Topun atılmasına az bir süre kaldığı mutfakta yaşanan telaştan anlaşılıyordu. Evin hanımı mutfak ile oda arasında mekik dokuyordu. Kız, annesinin kendisine verdiği görevleri yerine getirmenin gayretindeydi. Bey, her zamanki gibi ezanın okunmasını bekliyordu tatlı bir telaşla. Ezanla birlikte sigara içmeyi aklından geçirdi. Gözleriyle sigara tablasını kontrol etti. Televizyonun kumandasına dokundu. Kanaldan kanala geçti. Yanık sesiyle ilahi söyleyen birine takıldı; vakit geçsin diye dinledi. "Bu gün de çok acıktım", diye mırıldandı. Mutfaktaki hanımına bağırdı:
- Bari güzel yemekler yapsaydın!
Mutfaktan herhangi bir ses gelmedi. "Duymadılar herhalde", diye geçiştirdi. Kulağı televizyonda, elindeki gazeteyi öylesine karıştırdı. "Aç aç okunmuyor ki", diyerek gazeteyi kanepenin üzerine bıraktı. Tekrar saatine baktı. Aklına oğlu Umut geldi. Gözleri Umut'u aradı. Mutfağa seslendi:
- Hanım, hanım!
Hanımı kızı gönderdi babasına:
- Buyur babacığım, dedi.
- Kızım, Umut nerede?
- Dışarıda galiba.
- Şunu çağır bana.
- Ama işim var benim!
- Sen çağır. Sonra işini yaparsın.
Kız sessizce odadan çıktı. İçten içe kızdı. "Bunca işimin arasında bir de dışarıya çık..." Kapıdan dışarıya başını uzattı. Çocuklarla oynayan kardeşini gördü:
- Umut! Umut!
Umut oyuna o kadar dalmıştı ki ablasının seslenişini duymadı bile. Ablası biraz daha yaklaştı. Tekrar seslendi:
- Umut! Babam çağırıyor. Çabuk gel, dedi.
Oyunu bırakmak istemeyen Umut, istemediğini belli eden bir tavırla omuzlarını silkti.
- Bana ne? Bana ne?
- Babam çağırıyor, dedim sana.
Çocuk istemeye istemeye evin yolunu tuttu. Zaten babasına kızıyordu. Oruç tutmayı çok istiyordu ama babası buna izin vermiyordu. Babasının "sen daha küçüksün", sözlerine alınıyordu. Hele sahura kalkmayı çok istiyordu. Meraktan mı? yoksa arkadaşlarının yanında sahura kalktığını söyleyerek, büyüdüğünü mü gösterecekti?
Koşturması sebebiyle kan ter içinde odanın kapısından başını uzattı:
- Buyur baba, dedi.
- Nerdesin?
- Arkadaşlarla oynuyorduk.
- Dışarı çık da ezanı dinle; okununca haber ver!
- Peki babacığım.
Umut geldiği hızla geri döndü. Doğruca arkadaşlarının yanına gitti. Kaldığı yerden oyuna devam etti.
Oynadıkları arkadaşları birer ikişer evlerine dağıldılar. Topun atılma vaktine on dakika kalmıştı. Topun sesi evden çok iyi duyulmadığı için babası Umut'u ezan dinlemeye göndermişti. Havanın bulutlu oluşu zamanından önce kararmasına sebep olmuştu. Umut'un küçük masum yüzü birden değişti. Aklına bir şey geldi. Bir gün önce babasıyla haberleri dinlemişti. Rize'de vaktinden önce atılan topla oruçlar bozulmuştu. Rizelilerin oruçlarını yeniden tutmaları gerektiğini duyunca sinirlenmişti babası.
Aklına geleni yapmaya karar verdi. Hızla eve koştu. Sofra ortada, etrafında aile fertleri oturmuş ezan bekliyordu. Kapıyı açar açmaz bağırdı:
- Ezan okundu!
Elini yıkamak için lavobaya gitti. Ellerini kurulayıp, tüm masumiyetiyle sofraya oturdu. Gözünün altından iştahla yemek yiyen babasına baktı. Az sonra olacakları düşünmek istemedi. İçinden "sen birazdan görürsün", dedi. Babası ilk hızını kaybetmiş; yavaşlamıştı. Sigara içme zamanının geldiğini düşünerek kenara çekildi. Tam sigarayı yakmıştı ki, minareden yükselen ses odanın içinde yankılandı: "Allahu ekber, Allahü ekber..." Baba ne yapacağını şaşırdı; telaşlandı. Bir gün önceki olayı hatırladı. Kızardı; renkten renge girdi. Dudakları gerildi. Gözlerini kıstı, kaşlarını çattı. Yüzü barut gibiydi. Umut, babasının kötü bir şey yapmasından çekindi. Derin bir nefes aldı. Bir şey söyleyecek oldu; vazgeçti. Anne ve kız, olanlara bir anlam veremedi. Üç çift göz Umut'un üzerinde odaklandı.
Umut, yaptığı işin şakaya gelir bir tarafının olmadığını, ortamın ciddiyetinden anladı. Tazecik yüzünde hüzün kasırgaları esti. Yaptığının yanlışlığının farkına vardı, utandı. Gözlerini kucağından kaldırmadı. Ezildi; üzüldü. Dudakları titredi. Pişmanlık duygusunu tüm hücrelerinde hissetti. Ellerini ovuşturdu. Dayak yiyeceğini düşündü. Gözlerinden bir damla yaş aktı; yanaklarından kaydı.
Baba gözlerini ayırmadan Umut'a baktı. Demir soğukluğunda bir sesle:
- Bilerek yaptın değil mi?, dedi.
- ...
Baba sorusunda ısrar etti:
- Neden yaptın?
- ...
- Doğruyu söyle!
- ...
- Doğruyu söylersen dövmeyeceğim.
Utangaç, ezilmiş bir tavırla, belli belirsiz konuştu:
- Beni sahura kaldırmadığın için kızmıştım. Oruç tutmak istiyorum "küçüksün" diye tutturmuyorsun.
- Bunun için mi?
- Evet.
Babasının kızgınlığı bir anda yok oldu; ama belli etmedi:
- Hangi sebeple olursa olsun; yaptığın doğru değil. Bilerek oruç bozdurmak günah olur. Sonra, annen, ya ablan?!
- Özür dilerim. Bir daha yapmayacağım.
Umut'un bu içtenliği, buz dağı gibi olan ortamı yumuşattı. Gerilen yüzler rahatladı.
Babası kucağını açtı:
- Gel buraya kerata!, dedi.
Umut babasının kucağına atladı. Birbirini çok seven, uzun süre sonra ilk defa karşılaşan iki kişinin kucaklaşması gibi sımsıkı sarıldılar. Babası Umut'un göz yaşlarını baş parmağıyla sildi. Saçlarını okşadı:
- Bir daha asla böyle bir şey yapma, diye tembihledi. Umut ise:
- Yapmam babacığım, diyerek kucaktaki yerini sağlamlaştırdı.
O günden sonra sahur sofrasında hep dört kişi oturdular.
Topun atılmasına az bir süre kaldığı mutfakta yaşanan telaştan anlaşılıyordu. Evin hanımı mutfak ile oda arasında mekik dokuyordu.