« Anasayfa | Künye | Arşiv 27 Nisan 2024, Cumartesi
Gündem: Kültür-
Sanat
Gündem: Hayat
40i Gündem Nöbetçi Köşe
40PENCERE
Edeb Yahu
Nedret Kudret
Erdem Bayazıt Ey!

Gölgelik
Köksal Alver
Tek Söğüt

Dil Ağacı
İbrahim Demirci
Kafı Yutanlar

Kelimeler ve Şeyler
Abdullah Harmancı
Seni Ne İhtiyarlattı?

Mızrak ve İlmihal
Ahmet Murat
İmamın Hatırlanışı

Saksağan
Osman Özbahçe
Dünya Aklıma Yatmıyor

Şiir Çıkmazı
Mehmet Solak
Kimi, Nereye Götürür Şiir?

[ Edebiyat -> Metinler ]

Alabalık Sever miydiniz? / Hüzeyme Yeşim Koçak

08.03.2005 - 12:58

"Ne iyi ettin de parka getirdin." dedi Süheyla.

Havuz kenarına oturmuşlardı. Su sesi insanın içine ferahlık verir, serinletir; bazen de hoşça düşünceleri su gibi akıtır, insanı esritir, balık gibi hoş aksesuarlar da göz zevkinizi hafifçe okşardı.

"Doğrusu sıkılmışım." diye devam etti. "İnsan bazen çarka takılıyor ama fark etmiyor. Ancak dışarı çıkınca anlıyorsun, ne kadar bunaldığını veya boşaldığını... Ev, işyeri, hep aynı imâlat insanlar... Yenilenen yüzlerle bile sıradanlık değişmiyor."

"Benim sevgilim neler de söylermiş hele." dedi Ergun, patatesleri ağzına doldururken... "Hadi yemene bak... Soğutacaksın... Hamburgeriniz buz gibi oldu."

Gerçekten zevk alıyordu. Yaptığı her işin tadına varır, gizli lezzetleri bile bulup çıkarır veya üretir gibiydi. Süheyla nişanlısının bu halini severdi.

- Biliyor musun. Bazen senin rahatlığına, gamsızlığına, dünya iştahına hayret ediyorum.

"Hayatı kolaylaştırmaya bakıyorum. Hepsi o." dedi Ergun omuz silkerek. "Kendimi zorlasam da hiçbir şey değişmiyor nasıl olsa. Beyhude zahmet... Herhalde hiçbir zaman kahraman olamazdım. Ben günlük işlerin, telaşelerin, küçük hedeflerin küçük adamıyım. Ve küçük lezzetlerin..."

Lokmasını ağzında çevirdi, bir saniye durdu ve yuttu.

Belirsiz bir hüzün dalgası, Süheyla'nın gizli kederlere gebe kara gözlerinin içine oturmuştu.

"Ben de küçük lezzetlerine dahil miyim?" diye sordu.

"Öyle olmadığını pekalâ biliyorsun." diye kestirip attı Ergun. "Sen en kocamanısın."

Yuvarlak, bölmeli havuzda balıkçıklar bilmem kaçıncı kere devirlerini yapıyor; balıklardan bazısı gerçekten mutlu gözüküyor, güneş ışıklarıyla buluşmak için havaya zıplıyor, sonra saklanıveriyordu müşfik suların koynuna. Ağzını açıp kapıyordu kimi...

Küçükken de böyle bir sahneyle karşılaşmıştım." diye sessizliği bozdu Süheyla. "Arkadaşımın evininin bahçesinde ufak bir havuz vardı. Kasabada havuzlu evler falan nadirattandı. Ayşe'nin babası milletvekilliği yapmıştı. Havuzun içindeki balıkları görünce bir çığlık attım. Beslenmeyi bekleyen kuşcağızlar gibi ağızları açıktı. Bizse annelerimizin hazırladığı nefis yiyecekleri tıkıştırıyorduk. İnsafsızlık gibi geldi. O cicili bicili, şirin su yaratıkları aç bilaç havuzlarda dolansın dursun, olacak şey miydi? Hemen havuza girdim. Muhtemel sızlanmaları önlemek için hepsini tek tek tutup, bizden yiyecek dilenen minik ağızlarına pasta parçalarını tıktım. Şanslıydılar; ekmek aslanın ağzında değil, kendi ağızlarındaydı. Artık esenlik içinde yemeğimizi yiyebilirdik."

Ergun bir kahkaha attı.

"Gıdasını alan balık, keyfinden boylu boyunca sulara uzanıveriyordu. Sonunu tahmin edersin... Bütün balıklar öldü. Çok ağlamışım. Ahmet Amca (Allah rahmet etsin), balıklarının ölmesinden çok benim ağlamama üzüldü. Hatta beni yatıştırmak için babam bir kuzu aldı. Fakat kuzuyu pek sevdiğimi söyleyemem. Biraz büyüdüğünde habire tos atıp duruyordu."

"Artık çocuklarımıza da böyle annelik yapar, yedirirsin hayatım." dedi Ergun çabucak.

Her şey yumuşacık, huzurlu. Dünya; Aşıklar Parkının dört köşesinden yayılan muhabbetten dinginliğe erişmiş, gururlu... Süheyla buraya gelmekle, bir parça mutluluk satın aldıklarını düşünüyor ya da ânı dondurduklarını, bir süreliğine...

Çevresine bakıyor... On beş, yirmi kişilik bir hanım grubu masanın üstü tıka basa yiyecek dolu, bilmem ne gününü kutlamak için buraya toplanmışlar. Ergun:

- Vallaha dünyanın keyfini kadınlar çıkarıyor.

Kahkahalar, yüksek tonlu konuşmalar ortalığı çınlatıyor. Gülüşler de doygun, tatmine ulaşmış... Gövdelerinden ve giysilerinden belli oluyor. Garson civardan ayrılmıyor.

Sonra kendileri gibi; sevgilileriyle genç çiftler... Çocuklar, oyuncak arabaların, salıncakların olduğu alanları tercih etmişler. Şurada burada tutam tutam mutluluklar... Buram buram sevginin salındığı özel sahalar... Yeni gelenlerle birlikte tavla şakırtıları. Meselelerini açık havada tartışmayı tercih edenler... Efkâr dağıtanlar...

Aranan, bir yerlerde bıraktığımız, unuttuğumuz, bulmayı umduğumuz kendimizizdir belki de, diye düşündü Süheyla. Ve girip çıkan insanlara baktı. Dönüş, devri daim... Balıklar dönüyor... Çemberi içinde... Bizler de halkamızın içinde... Bazen halka kırılıyor "çıtt!" diye bir yerinden. Özgürlük; kırılma yerlerinden fırlayıp gidiverme mi?

Süheyla'nın düşünceleri bir daire etrafında biteviye dönüp duruyor.

- Müstakbel karım, çok durgun bugün.. Yoksa beraberliğimiz zevk vermiyor mu?

Gülümsüyor, sevgisini bakışlarının da katkısıyla ifade eden; tamamlayıcı bir gülüşle...

Ergun, lüzumsuz sırtına aldığı bazı yükleri, atmasına yardım ediyor. Belki yeterince duyarlı değil. Fakat, onun soğukkanlılığına ihtiyacı olduğunu düşünüyor Süheyla.

Suyun yüzeyini, ağaçların dallarını seri okşayışlarla hareketlendiren rüzgâr, kalbine de aşk esintileri koyuyor.

Derken, bir öğrenci gurubunun verdiği siparişlerle ızgara et, balık kokuları ortalığı sarıyor. Süheyla'nın içine bir tatsızlık hissi yerleşiyor birden, sevimsiz bir önsezi... Bütün gönül tadı sanki kaçma hazırlığında. Garip bir telaşa düşüyor. Sonra... Telaşını kovmaya gayret ediyor.

Parkın, kapalı lokanta kısmından iki genç beliriyor. Ellerinde tel örgü biçiminde şekillendirilmiş, kare ağlar var. Tel ağı diklemesine suya daldırıyorlar. Alabalıkların önü kesiliyor böylece.

Akıntıya göre keyiflerince yüzen balıklar irkildi. Önce inanamadılar. Bir kabustan uyanmayı sabırla, bilgece, gerilmiş bir filozof siniriyle beklediler. Fakat işkence saati tekrar başlamıştı.

Biraz beklendikten sonra, tel yukarı doğru yatay kaldırıldı. Biri daha ustaydı ki, telin yüzeyinde sekiz on tane alabalık gözüküyordu. Ötekisi boştu. İşlemi bir kaç kere yinelediler. Tuttukları balıkları, yanlarındaki kovaya atıyorlardı.

Balık ızgara, kiremitte alabalık, balık tava, ham balık kokuları büyük bir ısrarla tekrar yayıldı. Süheyla acıyla burnunu tıkamak, kokuyu duymamak istedi.

Balıkların çırpınışları, hassas gönülleri burktu. Bir matem sessizliği, varlığını çevreye duyurdu. Ölüm bir kere daha galip geldiğini haykırdı. Delikanlılar, ellerinde suç aletleri, geldikleri gibi sessizce çekip gittiler. Üç beş kedi, açgözlülükle yalandı. Obur bir çocuk "balık isterim" diye tutturdu. Ergun, "Aslında hiç de fena olmaz." diye yutkundu.

Süheyla kendini devasa bir ağda hissetti. Ve deryanın kıymetini bilmediğini... Gene de zıplayışların kavağa çıkmak için olma ihtimali büyüktü. Bunu bilmiş gibi bir ağaç dalı, havuza doğru, buyur edercesine hafifçe eğildi. Kaşif ruhlu bir alabalık, ağacın yüksekliğini kestirmeye çalıştı. Süheyla balıklara göz attı. Atlayıp durmuşlardı boşuna. Kavağa çıkamazlardı nasılsa...

Park sessizliğe büründü. Kuşların cıvıltıları kesildi. Kelebekler, ateş ve bayram böcekleri yüreklerden uçup gitti. Yeşillikler grileşti, çiçekler çalılaştı, güllerin dikenleri sivrileşti; küçük iblislerse sevmeyi bilmediklerinden birbirlerini ve insanları dalamaya hazırlandı. Bir yerlerde, güzel bir şeyler kanamaya başladı.

Sonra... Altın gününü kutlamaya gelen şetâretli kadınların şakırdamaları, seslerindeki melodi; gülüşlü, oynayışlı çocukların şamataları; birden kararan bulutların öfke serpintileriyle kesildi.

Masum, ama aslında iyi bir yüzücü olan uysal yaratıkların ağızları; bu defa bir "İmdat!" çağrısıyla açılıp kapanmaya başladı. Dişi, erkek hepsinin nazik gövdeleri, sakınılmış etleri, tam bir eşitlikle; iğrenç, salyalı, destursuz bir ağız değmiş gibi titredi. Bu tecavüze elbette cevap veremezlerdi. Gençler, gidenlerin ardından intikam yemini filan etti, nasıl alacaklarını hiç düşünmeden... Esasen, sivil toplum örgütlerine acilen ihtiyaç vardı. Hepsinin de ne ümitleri vardı, bu şehirde. İçli bir alabalık, "Tanrım ne kötü bir son... Lütfen mezarımı yap sudan." diye inledi. Havuzun engin derinliklerinde kıpırtısız durdu. Bu bir protesto ve ölenler için saygı duruşuydu. Modern bazı erkek alabalıklar ise, "dişilerimizin etleri daha lezzetlidir, niye onları tercih etmediler" diye öne atıldı; fakat büyük talihsizlik... Seslerini duyuramadılar. Ticarî zihniyetlerini tebrik etti, Mişon Alabalık.

Şimdi parkta Karadeniz havaları çalıyordu. Ancak balıklar cevap veremezdi. Dolayısıyla parasız ama meraklı seyircilerini, eşsiz horon gösterilerinden mahrum bıraktılar.

Nefis kokular, tekrar mide salgılarına musallat oldu. Kızarmış alabalıklar...

Süheyla, balıkların yanık gönüllerini, kokularını algıladı. Kendi ciğeri de yandı. Yangın, âdeta bulaşıcıydı. Gene de hakkını yememek lazım; balıkların reklamcısı esaslıydı.

- Ne oldu sevgilim. Yoo, bak... Bu sefer de balıkları besleyeceğim dersen, kesinlikle izin vermezler.

Kaybettikleri kardeşlerinin acısıyla neredeyse simsiyaha boyandılar. Sonra kümeleştiler, birbine sarıldılar. Toplu katliamın yapıldığı o şer bölgesine, lanet yere geçmiyordu hiç biri. Görünmez sınırlar çizilmiş, gizli karantinalar uygulanıyordu sanki. Artık dünyaları iyice daralmıştı. Daire değil, yarım dairede dönüp duruyor; biraz haşarıları mahut kısıma burnunu uzatıp, gerisin geriye dönüyordu. Gençti onlar. Balık evine, yuvalarına yapılan saldırıyı tam anlamamışlardı.

"Lütfen gidelim." dedi Süheyla.

Ergun üstelemedi.

- Aç olmadığına emin misin?

Hamburger olduğu gibi tabakta duruyordu.

- Özür dilerim. Ama şu anda balık kokusundan hoşlanmıyorum.

- Bari bir çay iç. Hatırım için...

Gelen çaydan zoraki bir iki yudum aldı.

Ayrılırken Ergun, havuzu işaret etti:

- Balıkları gördün mü? Eski neşelerine kavuştular.

Gerçekten aralarındaki cesaretliler sayesinde tam dönüş yeniden başlamıştı. Yinelenen sıçrayışlar... Hürriyetlerini kazanmak içindi çabaların hepsi de. Havuz dünyalarından bir çıkabilselerdi, daha muhteşem, haşin bir dünyada, karada mutlu ölürlerdi belki de. Yüksek atlamanın, yüksek oynamanın sevinci...

Ergun, kapıdan çıkarken kıza; sıçrayan alabalıklar için ciddi ciddi "Garanti erkektir bunlar." dedi.

"Neden?" diye sordu Süheyla.

"Baksana... Hepsi öncü, yürekli... Fatih!"

Kız istemez güldü.

"Hiç gülme... Börek kokusunu sever misin?" dedi Ergun; fırından yeni çıkmış taze börek hayaliyle mest...

"Yemek konusunda öncü olduğun kesin." dedi Süheyla.

"Ne iyi ettin de parka getirdin." dedi Süheyla.  
Türk Şiir AnıtlarıTümü »
» Şeyh Galib
» Taşlıcalı Yahya
» Ahmet Haşim
» Namık Kemal
» Mehmet Akif Ersoy
EkstraTümü »

» Kaypak Yorgunluk / Mehmet Uğurlu
» Ne Mürid İsterim Ne De Mürşid (Üç Kitap, Üç Figür: Mevlana, Şems ve Kimya Hatun) / Mevlüt Uyanık
» Otuz İki Kısım Tekmili Birden İlhan Berk / Sıddık Akbayır
» "Renga" Üzerine / Nurullah Turan
» Tolstoy'un Ölüme Yolculuğu / Ferhat Uludere
Tekrar YayınTümü »

» Simetrim Kalkıyor Breh / Vural Kaya
» Edebiyat Ödüllerinin Günahı ve Sevabı / Refik Durbaş
» Yüzdeki Tırnak İzleri ve Pamuk Terörü / Kaan Arslanoğlu
» Sözleşme-II / Seyhan Arslan
» Meczubun Kefaret Bandoları / Vural Kaya

Yorum yazabilmeniz için üye olmanız gerekiyor. Üye olmak için tıklayın.

(Üye iseniz sayfanın en üstünde sağ tarafta yer alan kısımdan giriş yapmalısınız.)


Henüz yorum yapılmamış.

Üye Girişi
Kullanıcı adı
Şifre
Beni hatırla
Şifremi unuttum!
Ücretsiz Üye Olun!
Son 10 Yorum
toplantı (10.12.2013 - 17:25)
tek söğüt (26.02.2013 - 01:08)
yok var, var var (26.02.2013 - 01:06)
Hoş bir yazı (17.08.2012 - 00:19)
beklerken (27.05.2012 - 21:07)
bir yorum (21.12.2011 - 20:20)
bir yorum (21.12.2011 - 20:13)
işte tam da böyle (18.11.2011 - 20:37)
Gitmek (18.11.2011 - 19:53)
ELİF LAM RA (28.10.2011 - 00:02)
Yorum için üye olun!