Bir dostla laflıyoruz. "Siza Dubai'de iş yapar mıydı?" diyor, "Yok" diyorum. "Cansever?", "Hayır" diye cevaplıyorum. Sohbetimiz dünyadan ve Türkiye'den isimlerle devam ediyor. Eğlenceli bir oyun. Cevapları belli gibi. Sıra bize geliyor. "Sen?" diye soruyorum, "Ya sen?" diye cevaplıyor. Bilmiyoruz.
Neden bazı isimlerin Dubai'de süregiden fantazi mimarlık macerasında yer almayı reddedeceğini düşünüyoruz? Aynı şekilde, neden bazı isimlerin de bu macerada yer alabilecekleri kanısındayız? Cevaba şöyle başlayabiliriz. Siza'yı zaten oraya çağırmazlardı.
Başka bir aktarımla cevaba devam edeyim. Birkaç gece önce (28 Ekim 2008) ekonomik krizin konuşulduğu bir programda, bir konuşmacı Dubai'de yapılan akıldışı (kendi tabiri) faaliyetin, 11 Eylül'den sonra Amerika'nın Araplar'a karşı takındığı tavır yüzünden gidecek yer bulamayan petrol dolarları yüzünden ortaya çıktığını anlatıyordu. Dolarlar yerinde sayacağına bu yatırımlara dönüşmüştü.
Dubai modeli denen şey bu yüzden aslında şöyle de tanımlanabilir: Talebi olmayan imar, gerçek ihtiyaçlardan yola çıkmayan bir üretim, paranın yarattığı bir fikir. Fantazi yönünden değil de taleple olan ilişkisi açısından bakarsak bizim de bu modele battığımızı görmek zor değil. Bu kez başka bir ekonomi programında biri, 2001 krizinden sonra Türkiye'de suni bir şekilde büyüyen paranın gidecek bir yer bulamadığından gayrimenkul yatırımına yönlendiğini söylüyordu. "Demek ki dünyanın her yerinde para, gidecek yer bulamayınca yapı haline geliyor," diye düşünmüştüm.
Amerika'dan yayılan son krizin, köklerde yatan asıl sebebini anladıkça zihnimde bir resim beliriyor. Ekonomi insanla bağını kopardı. Para, gerçek ihtiyaçlarla olan ilişkisini -çoktan- kaybetti. Sonuçları yeni ortaya çıkıyor. Üretim ve finans küreleri birbirinden tamamen ayrıldı. İlkinin dünyada döndürdüğü para, ikincisinin onda birine düştü. Finans, üretimle artık bir yere varamayacağını anladı ve kendi sanal dünyasını kurdu. Yani ekonomi sosyal bir bilim olmaktan, ihtiyaçlara bağlı olarak evrilmekten vazgeçti, çok kısa bir sürede de devrildi.
Ekonomik krizler savaşlar gibi... Tüm dünyayı etkiliyor. Tüm alanları, hayatı değiştiriyor. Mimarlık da sosyal bir iş. Aynı sorunlar onun için de geçerli. İnsanla bağı kopar gibi gözüktü mü pek sevimsizleşiyor. İnsanların reddettiği binalar, çevreler anlamsızlaşıyor. İnsan ilişkilerinin zenginleştirmediği, kentsel hareketlerle bütünleşmeyen yapı ve mekanlar bir türlü samimi olamıyor. Kaynağını insanların gerçek ihtiyaçlarıyla tanımlamayan bir mimarlık sosyalliğini yitiriyor. Geçici dekorlar haline geliyor.
Dostum ve ben. İkimiz de Dubai'ye gitmedik. Mimarlık dergilerinden öte, gazetelerin arka sayfalarında mayolu kızların yanındaki sütundan tanıyoruz oraları. Yelken Otel'i, Palmiye Adası'nı ve daha bir dünya fantazi mimarlık ve mühendislik eserini... Çöldeki bu canlandırmayı görmek isterdim. Ancak içinde yer alma hevesinde miydik? Büyük konuşmamak gerekir. Dubai'deki inşai hareketin Araplar'ın sınır tanımaz zenginliğiyle de, dünyadaki para bolluğuyla da ilişkisi vardı mutlaka. Türkiye de benzerini yaşadı, yaşıyor. Alışveriş merkezleri, konutlar, ikinci ve üçüncü konutlar her yeri sardı. Nakit para, hızla yapılara dönüştü. Alışveriş merkezlerinde kiracılar ayaklandı. Kıyılarda boş tatil evlerinden dağlar oluştu. Türkiye'de şu anda bitmiş ve satılamayan kaç adet konut var acaba? Kiralanamayan kaç adet var? Bitirilemeyen?
Ekranlarda bir mimarlık programı olsa şöyle bir soru sorardık: Kriz Türk mimarlığını nasıl etkiler? Herhalde şu kesin: Sanal ihtiyaçlara arz üreten, yatırımcı için konut yapan firmalara çalışan ve son 10 yılda irileşen ofisler sallanacak ister istemez.
Daldan dala atlayan yazıda, belki başka bir yazıya doğru genişleyebilecek şu noktaya da değinmeli. Türkiye'de sanal taleplere arz üreten firmalar, mimarlık hizmeti satın almaya daha istekli. Çünkü malına gerçek bir talep yok. Onu ancak albeniyle satabilir. Gerçek ihtiyaçlara cevap veren devlet ve kurumlar ise mimarlık hizmeti satın almadan işlerini görüyor; onca okul, yurt, huzurevi, hapishane, adliye vs. doğru dürüst bina programı düşünülmeden, etüt edilmeden, şehirle ilişkileri dikkate alınmadan tip projelerle geçiştiriliyor.
Sadece paradan para kazanma fikriyle şekillenen, insan ihtiyaçlarından doğmayan imar hareketleri ancak belirli bir süre karşılık bulabiliyor. Sosyal analizlere değil, sadece matematik ve istatistiğe dayanan yatırımlar eninde sonunda yarım kalıyor. Üstelik doğal ve mali kaynakları yok ediyor.
Kimbilir, son finansal kriz, Türkiye ve dünyada süren anlamsız yapılaşmaya da bir fren olabilir belki. Bu arada mimarlara bir iş düşüyor. Geç kalınmış bir hareket. Kurumsal, mesleki bir güç yaratarak ve bunu kullanarak, kamuyu kaliteli mimarlık hizmetinin alıcısı haline getirmek zorunlu gözüküyor. Belediyeler, devlet, kurumlar ve üniversiteler kaliteli ve çağdaş mimarlık hizmetini talep etmeliler. Bu, işleri daha istikrarlı hale getirecek, mimarlık ortamını, dolayısıyla fiziksel ve doğal çevreyi zenginleştirecektir. Şimdiye dek uzak olduğumuz böyle bir genişleme aynı zamanda ofisleri bir şişip bir patlayan emlak bombalarından, son krizle yerle bir olan Amerikan standartlarından, gidecek bir yer bulamayan paranın fevri tavırlarından ve sadece özel sektöre bağımlı proje üretim süreçlerinin iniş çıkışlarından koruyabilir.
arkitera
Bir dostla laflıyoruz. "Siza Dubai'de iş yapar mıydı?" diyor, "Yok" diyorum. "Cansever?", "Hayır" diye cevaplıyorum. Sohbetimiz dünyadan ve Türkiye'den isimlerle devam ediyor. Eğlenceli bir oyun. Cevapları belli gibi. Sıra bize geliyor. "Sen?" diye soruyorum, "Ya sen?" diye cevaplıyor. Bilmiyoruz.