Ufuk Onursal, 1 Haziran 1954'te İstanbul'un Fatih ilçesinde dünyaya geldi. Öğrenim hayatını ilkokul dördüncü sınıfa kadar devam ettirebildi. Daha sonra babasının yokluğu dolayısıyla çocuk yaşta ailenin tüm sorumluluğunu üstlendi ve çeşitli işlerde çalıştı. Evli ve iki çocuk babasıydı. 1 Mart 2002 günü vefat etti. "Samanyolu'na Göç" yazarın ilk eseridir.
· SAMANYOLU'NA GÖÇ: SUNUŞ / PROF. DR. M. ORHAN OKAY
Geleneksel hikâyeden Batı tesirindeki roman'a geçişimizin ilk tecrübeleri 1874-1876 yıllan arasında olduğuna göre romancılığımızın 125. yılında bulunuyoruz demektir. Daha adından başlayarak kültürümüze yabancı bir kaynaktan gelen romanın bu uzun süre içinde epey yoğun bir macerası oldu, çetin merhalelerden geçti. Bazen tekniğinden muhtevasına kadar varlığını batılı örneklerinde aradı, bazen kendi öz kaynaklarına inerek yerli bir havaya özendi. Kah sanatın fildişi kulesine kapandı, kah ideolojilerin emrine girdi. Bazen dış dünyaya açılıp somutun somutu olaylara, maceralara daldı, bazen ruhun derinliklerine, şuuraltına girip soyut bir âlemden haberler getirdi. Çok defa da bütün bunların değişik dozlarda terkibini tercih etti. Ama her zaman edebiyat gündemindeki yerini korudu. Hatta bu gündemde bin yaşındaki yaşlı ve tecrübeli rakibi şiirin hemen ardından ismini sürüklemeye muvaffak oldu.
Son yılların roman ve hikâyeciliğinde, teknikle muhteva arasında bir özellik yoğunlaşmaya yüz tutuyor. Romanın içinde roman yazan, romanın kendisi, romanın oluşma macerası yer alıyor. Roman, romanın içinde kahramanlardan biri olarak mevcut. Buna galiba kendini yazan roman diyorlar. Yalnız roman değil, aynı durum tiyatro oyunlarında, hatta sinema senaryolarında da var. Demek artık romancının, daha doğrusu roman'ın iç macerasına sıra gelmiş. Ufuk Onursal'ın eseri, bilgisayarın sanal dünyası ile hayatın gerçeklerini aynı metinler içinde bütünleştirirken bir taraftan da romanın hikâyesini veriyor.
Samanyolu'na Göç'te şimdi adına çerçeve roman denilen bir teknikten faydalanılmış. Bu da aslında bizim geleneksel hikâyemizin işleniş tarzlarından biri. Başta Mevlana'nın Mesnevi'si olmak üzere gerek halk hikâyelerinde gerekse diğerlerinde sık sık rastladığımız, hikâye içinde başka bir hikâye, anlatıcı içinde başka bir anlatıcı, bir zincirin halkaları gibi fakat daha esrarengiz bir şekilde birbirilerine bağlanıyor, sonra tekrar çözülüyorlar.
Samanyolu'na Göç'ün güzel bir dili var. Kahramanların iç mutluluğu zengin, ışıklı ve pırıltılı dış dünya tasvirlerine yansıyor. Kâinat'ın fizik yapısı ile mistik bir mutluluk kurulması yer yer zorlayıcı diyaloglara sürüklüyor. Buralarını yazar için nazarlık telâkki ettim.
Romanın, sanatın, bilgisarlar dünyasının ve yeni bir pastoral senfoninin davetine hoş geldiniz.
· SAMANYOLU'NA GÖÇ / BURHAN SAKALLI
Ufuk Onursal'ın ilk, tek ve -maalesef- son romanı olan "Samanyolu'na Göç", gerçekten "Samanyolu"na "göç"müş bir yazarın, bir romancının romanı. Bu yönüyle belki de Türk edebiyatındaki "ilk"lerden birisi. Yazarı bugün hâlâ yaşıyor olsaydı yine böyle olur muydu, bilemiyoruz. Fakat kesin olan bir şey var, o da bu romanı, yazarın başka romanlarının takip etmeyeceği/edemeyeceği.
Biyografisinde de yazdığı gibi Ufuk Onursal, ilkokulu yarıda bırakmış, bir daha da eğitim-öğretim hayatı olmamış sıra dışı bir yazar ve romancı. Belirgin özelliklerinden biri de yazmaya -en azından disiplinli olarak- çok geç başlamış olması. Bu yönüyle Samanyolu'na Göç biraz da "geç" bir roman. Samanyolu'na Göç, işte böyle bir romancının romanı. Bütün bunlara rağmen, dil, kurgu ve işleniş tarzı bakımından alışılmışın dışında, farklı ve özgün bir yapıt. Benzerlerine belki "çerçeve roman"larda ve daha çok Mevlana'nın Mesnevi'sinde, Beydeba'nın Kelile ve Dimne'sinde ve Süleyman Tevfik'in Tutiname'sinde ve bazı halk hikâyelerinde rastlayabileceğimiz geleneksel anlatının yeniden ele alınmış bir örneği. İç içe girmiş hikâyeler, birbiriyle kesişen öyküler, birbirinin öyküsünü anlatan öykücüler, anlatıcı halkaları, kaderleri birbirleriyle ilişkili ve ilintili kahramanlar... Belki de en iyi örneğini Binbir Gece Masalları'nda görebileceğimiz tarzda okuyucunun merak unsurunu sürekli zinde tutan, her biri kendi içinde bağımsız ve fakat aynı zamanda da başka hikâyelerle birlikte bir "galaksi" meydana getiren nehir romanların tadını barındıran bir yapıt. Samanyolu'na Göç, moda tabirle, sanal alem ile gerçek hayatın bir yerlerde buluşmasının "hikâye edilmesi"dir.
Bu roman içinde, roman yazarını, romanın ortaya çıkış macerasını ve romanın kendisini buluyoruz. Öyle ki; Samanyolu'na Göç, romanın içindeki kahramanlardan, hikâyelerinden sadece biri gibi gözüküyor bize. Romanın ortaya çıkış macerası okuyucuya şu şekilde sunuluyor: Öykücü, yanında yeni yazdığı öyküsünün kayıtlı olduğu disketle birlikte yazıcı formu almak için bir bilgisayar malzemecisine gidiyor. İşini bitirip dükkandan çıkıyor; çıkıyor çıkmasına ama o anda farkına varmadığı ancak eve dönüp bilgisayarın başına oturduğunda farkına vardığı bir yanlışlığı fark ediyor. Öykücü elindeki disketi bilgisayara sürüyor, ama o da ne, karşısında hiç tanımadığı, daha önce hiç görmediği satırlar... Tanıdık satırlar tanıdık figürler arıyor, lakin nafile, bulamıyor. Sonra aklı başıma geliyor, kendi disketini nerede bıraktığını hatırlıyor, ama bu diskette yazılı olan öyküyü de merak ediyor. Aynı merak öykücünün eşinde de uyanıyor. Bilgisayarın başına oturup, diskette yazılı olan öyküyü beraberce okuyorlar. Aslında öyküyü demek yanlış olur, çünkü öykü, içinde başka öyküleri de barındırmaktadır. Öykü bittikten sonra öykücü, bu öykünün sahibini arar. Bulur, kısa da olsa konuşurlar. Ama öykünün sahibine öyküsünü veremez, çünkü gemi çoktan kalkmıştır limandan...
Onursal kitapta tabiatın fiziki yapısını canlı bir şekilde gözler önüne sererken, onun ruhi yapısı hakkında okuyucuyu zaman zaman düşünmeye sevk ediyor. Ve yazar, uçsuz bucaksız Samanyolu'nu dolaşmadan "Önce içimizdeki bilinmeyen uzaklıkların yolculuğuna çıkalım." diyor. Sonra da soruyor: "İçimdeki görülmez şehirler mi, yoksa iki yüz milyar yıldızı barındıran Samanyolu şehri mi büyük?"
Kitapta, insanlar, şehirler, tüm canlılığıyla tabiat sunulmuştur gözler önüne. Ama herhangi bir ırk ve coğrafya ve bölge ayrımı yapılmadan ve hiçbir kahramana isim verilmeden yapılır bütün bunlar. Neden diye sorarsanız eğer, cevabı satır aralarında gizli. Bu belki de yazar tarafından özellikle yapılıyor. Böylelikle eserin çağrışım ve evrensel duruşu daha bir yoğunlaşıyor.
Kitapta dikkatimizi çeken bir nokta da şu: Kitabın isminde ve içinde geçen 'Samanyolu' ile yazarın kullandığı -yazının başında değindiğimiz- anlatım tekniği arasında bir benzerlik var. Zira Samanyolu da iç içe girmiş milyonlarca yıldız, gezegen, meteor, kum tanecikleri... vs.'den oluşmakta. Yazarın kullandığı, bugün adına çerçeve romanı denilen anlatım tekniğinde de iç içe girmiş hikâyeler, olaylar, anlatıcılar bulunmakta. Yani bir çeşit anlatım yolu "Samanyolu".
Yazar bu anlatım tekniğini bilerek mi yoksa tesadüfi olarak mı kullandı bilemiyoruz. Ama kesin olan bir şey var, o da bu iki varlık ve ifade etme şeklinin birbirine olan benzerliği.
Ufuk Onursal kitabında olay ve olayların bir yer altı nehri gibi akması için her şeyi yapmış. Sanal alem, gerçek hayat, sonsuzluk, sonsuzluğun kanıtı, gizem, varlığın sebebi... Bir nefeste okunacak mükemmel bir sunum... Bu anlamda, belki de bu yüzden "hikâye" tadında bir roman. Gizli, gizemli, esrarını muhafaza eden ruh tahlillerine yer vermeyen, uzun betimlemelere mesafeli, "an"ın peşinde.
Sonsuzluğun ipuçları aranıyor bütün bir roman boyunca. Yazarın sunduğu sonsuzluğun kanıtını satırların sessizliğinde aramak için yolculuğa çıkmaya ve zaman zaman satır aralarındaki düşünce denizine dalmaya ne dersiniz?.. Zira yazar: "Düşünmek insanlık doğumudur." diyor.
Çağımızın abartmalar ve yalanlar dünyasında kimi kez kimliklerimizi gizler, sürekli değişik maskeler kullanır ve kendimize de yabancılaşırız. Yabancılaşmayı o kadar benimseriz ki kendimizi tanımak için açılan kapıyı sonuna kadar kapatırız. Kendi benliğimizde yapacağımız yolculuğumuzda hoşumuza gitmeyen şeyler ile karşılaşabilme korkusu bizi bu yolculuktan alıkoyan sebepler arasındadır. Şifrelerimizden sıyrılmak, komplekslerimizden arınmak ve sadece "ben" olmayı başarabilmek... Sonuna kadar kapatılmış kapıların ardında gizli, yalın bir ifadeyle "Samanyolu'na Göç" içimize yapılan göçte en az zararla kurtulmayı ve bu yolculuğa bir gün herkesin çıkması gerektiğini hatırlatıyor, hem de şartlar ne olursa olsun. Şairin dediği gibi:
"Dün sabaha karşı kendimle konuştum Ben kendime çıkan bir yokuştum Yokuşun başında bir düşman vardı Onu vurmaya gittim Kendimle vuruştum"
Kendimiz olmaya başladıktan sonra karşımıza çıkanlar hiç bilmediğimiz sırları ortaya çıkarır.
Aşk değişmektir. Kendin bile farklı olmak... Aşkla gelen, tepeden tırnağa geçirilen değişim, kimi kez daha köktenci sonuçlara yol açar, insan kendini yeni bir kimlikle, kimlikte bulur. Sanki ölmüş ve bambaşka biri olarak doğmuştur. Planlanmayan, beklenmeyen umulmadık bir anda karşımıza çıkıveren, beklemeyenlerin ve beklenmeyenlerin başına geliyor tüm doğallığıyla. Onun için geldiği zaman kurulu düzenin kurallarını yerle bir eder.
"Samanyolu'na Göç"te genç adamın, sakat ve kötürüm kızı koltuk değneklerine aldırmaksızın, hesapsız kitapsız sevmesi gibi. Çehov'un dediği gibi "Aşk her şeye boyun eğer." Bu güçlü duygu karşısında ne tutunabilir ki, "Samanyolu'na Göç"ün genç adamı tutunabilsin?
Ufuk Onursal, romanında bizi bir yolculuğa davet ediyor. Samanyolu'na, içimizdeki "Samanyolu" yolculuğuna. Önyargılarımızdan, korkularımızdan, komplekslerimizden kurtularak... Ve Binbir Gece Masalları'nın yüzlerce, binlerce kahramanlarından birinde kendimizi bulduğumuz gibi, "Samanyolu'na Göç"te de, hiç olmazsa kahramanların birinde kendimizi bulabiliriz, kendimizle yüzleşebiliriz.
Samanyolu'na Göç, Ufuk Onursal, Beyan Yayınları
Ufuk Onursal, 1 Haziran 1954'te İstanbul'un Fatih ilçesinde dünyaya geldi. Öğrenim hayatını ilkokul dördüncü sınıfa kadar devam ettirebildi.