Hasret canına tak deyince onu beklemeye koyuldu. Geleceğine ilişkin hiçbir haber yoktu ama yine de bekleyecekti. Beklemeliydi. Beklerse belki gelirdi. Beklemezse kesinlikle gelmeyecekti.
Otogara gittiğinde sabah ezanları yeni okunmaktaydı. Bekleme salonunu uykulu gözlerden, gerneşik vücutlardan akan rehavet kaplamıştı. Dışarı çıktı. Yolcu indirme peronuna yöneldi. İnsanlardan uzak, gelen otobüsleri rahat görebileceği bir konum belirledi kendisine. Beklemeye durdu. Dakikalar geçti. Saatler... Yüzlerce otobüs gelmişti. Binlerce Yolcu... Beklemeye devam etti. Kar da yağmayı sürdürüyordu... Aynı konum ve aynı kararlılıkla beklemekteydi. Geleceğini biliyordu. Onu bu kadar isterken ve özlerken, elbette o da kendisini istemekte ve özlemekteydi. Beklemeyi sürdürdü... ta ki bir kez daha sabah ezanları okundu. Kuşlar tüneklerinden uçtular. Simitçiler alacakaranlık caddelerde "taze taze çıtır çıtır gevrekler" diye bağırdılar. Kimsenin dikkatini çekmeyen bir mevziye doğru koşturan iki çocuk sesi duyuldu. Bir yandan da bağırmaktaydılar: 'Anne bak! Kardan adam.' Çocukların şen kahkahaları kardan adamın paldır küldür yere serilivermesiyle ürkünç çığlıklara dönüşüverdi. Geldiler: Zabıtalar, polisler, yolcular, yolsuzlar, çoluklar, çocuklar... Curcuna tam tekmildi. Tutulan zabıtta, donarak ölen bir adamdan bahsedildi.
Hasret canına tak deyince onu beklemeye koyuldu. Geleceğine ilişkin hiçbir haber yoktu ama yine de bekleyecekti.