Bu ay Mehmet Gönül[*] ile ud hakkında konuştuk. Gönül, bizlere Klasik Türk Müziği'nin tarihsel süreci, müzik-tasavvuf ilişkisi, akademik ve müzikal çalışmaları hakkında pek kıymetli bilgiler sundu. Bu dolu dolu sohbetten faydalanmanız temennisiyle...
Udun tarihi gelişiminden de faydalanarak fiziki özelliklerinden bahsedelim evvela. Bazı kaynaklarımız udun tarihini Âdem (a.s.)'e kadar dayandırıyor, ama bugünkü şekliyle değil. Orta Asya'da kullanılan kopuz ve pantur denilen bir saz var mesela. Pantur, kopuzdan da evvel. Sonra isim tambura dönüyor. Zaten bağlama dediğimiz şeyin esas ismi de "tambura"dır. Ud da bağlama gibi gövdeye sap eklenmesiyle oluşmuş bir saz. Dolayısıyla bu tip konsantre ve birleşmiş sazları, geçmişi itibariyle Adem (a.s)'e dayandıran kaynaklar mevcut (Abdülbaki Nasır Dede, "Tedkik-ü Tahkik"). Özellikle Farabi ve sonrasında udun günümüzdeki şekline yaklaştığını ve zaman geçtikçe ustaların udun fiziksel yapısına pozitif müdahaleleriyle (Onnik, Manol gibi), sazın tını zenginliğine kavuştuğunu söyleyebiliriz. Ud, üç bölümden oluşan bir saz. Bir sapla bir gövdeden müteşekkil, tüm sazlarda olduğu gibi bir teknesi var, ona gövde de diyoruz. Gövdeye bir sap ilave edilmiş ve o sapın üzerinde de akort düzeneği (burguluk) bulunmakta. Gövdenin üst kısmında sesin gövdeye iletilmesi ve gövdeden de dışarıya çıkmasını sağlayan ince, genellikle ladin ağacından bir kapak (göğüs) vardır. Ayrıca üzerine sesin dışarı çıkışını kolaylaştıran biri büyük, ikisi küçük üç de kafes açılmıştır. Ud, Klasik Türk müziğinin kalın sesli, oturaklı ve aranan perdesiz sazlarından bir tanesi. Diğer taraftan, ud tarihten bu yana Türk toplumunda büyük rağbet görmüş. Özellikle Osmanlı coğrafyasında, hususiyetle de Dersaadet'te (İstanbul'da) her evde bulunan yaygın bir saz. Hanımların tarihte bu saza çok fazla rağbet gösterdiklerini biliyoruz. Bu yüzden kişinin cüssesine göre 'zenne' adı verilen küçük veya büyük gövdeli udlar yapılıyordu ve halen yapılmakta. Yani, her enstrümanın zennesi olduğu gibi udun da zennesi var.
Allah tarafından verilen yetinin bir eyleme dökülmesini arzu ettiğiniz zaman arayışa giriyorsunuz ve bir şeyler gelip sizi buluyor. Benim de müzikle tanışmam bu şekilde oldu diyebilirim. Babamın müzisyen geçmişi vardır. Kendisinin de bendeki yetenek ve hevesi görmesinden olsa gerek -küçük yaşlarımda bana bir cura ve cümbüş getirmişti. Bir müddet onlarla kendi kendime uğraştım. Gönlümde hep perdesiz bir sazı çalmak vardı tabi, ancak cümbüşün tuşesi o yıllarda elime çok büyük gelmişti. Ortaokul ve lise yıllarında Türk ve halk musikisi formlarında icralarda bulunan okul ve okul dışı topluklara saz ve ses icrası ile iştirak ettim. Neticede üniversite yıllarında branşlaşma döneminde ana saz olarak udu tercih ettim. Udu ilk elime alışım 93 yılına rastlar yani.
Biraz da udun Klasik Türk müziğindeki yerinden bahsedecek olursak, sesi itibariyle bas bir saz olduğu için müzik topluluklarında önemli bir yere sahip bu enstrüman. Çünkü kalın sesler müziğin temellerindendir. İnce sesleri besleyen bir saza her daim ihtiyaç duyulur. Klasik Türk müziğinde bu, ud ile yapılmakta. Gerçi son dönemlerde Klasik Türk müziğine batı menşeli, viyolonsel gibi büyük yaylı sazlar girmeye başladıktan sonra udun vazifesi biraz hafifledi. Daha özgün icralar ortaya çıktı böylelikle. Eskiden daha kalın sesle ön plana çıkması zorunluluğu vardı. Bu değişim sonucunda eğer toplulukta bir çello var ise uda daha zengin ve serbest icra sahaları kalmakta, bu da çellonun topluluklara girmesinin ud açısından iyi neticelerinden diyebiliriz. Zira müzikte bireysel icranın ve tavrın hissedilmesi arzu edilir.
Klasik müzik heyetlerinde olmazsa olmaz sazlar vardır. Mesela ritm bunlardan biridir. Ney, kanun, tambur, klasik kemençe mutlaka olmalıdır. Ud da hakeza öyle. Günümüz klasik müziğinde kanunun akort sazı olması görevi de vardır. Diğer tüm enstrümanlar sesi (akordu) ondan alır. Geçmişte bu görevi tambur üstlenirdi, kanun daha sistematik ve komplike bir saz olduğu için bu görevi devraldı. Bu nedenle de tambur rahatladı. Bunları sıraya koymak doğru değildir; ama bir topluluğun bu enstrümanlardan oluşması gerektiğini söyleyebiliriz.
Bu alanda sahip olduğumuz literatür konusuna gelince, Klasik Türk müziği ehli, işin açığı fazla kalem tutmaz. Bu bizim için ciddi bir zaaf ve handikap. Bu yüzden birçok değerimizi kaybetmişiz maalesef. Sebebi, Klasik Türk müziği eğitim sisteminin meşk usulüne dayanmasıdır. Meşk geleneğinde de yazı ön planda değildir. Elimizde bulunan külliyat -ki yirmi bin civarında eser vardır- ecdadın bestelediği eserlerin ancak onda birine tekabül etmekte, hatta belki o kadar bile değil, gerisini siz düşünün. Eserler, üstadların hayatları, icra usul ve metotları hususunda yeterince bilgi sahibi değiliz. Buna ilaveten, neşredilmiş eserlerin Osmanlıca ile yazılmış olması ve özel çaba göstermeksizin bu dile vakıf olunamaması sebebiyle yeni neslin ilk dönem kaynaklarımızdan faydalanma hususunda sıkıntı yaşadığını görmekteyiz. Diğer taraftan, üstadları daha yakından tanımak ve hayatlarını günümüze aktarmak gibi önemli bir görevimiz var yapılması gereken. Mesela Niyazi Sayın; çok önemli neyzenlerimizden. Yaklaşık seksen civarında yaşı şu anda. Onun hayatı dahi dört başı mamur bir şekilde kaleme alınmış değil. Halbuki hayattayken birebir görüşüp ağzından hatıralarını ve bu yolda ne yaptığını dinleme fırsatımız var. Netice itibariyle üstadlarla hemdem olacak talebelerin yoğun çalışması ve öğrendiklerini kayıt altına almaları gerek.
Klasik Türk müziğine getirilen tasavvufi bir yoruma göre, Cenab-ı Allah'ın Bezm-i Elest'te ruhlara konuşması ve bu muazzam sesi duyan ruhların hasretle musikide makamsal irdelemeler ve incelemelerde bulunma gayretine girdikleri ve bu yüzden Klasik Türk müziğinde çok farklı makamsal zenginliklere ulaşıldığı söylenir, bence de böyledir. Bu farklılıkların oluşmasında üstadların kendi eserlerini bestelerken içinde bulundukları ruh halinin esere yansımış olması da diğer önemli bir faktördür. Hakikaten dünya üzerinde icra edilen hiçbir müzikte bu denli modal (makamsal) bir zenginlik yoktur, olması da ihtimal dışıdır. Zira bizde kullanılan perde (nota) sayısı ve biçimi dünyanın hiçbir yerinde kullanılmaz. Örneğin, en mükemmel enstrümanın ne olduğu sorulursa insan sesidir deriz. Perdesiz sazları kullanmak da insan sesine en yakın sesi bulma girişimi ile alakalıdır. Bizim müziğimizde insan sesine en yakın enstrüman da neydir. Ney, perdesiz bir enstrümandır, perdeli olmasına rağmen. Mesela piyanoda her sesi çıkaramazsınız.
"Allah güzeldir, güzeli sever" düsturu ile yola koyulduğu zaman, insan güzelin sınırsız olduğunu kavramıştır ve bundan sonra da kavrayacaktır. Bu duygu yoğunluğu müzikte zenginliğin hep var olacağının bir belirtisidir.
Makam öğrenmek isteyen bir kişinin herhangi bir makamdan başlaması hatadır. Ondan öte bu işe kendi kendine başlaması yanlıştır. Yanlış öğrenip yol kat etmeye çalışmaktansa o işin membaından, üstadından, 'fem-i muhsin'inden öğrenmek en doğrusu. Şunu da söylemek gerekir; günümüzde bu anlamda sazendelere ulaşma noktasında bir sıkıntı mevcut. Önceden dergah, medrese, tekke ve zaviyelerde bu işler yapılırdı malum. O zaman insanlar muhatap bulmakta sıkıntı çekmiyorlardı. Bugünkü icra ettiğimiz türkülerin ve klasik eserlerin çoğu 19.yüzyıl ve öncesine ait olması da bundandır. Bir makamdan, bir usulden başlamayı tercih etmeleri yerine kendilerine en doğru yolu gösterecek ve kendisine ışık olacak bir üstadın önüne diz çökmeleri gerekmektedir. Bir üstada ulaşmada sıkıntı çekiliyorsa, kişi gayretini terk etmemeli, yapacağı en güzel şeyin dinlemek olduğunu bilmeli. Çünkü müziğin yüzde sekseni dinlemektir. Herkesin icracı olması gerekmiyor. Dikkatli dinleme ile hem ruh sağlığı açısından faydasını görecektir, hem de özümseme kabiliyeti ile kaliteliyi bulmaya başlayacaktır.
Son senelerde Klasik Türk müziğine önemli bir ilgi var ve bu oldukça sevindirici. Fakat daha fazlası da beklenmeli. Günümüzde icra edilen eserlerin ömrünün en fazla 5-10 yıl kadar sürmesi, eserlerin müzikteki derinlikten yoksun olmalarından kaynaklanıyor. Eski eserlerin günümüzde halen icra edilmesi ve yeni neslin bunun tadına varıp rağbet göstermesi gayet olağan. Çünkü öz itibariyle aynı ruh, değişen bir şey yok. Güzeli arama sevdası, ruhi bir olgudur zaten. Maddi kaygılar için müziğin yapılması eserin ömrünü kısaltır. Geleneğin izini sürmek, sorumluluk getirmekte kişiye; zira bu müzikal bir kalite ve birikim gerektiriyor.
Diğer önemli bir husus, Klasik Türk müziğinin din, tarih ve edebiyat gibi vazgeçilmez payandalarının olduğudur. Müzikle iştigal eden birinin bunları bilmesi gerekir. Bunların başında da din geliyor. Zaten tüm müziklerin temelinde din vardır. Batı müziğinin merkezleri kiliselerdir. Çünkü kiliselerde batı müziği ayin formları icra edilmekte. Beethoven, Mozart.. bunların hepsinin kilise geçmişi vardır. Kilise ayinleri bestelemişler. Bizde de camidir merkez. Dinden uzaklaştığınız sürece Klasik Türk müziğinde bir yerlere gelmeniz mümkün değil, gelirsiniz fakat gelmemişsinizdir aslında; geldiğinizi zannedersiniz. Müzikle uğraşanlara bakın ya imamdır, ya hafızdır, ya da bir tarikata müntesiptir.
Bizim dini musiki anlamında faaliyetlerimiz 93 yılı itibari ile öğrenciliğimiz esnasında kurduğumuz grupla başladı. "Mevlana Musiki Topluluğu" adı altında Konya ve Konya dışında pek çok konser verdik. Bu çalışmamız, öğrenciliğimizin sonuna değin sürdü. Akabinde belediye desteğiyle, bu topluluk nüve tutularak yeni ehlidilin katılımıyla yeni bir icra heyeti oluşturuldu. Muazzam programlar icra edildi o toplulukla da. Maalesef gereksiz maddi sebepler öne sürülerek belediyenin ilgisizliği sebebiyle, o dönemde topluluğa sahip çıkılmadı. Şimdi program yaptırmak için olur olmaz kimselerle iş yapıyorlar, nihayet bu yıl Kültür Bakanlığı Korosu'na bu programlar tevdi edildi. "Mevader" isimli dernek teşekkül ettirildi belediyenin ilgisizliği sonrasında. Şu anda da "müsemma" (Musiki Sema ve Mevlevi Kültürünü Araştırma Derneği) altında çalışmalarımıza devam etmekteyiz. Bu iki dernek ve önceki koro ile ülke bazında 30'dan, yurtdışı bazında ise 250'den fazla konser ve mukabele programları icra ettik. Bu faaliyetlerde Konya'nın ve üniversitemizin ismini uzak yakın pek çok coğrafyada duyurma imkanımız oldu.
Akademik olarak da çeşitli makale, seminer gibi çalışmalarım var. Yüksek lisansta "Mevlevilikte Musiki ve Sema Eğitimi" konusunu işledim. Doktorada da ud icrası üzerine çalışmaktayım. Üzerimizde emeği olan hocaların ve Ahmet Çalışır gibi üstatların teşvik, yardım ve taltifleri ile çalışmalarımıza devam etmekteyiz.
Son olarak müziğe ilgisi olanlar için tavsiye niteliğinde şunları söylemek isterim. Müziğe baş koyma aşamasında en önemli şey, doğru bir karar vermeleri. Enstrüman seçmeden evvel müziğin diğer dillerden çok daha zor olduğunu bilmeleri gerekmekte... Notaları ezberleyeceksiniz, anlamlarını öğreneceksiniz, onu icra esnasında ses ile vereceksiniz, ayrıca bunların frekanslarını bileceksiniz. Üstüne üstlük müziğin edebî külliyatına, tarihi geçmişine hakim olacaksınız. En önemlisi de dini payandanız sağlam olacak. Bunlarla ilgili tam kuvvetli bir karar verdikten sonra hangi enstrümanda icrada bulunup öğrenmek istiyorsanız onunla ilgili en yakın üstat bildiğiniz -diğer enstrümanlardan çalan birisi de olabilir- kişiye bu dilekleri açmalı ve onların yönlendirmeleri ile yol almalısınız. Özellikle müzik dershanelerinin tuzağına düşülmemeli. Hepsi değil ama piyasada bu meseleye sadece para gözüyle bakan dershaneler türedi. Dershanelere gidecek kişilerin de dershane ve hoca tavsiyesini güvendikleri kimselerden almaları çok büyük önem arz etmektedir diye düşünüyorum.
Musikinin derinliğine vakıf olmayı arzulayan kimseler için söyleyeceklerim bunlar. Bu yolun asgari beş altı sene meşakkatli geçeceğini de bilmeleri gerek. Sonraki zaman diliminin kendilerini nereye götüreceği, kendi gayret ve hevesleri, en önemlisi de kendilerinin ne kadar nasipleri olduğu ile alakalıdır vesselam.
______________________________
[*] S.Ü. İlahiyat Fakültesi öğretim görevlisi; Müsemma Müzik Topluluğu Sanat Yönetmeni. Akademide çalışmalarını sürdürmekte...
Bu ay Mehmet Gönül ile ud hakkında konuştuk. Gönül, bizlere Klasik Türk Müziği'nin tarihsel süreci, müzik-tasavvuf ilişkisi, akademik ve müzikal çalışmaları hakkında pek kıymetli bilgiler sundu.