İç dünyasındaki saflığı bulandırmak, bedenini yerle bir etmek için onu gözetleyip duran gizli, yığınlarca şey vardı. Koyu karanlık, ağır bulutlar üzerine yığıldı. Güneşin ışıkları, gündüzün ziyası söndü. Ruhunun her bir köşesini karamsarlığın örtüsü sardı. Uzun süre onu, yaşamın kaynaklarına bağlayan bütün bağlar koptu. Belki geçicidir, diye halini ilan etmekten kaçtı. Lakin bu durum biricik can yoldaşının gözünden kaçmadı.
- Sana neler oluyor? Neden sıhhat ve afiyette değilsin? Sen doktorsun!
- Sıhhat. Kıskanıyorum onu. Arkadaşlarım beni baştan sona muayene ettiler ve tebrik ettiler...
- O zaman sana bir şeyler oldu. Depresyona girdin.
- Kendimi dinliyorum, ama buna dair hiçbir belirti göremiyorum.
- Belki bu, yoğun iş hayatından sonra içerisine düştüğün boşluktur.
- İddia edilen boşluk nerede. Kulüp, arkadaşlık, spor, musiki, okuma ve bunlara ek olarak her şey var bir tanem!
Geçmişini düşündü. Mazisi ona, kısa ve net, daha güzelinin de sunulması mümkün olmayan bir rapor takdim etti.
Pamuk tüccarı bir babanın şeref ve itibar sahibi evinde doğmuştu. Bu sıralarda ülkesi çalkantılı ve fırtınalı günler geçirmekte idi. Ancak o, babasının "Sen kendi işine bak. Milletin etlisine sütlüsüne karışma." tavsiyesine sarılarak kendisi için sağlam bir sığınak buldu. Babasına olan sevgisi ve hayranlığı sebebiyle tavsiyesine tutundu. Sevgi ve tercihlerinde babasının yardım elini uzatmasına gönülden razıydı.
Öğrenci olduğu yıllarında her yer depremlerle sarsılıyordu. O kendi kabuğuna çekilmişti, sakindi, gözlemliyordu ve tebessüm ediyordu. İnsanlar hangi konularda fikir ayrılıklarına düşüyor? Niçin birbirlerine giriyorlar? Kesinlikle hiçbir şeyi önemsemiyordu. Bir gün babası, "Olgun insan daima olgundur. Olgunluk özgür bir ülkede de, sömürge bir memlekette de olgunluktur." demişti. Bunun için bütün vaktini kendisini yetiştirmeye adadı. İlme, spora, kültüre, sanata tutundu. İyi derecede piyano çalıyordu. Tıp okudu. Babasından düşen miras sebebiyle bir muayenehane açmadı, doktorluktan para kazanmadı. Teorik bir alanda ihtisas yaptı, doktorasını İngiltere'de tamamladı. Sağlık Bakanlığında bir kadro aldı. İlk başta halkla bağ kurmak, hastanelerde çalışmak fikri kendisine hoş gelmedi. Gözde makamlara ulaşmak için çabalayıp durdu.
Belki de tek başarısı bizzat kendi isteği ile gerçekleştirdiği evlilikti. Gerçi böyle bir tercih yapmasında babasının payı çoktu. Sanki babası hanımını onun için seçivermişti. Sağlık bakanlığı müsteşarının kızı ile evlenmişti. Hanımı, tertemiz ahlakın yanında, uygun bir eğitim, liyakat ve güzellik ile ilgili bütün şartlara sahip idi. Ev, iş ve kulüp arasında sakin ve mutlu bir hayat sürdürdü. Sanki ona asrının heyecanlarından, değişimlerinden, şiddetli fırtınalarından koruyan bir aşı yapılmıştı. Çok başarılı, güzel iki oğlu oldu. Babasının yaptığı gibi oğullarına kendi şeklini vermekte kusurlu idi ama olsun, büyük rüyası gerçekleştiği için ikisinden de memnundu. Doktor olmuşlar ve annelerinin seviyesine, maharetine yakın aynı zamanda çağın gereklerine uyum sağlamış iki kızla evlenmişlerdi.
Bakanlık müsteşarlığına terfi etmişti. Temmuz İhtilali[*] oldu, her tür şüpheden uzak olması sebebi ile ona hiçbir şey olmadı. Sevinçle ve mutlulukla dolu yeni bir hayata başlamak için kanuni suresi dolduğunda emekliye ayrıldı. O gerçekten mutlu bir adamdı. Şanslıydı. Tabii ki hayat, iyileşebilecek bir hastalık, anlayışsız eş, çocukların serkeşliği, iş hayatındaki yarış gibi geçici rutin tasalardan da uzak değildi. Ancak hayat, geniş bir okyanus üzerindeki gelip geçici dalgaların su üzeride bıraktığı izlerin yok oluşu gibi mutluluk ve istikrarın izlerini hemen siliveriyordu. Bundan sonra ne olmuştu?. Niçin tatlı, hoş zevkleri yok olup gidiyordu? Neden şikayetlerden kaynaklanan ahu vahlar üst üste yığılıp kalmış, şikayet etmekten başka bir konu kalmamıştı? Bunlardan daha da korkuncu, mutluluğunu üzerene bina ettiği, kulüp, arkadaşlık, hanım, yemek, spor, bütün dayanaklarını terk etmişti. Yenilgiye razı olmadan, ümitsizliğe teslim olmadan önce isteksizce eski dostu, kadim arkadaşı olan bir psikologa gitti. Kullandığı ilaçlar tesirini gösterdi, hali düzeldi, sağlığına kavuştu, uzun süren baygınlığından ayıldı. Ancak bununla yetinmedi ve doktoruna sormaya başladı.
- Mutluluğun orta yerinde niçin depresyona girdim?
- Belki de bizzat mutluluk sebebiyledir.
Çok zengin görüş alışverişinde bulundular. Ve adam şöyle dedi:
- Sen benim payıma düşen mutluluğun türü ile alay ediyorsun.
[*] Başbakan Nehhas'ın İngiliz yanlısı kral tarafından görevden alınması, yeni başbakanın da istifası ile ortaya çıkan kaos ortamından istifade eden Nasır ve arkadaşlarının, 22/23 Temmuz 1952 gecesi yönetime el koymasıyla Mısır toplumu, devrimci bir dönüşüme maruz kalmıştır. İhtilal sabahı saray çevresine yakınlığı ile bilinen Muhammed Necib ile ilişki kuran ve onu darbenin başına getiren Nasır, Mısır'da yeni bir dönemin başlamasında aktif bir rol oynamıştır. Darbecilerin bütün şartlarını kabul ettiğini bildirse de, Kral Fâruk da ihtilal sabahı tahttan indirilerek ülke dışına çıkarılmıştır. Muhammed Necib her ne kadar ihtilalin lideri olarak görünse de ülkedeki güç, esas olarak Nasır'ın elinde toplanmıştır.
Kaynak:
Kitap Adı: الفجر الكاذب Yazar: نجيب محفوظ
دار مصر للطباعة
رقم الإيداع: 8119/1989
الترقيم الدولي: 0-0559-11-977
مرض السعادة hikayesi: s. 57-60
İç dünyasındaki saflığı bulandırmak, bedenini yerle bir etmek için onu gözetleyip duran gizli, yığınlarca şey vardı. Koyu karanlık, ağır bulutlar üzerine yığıldı.