllık bir "tavır"ı, 20-25 yıllık bir makine elbette yok edemez. Çevresi ne denli "kuşatılmış" olursa olsun, insan, "doğası"na dönmeyi her zaman bilmiştir. Teknoloji insan hayatını kolaylaştırır, fakat onu doğasından ayıramaz, kısa süreli uzaklaştırabilir. Bir zamanlar da, "çet" yoluyla roman yazmak fikri düşmüştü bir romancının kafasına. Bu yalnızca bir fantezi olarak algılanabilir. İnsan gibi doğa ve dünya da değişimlere karşı koyamaz; fakat yapay bir yaşam da söz konusu olamaz.

Son bir soru: Türk romanından, Türk şiirinden "sevdiğiniz", "tuttuğunuz" yazarlar, şairler kimler? Dünden ya da bugünden... Dolayısıyla nasıl bir edebiyat yaklaşımını kendinize daha yakın buluyorsunuz? Edebiyatımızın "postmodern"in kıyılarında dolaştığı şu günlerde...

Her insan edebiyatta, az çok kendinden bir şeyler bulmak ister. Başka hayatlara duyulan merak, kanaatimce bunun önüne geçemez. Güzel yazılmış eserler içinden bu türde olanlar okuyucuya daha sıcak gelir. Fakat önemli olan, estetik değeri olan eserler içinden bir seçme yapabilmektir. "Yazış" ve "duyuruş" bakımından ilk dile getirilmesi gereken isimler olarak Attilâ İlhan, Hilmi Yavuz ve Lâle Müldür aklıma geliyor. İkinci Yeni'yi ise Türk şiirinin çok önemli bir aşaması olarak görüyorum. Roman ve hikâyede ise, yukarıda bahsettiğimiz kendini bulmak istemek bilinçsiz tercihinden kaynaklanmak üzere kadın yazarlar öne çıkıyor. Fakat bu alanda yazarlardan çok eserler önem kazanmaktadır.

Röportaj: Abdullah Harmancı

Havva Sena Yaman, Yeni Türk Edebiyatı araştırmacısı. İlgi alanlarından biri de çocuk edebiyatı...  
Türk Şiir AnıtlarıTümü »
» Şeyh Galib
» Taşlıcalı Yahya
» Ahmet Haşim
» Namık Kemal
» Mehmet Akif Ersoy
Edebiyat DergilerindenTümü »

» Düşman Kazanma Sanatını Bilen İnsan / Sami Güçlü
» Hamdolsun Teşrifatçı Değilim / Hüseyin Akın
» Babam Gelmiş Babam Gitmiş Türkiye Varmış Türkiye Yokmuş / Osman Özbahçe
» Epik ve Dramatik Şiir Hakkında / Goethe-Schiller
» Evden Bozma Bir Pansiyon / Hayriye Ünal
KırkpâreTümü »

» Suç Bende / Deniz Işık
» Sesinden İçmek Senin / İnci Okumuş
» Gittin / Ramazan Özer
» Akasya Ağacı / Atilla Akın
» Son / Senem Gezeroğlu

Yorum yazabilmeniz için üye olmanız gerekiyor. Üye olmak için tıklayın.

(Üye iseniz sayfanın en üstünde sağ tarafta yer alan kısımdan giriş yapmalısınız.)


Henüz yorum yapılmamış.

Üye Girişi
Kullanıcı adı
Şifre
Beni hatırla
Şifremi unuttum!
Ücretsiz Üye Olun!
Son 10 Yorum
toplantı (10.12.2013 - 17:25)
tek söğüt (26.02.2013 - 01:08)
yok var, var var (26.02.2013 - 01:06)
Hoş bir yazı (17.08.2012 - 00:19)
beklerken (27.05.2012 - 21:07)
bir yorum (21.12.2011 - 20:20)
bir yorum (21.12.2011 - 20:13)
işte tam da böyle (18.11.2011 - 20:37)
Gitmek (18.11.2011 - 19:53)
ELİF LAM RA (28.10.2011 - 00:02)
Yorum için üye olun!